Bütün mesele demokrasi kültürümüzün eksikliği

SİYASET bilimci-Akademisyen Serdar Taşçı, Haşim Kılıç’ın açıklamaları üzerine konuya daha genel bakmak gerektiğini söylüyor.

Haberin Devamı

Taşçı’ya göre sorun AKP ve Erdoğan değil, ‘eksik demokrasi’ anlayışından kaynaklanıyor. Bu konuda genel yapısal bir sorun yaşıyor Türkiye; hâlâ çoğulculuğu anlayamadı. Kılıç’ın sözlerine ilk tepkiler iktidar yanlısı ve karşıtı olan kesimler tarafından hemen verildi.
Bir kısım için Kılıç ‘hukukun üstünlüğünü ve bağımsızlığını’ savunurken, bir kısmına göre ‘yeni bir yargı vesayetini’ dillendiriyordu. Taşçı şöyle diyor:
“Konuya bu tür ‘siyasi yandaşlık’ ve ‘kişiler özelinde’ bakarsak eksik kalmış oluruz. Oysa bu mesele 200 yıllık modernleşme ve demokratikleşememe sürecimizin bir parçası olarak okunmak durumundadır. 3. Selim ve 2. Mahmud’un önünü kesen, Atatürk’te ise sosyo-ekonomik koşulların yetersizliği nedeniyle ideolojik ve kültürel boyutta kalan eksik demokrasi sürecimiz uzun erimli sancısını hâlâ yaşıyor. Çok partili hayata şeklen geçip çoğulcu demokrasi kültürüne hâlâ ulaşamıyoruz.
Demokrasi üzerine alışık olduğumuz beylik lafları tekrarlamadan özetleyeyim:
Demokrasi, toplumların evriminde görülen ‘en ileri yönetim biçimi’ olarak kabul ediliyor. Otoriter, muhafazakâr, anarşist ve dinsel pek çok akım tarafından eleştirilse bile, evrensel düzeyde kabulü hâlâ birinci sırada.
Demokrasi, demokrasiye inanmayanları ve kendisine düşman olanları da yaşatır ve hoş görür. Bu haliyle demokrasi, herkes için biricik ve eşsiz bir özgürlük alanı sunar. Demokrasinin en güçlü yanı, işte bu en zayıf yanında yani saldırıya sonsuz açık olmasında vücut bulur.
Demokrasilerde herkes iktidarı acımadan eleştirebilir. Gösteriler, protestolar yapabilir. İktidar da bundan ders alır. Üniversite öğrencileri de bu haklardan en az diğer vatandaşlar kadar faydalanır. Hatta idealler, inançlar, heyecan ve gençlik nedeniyle eleştiri ve protestolarında taşkınlık da yapabilirler. Örneğin yumurta da atabilirler tahrik edici sloganlar da.
Demokrasi istemi; ister sağ-liberal, isterse de sol-demokrat söylem için tek eleştirel ölçüt olarak görülmelidir.
Demokrasi kavramını ağızdan neredeyse hiç düşürmeyen, buna karşın ‘demokrasi düşüncesi’ üzerine yeterince okuma, tefekkür ve tartışma sürecini hakkıyla yerine getirememiş bir toplum olarak halimiz, Divan şairi Koca Ragıp Paşa’ya öykünmeyle söylersek ‘demokraside her şeyimiz var demokrasiden gayrı’ olarak görülebilir.
Türkiye son iki yüzyıllık ‘modernleşme’ sürecini, toplumdan gelen bir talepten ziyade üstyapı kurumlarının iradesi olarak‘modernleştirme’ olarak yaşarken, kavram ve konular hep ikili karşıtlık üzerinden okundu.

