Ben manita arkasından ağlayacak kadın değilim, bana Etiler’de abi mi yok

Sabahleyin yine, iki damla yağmur damlası düşmeyegörsün tüm taksileri sırra kadem basmazsa hakkı kalan canım metropolümüz, ya da bugünkü ana haber bültenlerinde anıldığı ismiyle mega-kent, mega-köy, mega-gölümüz İstanbul’da bir miktar yürümek zorunda kaldım.

Kat edilen mesafe, Gümüşsuyu-Taksim arası...

İstanbul’u bilmeyenler için: Ben diyeyim 250, siz deyin 300 metre...

Üzerimde uzun kollu bir penye, onun üzerinde kalın bir tişört, kafamda beyzbol kepi, onun üzerinde de kapüşonlu bir yağmurlukumsu...

Şu anda akşam saatleri ve benim sabah üzerimde olan şeyler henüz kurumuş değil. Hepsi hálá bulaşık bezi kıvamında; sırılsıklam...

Şemsiye kullanmayı reddetmenin de bir bedeli olacak elbet... Kaldı ki şemsiyeli arkadaşların durumu da benden farklı değil zaten...

DİŞİ MÜKREMİN ÇITIR

Gazete binasına ulaşır ulaşmaz sağa sola bakındım: ‘Allah rızası için kuru bir tişört?..’

İçime postayla gelmiş bir promosyon tişörtü buldum, üstüne de bizim Cemcime’nin kot gömleğini giydim, kurulandım ettim, yine de tir tir titriyorum.

Tişört, derin V yaka dekoltesi ve önündeki oryantalist desen sağolsun, botlu-kotlu kıyafetime ‘enteresan’ bir hava katıyor.

Yine ben diyeyim ‘altı kaval, üstü Şişhane’ bir háldeyim, siz deyin ‘rüküş dizaynır tasarımı şıklığı’ taşıyor...

Sudan çıkmış bir fare gibi görünüyorum.

Üzerimi değiştiğim toplantı odasında, bir yandan içimle birlikte avuçlarımı da ısıtan kahveyi höpürdetiyor, bir yandan da ‘meş’um perşembe’ olduğu için müzik kanalları arasında zaplıyorum.

O sırada odaya, üzerinden sular aktığı hálde bir dostumuz girdi.

Onun durumu benden de beter. Yağmurlu günlerin en fena derdinden mustarip: Islak çorap sendromu!..

Önce ayakkabılarını çıkartıp içindeki suları boşalttı. Çorapların suyunu sıkıp havalandırmanın üzerine yerleştirdi.

Sonra binanın içindeki marketten iki çift çorap sipariş etti. Çorapları üst üste giydi, ayakkabılarının arkasına bastı, odanın içinde Mükremin Çıtır’ın kadın versiyonu misáli dolaşmaya başladı.

Oturmuş laflıyoruz ki, hálimizle dalga geçercesine ekranda Hande Yener’in ‘ıslak ve seksi kontenjanından’ addedebileceğimiz klibi ‘Acele Etme’ belirdi.

Bizimki sordu: ‘Kim bu?’

Bunda şaşırtıcı bir durum yok. Kendileri bırakın Hande Yener’i, Fatih Terim için bile vaktiyle ‘Kim bu?’ diye sorabilmiş bir şahsiyet olduğu için, sakin sakin cevap verdim: ‘Bizim aksimize, ıslakken seksi görünebilen, kış günü derin dekolte ve çorapsız stilettolarla dolaşabilen bir ‘sanatçımız...’ Sen tanımazsın velhasıl...’

Klip, anlamaya vakıf olamadığımız bir nedenle Roma’da çekilmiş. Neden Roma’da çekildiğini anlamadık derken, öyle Colloseum manzaraları filan aramayınız yani.

Bir pop klişesi olarak: ‘Olay barda geçiyor.’ Hande Yener, bir yandan gece kulübünün içinde, deli gibi eğlenen yarı çıplak tiplerce ıslatılıp, bir yandan barın üzerine seksi pozlarla uzanıp çilek-milek yiyor.

BEYONCE/J-LO KIRMASI

Klibin haberini kimi gazeteler ‘Altı Beyonce, üstü J-Lo’ şeklinde duyurmuştu. Zira evet efendim, Hande Yener, Jennifer Lopez’imsi bir saç ve makyaj politikasıyla, Beyonce şiddetinde, pardon Beyonce zarafetiyle kalça sallıyor.

Yabancı kliplerde, özellikle de Christina Aguilera kliplerinde rastlamaya alışkın olduğumuz türde bir seksapel konuşuyor ki klibi de nitekim ‘Madonna’nın koreograf ve dansçısı Luka’ yönetmiş...

Bilenler bilmeyenlere anlatsın: Bu aralar müzik kanallarında Hande Yener’in Kırmızı adlı şarkısının klibi de dönmeye başladı.

