Beyaz Türklerin kısa tarihi - I

Pek çok sohbetin konusu, mutsuz - moralsiz “Beyaz Türkler”. Peki ama ne zaman ortaya çıktılar, buraya nasıl geldiler; neleri sevdiler, kimleri seçtiler?

Haberin Devamı

Günümüzden tam 83 yıl önce, yani 20 Nisan 1931’de, Atatürk, seçim dolayısıyla yaptığı açıklamada “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflara değil, [bireysel] ve [toplumsal] hayat için iş bölümü itibarile muhtelif meslek erbabına ayrılmış bir camia telakki etmek esas prensiplerimizdendir” diyordu. Yani, sosyal sınıflar yoktu ve halk ayrılmaz bir bütündü. Bu sözler söylenirken, Osmanlı’nın mirası “yüksek zevata” ait köşkler, yalılar, çiftlikler hâlâ ayaktaydı; dolayısıyla “havass (seçkinler)” ile “avam”ın farkı dışarıdan bile görülebilirdi. Ama bitmek bilmeyen savaşlar, işgal ve kurtuluş yılları öyle büyük bir yıkıma yol açmıştı ki, pek çok konağın içindeki yaşam, sıradan evlerdekinden farklı sayılmazdı. Falih Rıfkı’ya göre bu yıllarda “bir avuç harp zengininden başka bütün Türkler bedbaht idiler”. Atatürk 1923’te Balıkesir’de halka şu sözlerle seslenmişti: “Kaç milyonerimiz var? Hiç... Memleketimizde birçok milyonerlerin, hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız.” Sermaye birikiminde görülen bu yetersizlik, nitelikli insan gücü için de geçerliydi. Son 15 yılda, Türkiye sınırlarındaki Müslüman nüfus -en az- %20 azalmıştı! Bu nedenle devlet, hem yeni rejime bağlı bir “millî sermaye / millî burjuvazi” oluşturmak, hem de iyi eğitimli insanlar yetiştirmek için hızla işe koyuldu. İmkanlar zorlanarak genç öğrenciler, 1925’ten itibaren Avrupa’ya eğitime gönderildi. O gençler, döndüklerinde bilimden sanata pek çok alanda genç Cumhuriyet’in öncü isimleri oldular. Aynı yıllarda Ankara’nın balo salonlarında başlayan sosyal yaşamdaki “modernleşme”, Anadolu’daki şehir lokallerine doğru hızla yayılıyordu. Sayıları giderek artan “mecmualar” kültürel değişimin görsel temsilcisiydi.

Haberin Devamı

“Milli sermaye” hedefindeyse işler tam istendiği gibi gitmedi. 1929’daki Büyük Buhran’la güçlenen devletçilik eğilimi ardından, II.Dünya Savaşı’nın zor koşullarında salınan Varlık Vergisi geldi. Uygulama tüm varlıklı kesimleri etkilerken tahsil edilen verginin yarısından fazlası azınlıklarca ödenmişti! Dolayısıyla bu alanda asıl ilerleme savaş sonrasına, 50’li yıllara kaldı. “Her mahalleden bir milyoner çıkarmayı” hedefleyen Başbakan Menderes, varlıklı bir aileden geliyordu ve İzmir Amerikan Koleji mezunuydu. Yüzü de, giyimi de, siyaseti de, milletin gelenekselliğinden ziyade, Batı’ya dönüktü. Demokrat Parti döneminin yeni zenginleri, İstanbul’un “köklü” aileleriyle, “görgülü” zenginlerle hemen kaynaşamasalar da onlar gibi “Avrupaî / Amerikanvarî” yaşam tarzını örnek alıyorlardı. Onlarla iç içe bir yaşam süren azınlıklarsa 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra Türkiye’yi terk etmeye başladılar.