Haberin Devamı

DEMOKRASİYİ NASIL KONUŞACAĞIZ

Haberin Devamı

Türkiye’nin tarihsel ve sosyo-ekonomik derinliğinin üzerine kurulan farklılıkları doğal görememe ve sivil siyaset alanındaki boşluk; darbeler, otoriterlik, Kürt Sorunu, İnanç, Örgütlenme ve İfade Özgürlüğü, Yaşam Hakkı ihlalleri, Çevre katliamı, Sosyal Adaletsizlik gibi sorunlarımızın da temelini oluşturur.
Hepimizi ilgilendiren yaşam gerçeklerinin ve toplumsal süreçlerin bu kadar önyargı ve peşin hükümle algılandığı bir ‘kalabalık sanal ortamda’ hepimiz için erdemi ve faydası tartışılmayacak ölçüde yüksek olan ‘demokrasiyi’ nasıl konuşacağımız, an itibarıyla benim en esaslı konumu oluşturuyor.
Eğri oturup doğru konuşalım: Bu topraklarda demokrasi hiç olmadı; yakın tarihte de olacağa benzemiyor. Demokrasiyi istedik mi bilemiyorum, isteyecek miyiz, onu da kestiremiyorum. Kendimiz için iyi olanı seçip ötekileştirdiğimiz herkesin değerlerini dışladığımız oranda demokrasiye mesafemiz hiç kapanmayacak raddeye erişebilir diye düşünüyorum.
‘Demokratlık’ zamana, mekana, kişiye, olaya göre değişiyor ise, bizden olana ‘evet’, bizden olmayana ‘hayır’ diyorsak orada bir ‘demokrasi ahlakı’ndan söz edemeyiz.
Demokrasi kültürünün gündelik düzeyde iş görmediği bizim gibi ülkelerde, şekli demokrasi popülizm ve rant paylaşımı üzerinden kendini vareder. Siyasal dil popülist, siyasal idare üslubu rantın paydaşlarca bölüşümü olarak görülür.
Demek istediğim, demokrasi siyasal bir rejimden ve anayasa gibi yazılı metinlerden öte toplumsal bir kültürdür ve maalesef bizde yoktur.
Demokrasiyi savunan herkes, demokrasinin koşullarının gerçekleşmesi için gereken ortak teorik ve pratik hassasiyeti geliştirmediği sürece demokrasiden hep uzak kalınacak. Her iktidara gelen, devletin gücünü diğerleri aleyhine kullanacak, biri dün şiir okuduğu için hapse girecek, diğeri bugün biraz maceraperest bile olsa gazetecilik yaptığı için mahkum olacaktır.
Demokrasimiz sorunludur. Demokrasimizin sorunlu olması ise, demokrasi kültürümüzün, demokrasi niyetimizin, demokrasi irademizin ve demokratik aktörler olan partilerin, sivil toplum örgütlerinin, bürokrasinin, üniversitelerin, iş dünyasının demokratik fukaralığının sonucudur.
Demokrat ve çoğulcu değiliz. Yaşamın doğal akışından kaynaklanan farklılıklara saygı duymuyoruz. Farklılıkları zenginlik olarak görmüyoruz, göremiyoruz. Herkes bizim gibi düşünsün, bizim gibi inansın, bizim gibi yaşasın istiyoruz. Bizim gibi olmayanı yanlış, hatalı, kötü, kabahatli, günahkar ve hain ilan ediyoruz.
Artık demokrasinin bir siyasal rejimden ve seçimlerden öte, bir kültür olduğunu öğrenmek zorundayız.

