Dönem dizisi sevdasından vazgeçin, çünkü…

Kudret Sabancı’nın yönettiği ‘Yasak’ da yapamadı. Olmuyorsa olmuyor. Dönem işinin hakkı bir türlü verilemiyor. Yapımcılarımızın projede geçmiş zaman görür görmez kaçmaları için sebep çok!

Haberin Devamı

Basit bir araştırma yeterdi. Mesela Türk Tarih Kurumu’nun belgeseli var, ‘Osmanlı’da Kadın Giyimi’ diye. Prof. Dr. Örcün Barışta anlatıyor. 16’ncı yüzyıldan 20’nci yüzyıla İstanbul’da, hatta Selanik’te ve Mısır’da nasıl giyinilirmiş. Bu saç çıtçıtlarını, fason dantelleri, Lavanta Kostüm’ün envanterindeki tüm vintage kadifeleri basmadan önce bir 10 dakikayla çözülebilirdi. Yoksa bizim genç güzel oyuncu kızlarımız üç etek, ferace, mintan şişman gösterir diye mi Viktoryen olmayı tercih etti? Yoksa tüm sanat ekibiyle beraber kostümcüler de ‘dönem’ lafı geçti mi Downton Abbey’den çakmadan duramıyorlar mı? Calibe’den Lady Mary, Asude’den Lady Sybill, Fevkiye’den Lady Edith olur mu olur diye bir güzel aşırıyorlar mı?
Julian Fellowes’dan Allah razı olsun. Downton ahalisi olmasa elimizde ‘esinlenmelik’ bir Aşk-ı Memnu vardı. Ordan da kostüm adına fazla malzeme çıkmayacağına göre 1892’nin İstanbul’unda adeta bir İngiliz kırsalı havası yaratıyoruz. Lakin, asilzadelerin düğünü Vardar Ovası’yla şenleniyor. Nazım Bey, ne kadar Grantham Kontu Robert Crowley gibi ava çıksa da, Kürdili Hicazkar Longa eşliğinde, Tosun Paşa tadında evleniyor.
Soframızda kristal kadehlerden suyumuzu yudumluyoruz da, köz biberi uyduruk enamel tabakta servis ediyoruz (çünkü aşırı vintage). Ütü suyunu Yalıkavak pazarında 10 liraya satılan (pazarlıkla 7) kuruyemiş kasesinden koyuyoruz.
Esas kızımız güpür dantel gelinliğiyle Kate Middleton’dan hallice ama o sandık lekeli kostümün beline kırmızı kuşak bağlamakla ‘yerel’ oluyor, dönemin hakkını veriyor.
Mutfak ekibi de dönem klişesinin payidarı. Kızıl, tombik Aşçı Saniye Mrs. Patmore, Mehveş Kalfa Mrs. Hughes rolünde. Fıttırık oda hizmetçileri filan da hazır yerini almışken gözlerim bir Mr. Carson arıyor.
Börekli, lokumlu, tavşan yahnili (çünkü avlanan asilzadeler hep tavşan yer), tarak külbastılı, tarak pilavlı (başına tarak koyarsan gelenekselleşir), sütlü muhallebili mutfak ne kadar şarksa, sokak da bir Indiana Jones seti kadar oryantal. Her adımda bir bileyci, kalaycı, şerbetçi, küfeli figüran, envai çeşit turistik esnaf… Ramazan’da Sultanahmet mübarek. Sokağa salınan keçi filan ‘eski İstanbul’ havasına ne katıyor emin değilim ama mesela çarşaflı kadınların dolaştığı mahallenin kızı Calibe ısrarla dantelli tek parça elbiselerini giyiyor. O dönemde onun sınıfındaki kadınlar şalvarın üstüne belden kuşaklı elbiseler giyerken, bizimki elbette Büyük Krallık’ı temsilen leydiliğinden ödün vermiyor.
Hadi tamam diyelim ‘Yasak’ın sanat ekibinin bir bildiği var. Ki mutlaka benden daha çok bildikleri vardır. Neticede Erol Taştan Takva’daki işiyle ödül aldı, kostüm sorumlusu Funda Büyüktunalıoğlu gişeli gişeli sinema filmlerine emek verdi. Bilmedikleri anlar da artık prodüksiyonun fazla detaya girmeye izin vermeyecek bütçesiyle ilgili.
Öyle olsun da, o zaman Kudret Bey bir zahmet Ezgi Eyüboğlu’na tiki Türkçesiyle konuşmamasını söylesin. Dört kişilik senaryo ekibi “Sadece aşkımızın olacağı bir yere gidiyoruz” gibi peynirli satırlar yerine, Nejat’la Calibe’nin ağzına iki özgün söz yazsın. Pırlanta gibi Fikret Kuşkan bu rüküşlüğün arasında harcanıp gitmesin.
Jenerik 20 yıl önce TRT’nin kullandığı fontla akmasın.
‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ rezaleti gibi olacaksa, dış mekanda liman çekimi olmayıversin.
Bazı şeyler olmuyorsa böyle ısrar edilmesin.
Ahkam kesmek kolay da sizin emeğinize yazık.

Yazarın Tüm Yazıları