Ünlü yönetmen Ömer Faruk Sorak’ın çektiği klipte bu kez ‘olay mutfakta geçiyor.’

Bunda da 9,5 Hafta filminden beri hikmetinden sual olmaz ‘Mutfak seksidir’ trüğüne başvurulmuş. Hande Yener bu kez de ‘şarkının ritmine göre domates, biber doğrayarak yemek pişiriyor.’

Şaşkınım esasında...

Hande Yener, kendi tabiriyle ‘olgunluk dönemi’, daha düz bir şekilde söyleyecek olursak ‘üçüncü’ albümü Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor piyasaya çıktıktan sonra, yaz bitmeden en az üç-dört klip daha çeker zannediyordum.

Ne de olsa kendileri, magazin basını diliyle, ‘bu yaza yine damgasını vuracak’ şeklinde anılan tarzda albümler yapar.

Yani işte, bilirsiniz: Harala gürele álemlerde yaşanmış satıhta mı satıhta bir yaz aşkını ileride lay lay lom şekilde hatırlamanızı sağlayacak türden şarkılar içeren albümler...

‘Benim adım Hande, bana aşk komaz, bunu da atlatırım yavrum’ tarzı meydan okuyan sözler içeren, bunun yanında ‘gücünü’ daha ziyade hoppidi hoppidi müziğinden alan, ‘Laila-Reinagiller bu sene bunlarla coşacak, bir gecelik seviyeli aşklarını bu şarkılar eşliğinde yaşayacak’ türünden melodiler...

Çıkış anı itibarıyla Bodrum’un paparazzisi bol iskelelerinde dinlenmeye başlanan, müteakip kış boyu da Etiler sahnelerinde canlı olarak icra edildiğinde, o camianın bir ağızdan eşlik etmeyi sevdiği tarzda şarkılar içeren albümler...

Hande Yener, yukarıda Allah var; canlı performansının ‘pek keyifli’ olduğunu tahmin ettiğimiz bir isim.

Zaten esas şöhretini de Sezen Aksu’nun vokalisti olarak sahneye çıktığı konserlerle değil, sahne-kulüp-bar çalışmalarıyla edindi.

O zamandan beri de düzenli aralıklarla ‘Ben manita arkasından ağlayacak kadın değilim, biri gider biri gelir, bana Etiler’de abi mi yok’ türü şarkılar söylüyor.

BÜTÜN ISLAKLARI TOPLASAN...

Daha doğrusu albümde ‘içlimsi’ şarkılar da var, daha da doğrusu içli şarkılar da ‘varımsı’ ama Hande Yener üzerinde en iyi bu tarz sözleri ve melodileri taşıyor:

‘Hatayı ben en başında yaptım / Aynı evi senle paylaşarak / Kendimi çok takdir EDİCEM / Ayrılığı kutlayarak / Vedalaşırken üzülmüş gibi / Tutma ellerimi acıyarak / Kendine dev aynasında değil / Boy aynasında bi’ bak / Acım taze kurtulamazsın / Gözlerini kaçırarak / Belki birazcık bozuldun / Ruhun belki can çekişiyor / Belki biraz da kızardın ama / Sana kırmızı çok yakışıyor.’

Yanisi: Yemezler güzelim; değil mi ki bendeniz ıslakken de seksi görünmeyi başaran, ne ruhu ne bedeni üşüyen bir yerli model J-Lo / Beyonce ‘sentezi’yim, ensesi kalın olmayan adamın ağız kokusunu biraz zor çekerim...

Gibi...

Burnumu çekip, şöyle bir titredim... Ve yanımdaki titrek yárene döndüm, ayaklarına baktım ve ‘Ulan ikimizi toplayıp üstümüze J-Lo/Beyonce kokteyl sosu döksek bir Hande Yener etmeyiz be!’ dedim.

WWF’den doğa partisi

Salı akşamı Jazz Cafe’deki WWF Türkiye doğa partisini kaçırmayın. 30 yıldır ülkemizin su kaynaklarının, nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkilerinin korunması, deniz, kıyı ve ormanların geleceği için çalışmalarını sürdüren WWF, çalışmalarını sürdürebilmek için bu kez beraber eğlenerek kaynak yaratmak istiyor. Gecenin geliri çalışmaların sürekliliği için kullanılacak. Partide vakfı tanıtıcı filmler ve çalışma alanlarından fotoğraflar gösterilirken, bir yandan da en güzel ve eğlenceli şarkılarla danslar edilecek. Vakfa o gece katılacak doğa dostlarını bekleyen sürpriz hediyeler olduğu da kulağımıza gelenler arasında. 12 Ekim saat 21.00, Jazz Cafe, 0212 245 05 16, Hasnun Galip Sokak 20, Beyoğlu.
Yazarın Tüm Yazıları