Haberin Devamı

Prof. Bozer: Seçim değil atama

BİR okurumuzun “Dik duran bir rektör de olmaz mı?” (23.4.2014) yazısına Prof. Dr. Yüksel Bozer bir ‘görüş’ gönderdi. ODTÜ Mütevelli Heyet Başkanlığı, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’nde (3 kez seçildi) ve Üniversitelerarası Kurul’da uzun yıllar görev yapan Bozer, şunları söylüyor: “1980 tarihinde çıkan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası’nda rektörlerin nasıl seçileceği belirtilmiştir. Turgut Özal döneminde bu yasada rektörlerin atamaları esası değiştirilmiştir. Buna göre üniversitelerde yapılan seçimle üç aday belirlenir ve YÖK’ten sonra cumhurbaşkanı bunlar arasından bir atama yapar. Sayın öğretim üyeleri bunu bir ‘seçim’ olarak değerlendirirler. Aslında bu bir seçim olmakla birlikte aslı ‘aday tespit yoklaması’dır. Gerçek seçim olsa cumhurbaşkanı ataması olmaz. Bunu bizzat rahmetli Özal’ın ifadelerinden aktarıyorum.
Acaba aday tespit yoklamaları gerekli midir? Yoksa, YÖK’ün seçeceği üç aday arasında cumhurbaşkanı ataması mı olmalıdır? Bu bir tercih meselesidir. Yurtdışındaki pek çok üniversitede, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde sadece atama vardır; seçim yoktur. Dıştaki üniversitelerde bu atamaların nasıl yapıldığını gösterir İhsan Doğramacı’nın değerli bir kitabı vardır.” Rektörlerden hiç ses çıkmayacak mı?

Haberin Devamı

Dışarıda da gerilim

Kanada’da türban yorumuna ölüm tehdidi

TÜRKİYE’de artık gündemden kalkan türban tartışması Kanada’da yaşayan bir Türk kadının kâbusu olmuş. Haberi Kanada’da yayınlanan ‘Le Huffington Post Québec’ gazetesi veriyor. “Montreal’li bir kadın TV’de yaptığı türban yorumu nedeniyle tehdit ediliyor” başlığını kullanan gazete, Türk kadını Sibel Köse’nin türban konusundaki görüşleri nedeniyle ‘dinciler’ tarafından tehdit edildiğini yazıyor.
Haberde TV programına davet edilen Sibel Köse adlı kadının ‘Türkiye’de Türban’ konusunda sorulan soruya verdiği cevaptan sonra aldığı tehditler sonucu hayatından endişe ettiğine yer veriliyor. Köse’nin aleyhinde bir Facebook sayfası oluşturularak ölüm tehditleri yapıldığına yer verilen yazıda konunun Kanada Adaleti Büyük Suçlar Departmanı’na iletildiği belirtiliyor. Haberde “polise tehdit ve taciz’ başvurusunda bulunan Köse’ye eski Adalet Bakanı Liberal Grup Parlamenteri Irwin Cotler destek veriyor. Köse’yi tehdit edenler Türk Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri bir dosya ile onu ‘vatan haini’ olarak gösteriyor ve Türkiye’ye gittiğinde tutuklanmasını istiyorlar. Gazete’nin haberini bize Kanada’da yaşayan Gökhan Erkol göndermiş. Sibel Köse’nin 22 yıldır Kanada’da yaşayan vatansever, Atatürkçü bir kadın olduğunu ve türban konusundaki görüşünü açıkladığı için hakkında bir ‘karalama’ kampanyası başlatıldığını yazıyor. Dışişleri’nin bilgisine...

Haberin Devamı

BİLİYOR MUSUNUZ?

AV. Arif Ali Cangı’nın “1 Mayıs’ta Taksim’de toplantı ve gösteri hakkının sağlanması için İstanbul Valiliği’ne bireysel başvuru yaptım. Anayasa Mahkemesi ve AİHM’ye bireysel başvuru yoluna başvurabilmek için başvuruyu bireysel yapmayı tercih ettim” açıklamasını yaptığını...
THM sanatçısı Ali Ekber Çiçek’in, 8. ölüm yılında Edremit Belediyesi’nce bugün Tahtakuşlar köyündeki mezarı başında ve Güre İskelesi’nde toplantı düzenlendiğini...

