Bize benzeyen hayatın romanı

İçeri girer girmez evinin bildik karanlığında doğru mutfağa gidip, musluğu açtı.

Haberin Devamı

Musluktan akan suyla bardağını doldurdu, dikti kafasına. Bir daha... Mutluydu.

Kim ne derse desin, -bal gibi olmasa da- Allah'a emanet babından içiliyordu işte musluk suyu...

Salona girerken sağdaki düğmeyi çevirdi, ampulün bir anda ortalığı aydınlatan ışığına şükranla baktı. Kesinti yoktu, bir süredir...

Dirseklerini dayadığı yerlerden eskiyen koltuğuna oturdu, oh ne rahat...

Eskiyen koltuk, yeniliği gittikçe üste yumuşacık oturan tişort gibi rahatlatır insanı” diye geçirdi içinden, keyfi yerindeydi:

“İnsan, alışkanlıklarına sahip çıkmalı...”

* * *

Bir sigara yaktı, filtresinden o sevimsiz yanık kokusu gelinceye kadar uzun uzun içine çekti.

Beşinci, yani son sigarasıydı günün.

Üçüncüyü öğle yemeğinden sonra, dördüncüyü akşam kahvesinde...

Kalktı, salondaki aynaya yürüdü. Yüzüne kararlı bir ifade gelmişti, aynayla yüzleşirken:

Haberin Devamı

“İnsan, aldığı kararlara uymalı, değil mi...”

* * *

Salonu havalandırmak için pencereyi açtı. Önünde uzanan cadde, “dayanaklarla desteklenmiş ithal, melez ağaçlar”la daha da yoksul görünüyordu.

Köşede, çıkarılıp yere atılmış yeşil bir pelerin gibi duran parka baktı.

“Park yazın her gün saat altıda, kışın da dörtte kapanır” dedi, ezberletilmiş bir andın en umulmadık anda akla gelmesi gibi.

“Son metro da onbiri beş geçe...” diye düşündü, sanki Kızılay’daymış ve saat onbiri yedi geçiyormuşçasına kıpırdadı...

Nereden aklına geldi bilinmez; “Boşlukta bütün nesneler aynı hızla düşer” diye mırıldandı sonra.

Mutluydu evet, bir an koğuşuna çekilen hüznünün farkında değildi.

“O ağır, ılık, anlamsız, her yarının bugünün tekrarı olduğu” ve bunu yüz kere, bin kere yaşadığı şehrinin halinin de farkında olmadığı gibi...

Huzurla mırıldandı:

“Ne kadar yaşıyoruz ki şehri zaten. İşten eve, evden işe...”

Bize benzeyen hayatın romanı

Yukarıda anlattığım, “şehirde, her sabah yeniden ortaya çıkan tek bir günü, hep aynı günü” yaşayan, düğmeyle “tık” diye aydınlatan elektrikten, musluktan suyun akmasından bile mutlu olan o adam Ankara’da değil.

Haberin Devamı

Yeterli yağmur yağdığında şehir şebekesine suyun, şaibeli barajdan değil, öbüründen verildiğini umduğu için de mutlu.

Sırtında dayanaklarla zar zor ayakta duran o ithal, melez, sökülüp durma yerine “yenisi” dikilen o ip gibi ağaçlar da bizim caddede değil.

Her gün 23.15’e kadar çalışan metronun da, Ankara’da olduğunu düşünmeyin.

Hepsi, çok benzese de...

* * *

Burası Ankara değil. Adam da Ankaralı değil, hatta bu ülkede yaşamıyor.

Ötesi, bu zamanda da yaşamıyor, 2014’de de... Tam 76 yıl öncesinden katılıyor, hikayemize...

Yani musluktan akan ve az umursamazlıkla içilebilen su, arada kesilse de var olan elektrik, son seferi 23.15 olan metro, dayanaklı bir nevi koltuk değnekli melez ağaçlar filan, 1938’lerden...

Haberin Devamı

Bu müthiş bulmaca, etmece-görmece yazıma yarın devam edeceğim.

Yazarın Tüm Yazıları