Haberin Devamı

İKİNCİ KUŞAĞIN FIRSATLARI

27 Mayıs Darbesi sonrasında milli sermaye, ölçek büyütüp “ithal ikameci” sanayileşme yolunda ilerlerken, 1940-60 arasında doğan Cumhuriyet’in ikinci kuşağı için eğitim imkanları artmıştı. “Kolej”li, özel şoförlü kızlar İstanbul Maçka’da veya İzmir Kordon’da boy gösterirken, Belgin Doruk, Ayhan Işık ve Sadri Alışık 1962 tarihli, “Küçük Hanım Avrupa’da” filminde başrolleri paylaşıyordu. Aynı dönemde yurt dışına eğitime / staja gidenler tüylü şapkalar ve son teknoloji müzikçalarlarla memlekete dönerken, askerlik görevlerini özel seçilmiş noktalarda yedek subay olarak yapıyorlardı. Sonrasında büyük bir şirkette işe girebilir veya “serbest mesleğe” atılıp iş kurabilirlerdi. Temelleri o dönemde atılan pek çok işletme, yıllar sonra çok büyük şirketlere dönüşecekti.

Haberin Devamı

68 kuşağı öğrencileriyse yurt dışından diplomalarıyla birlikte farklı bir şey getiriyordu: Yepyeni toplumsal fikirler. Bu fikirlerin yayılması için ortam uygundu: Yabancı dilde okuyabilmek entellektüel gelişimde, çeviri faaliyetlerinde önemliydi. 70’lerde varlıklı kesimler için ortalarda görünmek eskisi kadar rahat değildi. Üst sınıflar Moda, Tarabya, Adalar gibi daha içe kapanık mekanlara, kulüplere yönelirken, aynı cemiyetin eğitimli kız-erkek gençleri arasında protest siyasi tavırlar sergileyenlere, toplumcu sanatı, edebiyatı, gazeteciliği seçenlere rastlamak mümkündü.

ÜÇÜNCÜ KUŞAĞIN BÜYÜK DÖNÜŞÜMÜ

1960-80 arasında doğan Cumhuriyet’in üçüncü kuşağı ise öncekilerden çok daha derin bir dönüşüm yaşadı. 12 Eylül 1980 sonrasındaki apolitik ortam ve Özal dönemi, Türkiye’yi büyük ölçüde değiştirdi. Atatürk ve Menderes’in dile getirdiği “milyoner yetiştirme” projesini tam anlamıyla başaran Özal olmuştu. Onun yönetiminde serbest piyasa ekonomisine geçiş, büyük yatırımlar, döviz rejimi gibi politikalar hem zenginlerin, hem de yurt dışına okumaya gidenlerin sayısını hızla artırdı. Diğer bir önemli artış, yabancı sermayede ve turizmde görüldü. Tüm bunlar yabancı dil bilen, iyi eğitimli kitlelere duyulan ihtiyacı “patlattı”. Yabancı dilde eğitim veren okullara girme yarışı hızlandı. Kültürel kodları bu dönemde iyiden iyiye şekillenen “Beyaz Türkler” aslında, hal ve tavır olarak Özal’dan çok da fazla hoşlanmıyor, onu “avam” buluyorlardı. Öte yandan piyasa hamleleri, teknolojiye ilgisi, yurt dışından ve özel sektörden getirdiği prensleriyle Özal, özledikleri liderdi. Kendisi olmasa da politikası beyazdı. Ancak tarihi sorun yine baş gösterdi: Tek Parti dönemi gibi, Menderes gibi, Özal da kendine bağ(ım)lı zenginler yaratmaya meyilliydi! Bu yönüyle ağır eleştirilere maruz kalsa da Özal’ın liderliği, aktif siyasetten çekildiğinde hemen aranır hale gelecekti. Artık Beyaz Türkleri, yeni ve farklı bir dönem bekliyordu...

Haberin Devamı

Hikayemizin devamı, gelecek haftaya.

Yazarın Tüm Yazıları