Trafik kazalarında ‘kaza’ mı, ‘çarpışma’ mı ikilemi

AVUKAT Ozan Kayahan ziyaretimize geldi. Trafikte verdiğimiz can kayıplarının esas sebebinin toplumun bilinçsizliği olduğunu anlattı. Trafikte yılda 4 bin can kaybımız var. Eğer “trafik kazası” kavramıyla çözüm üretmeye çalışırsak, “kimse kaza yapmak istemez” der, çarpan kişiyi kalan sağlar bizimdir diyerek affederiz. Bu olay bir kaza değil ‘çarpışma’ diye düşünürsek çarpan kişinin sorumluluklarını yerine getirmemesi halinde cezalandırılmasını isteriz. Çünkü trafikte yılda 4000 can kaybı olması , durumu bir halk sağlığı konusu haline getirmiştir. Böylesi hayati bir konuda caydırıcı hapis cezaları maalesef verilememekte bazen de para cezası ile yetinilmektedir. Hatta çoğu zaman, çarparak ölüme sebep olan sürücüler tutuklanmamaktadır.
Bir müvekkilimin annesi olan Emine Tatlı’ya bir okul servis aracı kaldırımda yürürken geri gelerek çarpmış ve olay yerinde Emine Tatlı vefat etmiştir. Çarpan okul servis aracı, kanuni mecburiyet olan zorunlu sesli uyarı ve park kamerası sistemini, rehber hostesi ve fenni muayenesi dahi bulunmamaktadır. Böylesi tedbirsizlik ve ihmallerin bulunduğu araç kaldırımda yürüyen bir yaya çarpmasına rağmen sürücüsü tutuklanmamıştır. Dosyanın savcısı , tutuklama talepli olarak dava açmasına ve ısrarlı taleplerimize rağmen Bakırköy 10. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama kararı verilmemiştir. Bu karara gerekçe olarak çarpan sürücünün önceki hakimlerce tutuklanmaması olarak gösterilmiştir. Bu denli ihmal, tedbirsizlik ve trafik kurallarına aykırılıkların bulunduğu bir trafik çarpışmasında tutuklama kararı verilmemesi ise halk sağlığını ilgilendiren bir konuda Yargının toplumu koruyan bir karar vermeyebildiği anlamına gelmektedir. Aynı tipte çarpışmanın iki farklı sürücü tarafından yapılmış ve aynı nitelikte can kayıplarının olduğu iki farklı çarpışma dosyasında , bir hakim başta tutuklama kararı verip sonrasında hapis cezası veriyor iken başka bir Mahkeme ise tutuklama kararı vermeyerek dava sonunda para cezası verebilmektedir. Aynı suça aynı cezanın verilmesi gerekirken farklı Mahkemeler aynı suça farklı cezalar verilebilmektedir. Çelişkili mahkeme kararları verilmemesi için hakimlerin ve savcıların dosyayı değerlendiriken sınırsız bir takdir haklarının da bulunmaması gerekir. Çelişkili mahkeme kararları aile ferdlerini kaybetmiş acılı yakınların adalete en muhtaç oldukları dönemde adaletsizliği görmeleri vicdanları ağır şekilde yaralamaktadır. Ayrıca bir kişinin çarparak ölümüne sebep olan ve tutuklanmayan bir sürücü çevresine bu olayı , trafikte ölüme sebep olmanın aslında o kadar da önemli ve ciddi yaptırımı olmadığını ve bu sebeple trafikte mevcut özensizliğini düzeltmeyecektir. Toplumdaki bu bilincin yükselmesi için daha ciddi ve caydırıcı cezaların düzenlenmesi gerekmektedir. Ulaştırma Bakanlığına ve Adalet Bakanlığı’na da önemli görevler düşmektedir.
(Not: Hayatını kaybeden Emine Tatlı’nın 80 kusur yaşlardaki annesi de, daha sonra bu acıya dayanamış ve o da geçirdiği kalp krizi sonucu ölmüştür.)
Av.Ozan KAYAHAN

Yazarın Tüm Yazıları