Sezen Aksu'yu çılgın bir taksici sayesinde tanıdım

Güncelleme Tarihi:

Sezen Aksuyu çılgın bir taksici sayesinde tanıdım
Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2014 01:35

3 sene önce Aya İrini’de tanıştım onunla... İlk defa dinleyecektim kendisini... Sahneye çıkar çıkmaz bunun aslında ilk “tanışmamız” olmadığını anladım. O müthiş sesi birçok kez duymuştum daha önce.

Haberin Devamı

Almodovar’ın “Yüksek Topuklar” filminde “karşılaşmıştık” kendisiyle. “Piensa en Mi” şarkısıyla benim gibi birçok kişinin gönlünü fethetmişti. Maalesef ben onu geç keşfettim. Efsane bir filmin efsane şarkıcısından öte olduğunu anlamam uzun sürdü. Luz Casal’dan bahsediyorum... O, İspanyol pop ve rock tarihinin en önemli isimlerinden biri. 34 yılını müziğe adamış bir sanatçı. 4 sene önce Latin Grammy’lerinde aldığı hayat boyu başarı ödülü, sanatını “tescillese” de, Casal aynı zamanda 2 kez kanseri yenmiş, yaşamın zorluklarına göğüs gererken sesini ve duruşunu kaybetmemiş gerçek bir diva. U2 ve Sting’le sahnesini paylaşmış olsa da onun asıl “parladığı” anlar tek başına şarkı söylediği zamanlar. Küçücük bir kızken bile insanlarla müzikle iletişim kurmaya çalışmış ve kaderi adeta melodilerle yazılmış. “Alma” adlı yeni albümünü çıkardıktan sonra konser için İstanbul’a geleceğini duyar duymaz iletişime geçtim Casal ile. Sahnede devleşen bu muhteşem kadın, konuşurken huzursuz küçücük bir kız gibiydi. Önceleri onun “İngilizcesiyle” benim “İspanyolcam” düello durumundaydı ama gözlerindeki “ışık” yol gösterdi bize. Luz isminin “ışık” anlamına gelmesi de boşuna değilmiş demek ki...
Kısaca onun dünyasındaki notalar yerine kendi dünyamdaki kelimelerle bir portre çizmek için elimden geleni yaptım. İşte bir matador kıvraklığıyla hayatla mücadele eden ve kaderine gülümseyen bu kadının öyküsü...

Haberin Devamı

* Luz Casal’ın “Luz” olduğu günlere, “hayat hikâyenin” ilk sayfalarına dönelim istersen.

- Dönelim dönmesine de baştan söyleyeyim, benim için şarkı söylemek konuşmaktan her zaman çok daha kolay oldu ama sana söz veriyorum röportaj boyunca elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım (gülüyor)...

* Sen daha rahat olacaksan ilk şarkı söylediğin günlerden başlayalım...


- Hislerimi, düşüncelerimi hep müzikle ifade ettim. Kendimi bildim bileli müzikle iç içeyim.

* Ne yani annenden şeker isterken “Evita” müzikalinden bir bölüm mü sahneliyordun?


- (Gülüyor) Keşke hayat dediğin gibi bir müzikal, müzikli bir oyun olabilse... Dönelim senin soruna; annemle babam bendeki cevhere inanıp küçük yaşlardan itibaren bale ve piyano dersi almam için ellerinden geleni yaptılar. İlginçtir, ilk profesyonel sahne deneyimimi bir müzikalde Raquel Meller rolüyle yaşadım.

* Kim bilir, belki ailen de seninle iletişim kurabilmenin yegane yolunun müzik olduğunu fark etmişti.

- Haklı olabilirsin. Diyorum ya, konuşmayı oldum olası sevmedim. Hayatımı müziğin ve kitapların ekseninde, okuyarak ve şarkı söyleyerek şekillendirdim.

* Neden zorlanıyorsun insanlarla iletişim kurmakta? Korkuyor musun konuşmaktan?

- Korku değil ama belki şarkı söylemeyi, derdimi müziğin diliyle ifade etmeyi daha güvenli buluyorum. Bu biraz da benim temkinli yapımdan kaynaklanıyor olabilir. Açıkçası müzikle iletişim kurduğun zaman söylediklerinden pişman olma şansın pek yok gibi. Halbuki konuşurken sarf edilen sözler bazen çok kırıcı olabiliyor.

* Bu söylediğin kulağıma küpe olsun. Ara sıra ben de kendimi melodik bir dille ifade etmeyi deneyeyim.


- (Gülüyor) Keşke herkes öyle yapabilse...

ŞARKILARIM BENİM GÜNLÜĞÜM

* İlk konserini hatırlıyor musun? Yoksa ilk “konferansını” mı demeliyim?


- 9 yaşındaydım. O günden hatırlayabildiğim tek şey yaşlı, kırmızı uzun tırnaklı bir kadının elleri ve piyanodan çıkardığı büyülü sesler... Aa bir de ayakkabılarım yoktu.

* Nasıl yani, evden ayakkabısız mı çıktın?

- Yok hayır, sanırım annem heyecandan sahnede giyeceğim ayakkabıyı evde unutmuştu. Anlayacağın daha ilk konserimde şanssızlıkla tanıştım.

* Kalabalık mıydı ayakkabısız konserin?


- 100 kişi ya vardı ya yoktu. Ama o yaşta sanki tüm dünya beni dinlemeye gelmiş gibi heyecanlıydım.

* Ve derken gün geldi tüm dünya gerçekten de seni dinledi.


- Bu iddialı bir laf olur ama sesimle, şarkılarımla insanların kalbine dokunup iletişim kurabildiğim için kendimi şanslı ve seçilmiş hissediyorum.

* Çoğu sanatçı büyük prodüksiyonlarla, şatafatlı şovlarla sahneye çıkarken senin performanslarında dinleyicilerinle aranda sesin ve müziğinden başka hiçbir şey yok.

- O sanatçılar başka hikâyeler anlatıyor, daha değişik deneyimler sunuyor, farklı tarzlarda ifade ediyorlar kendilerini.

* Sadece sesinin yeterli olduğunu bildiğin için mi böyle yapıyorsun?

- (Gülüyor) Ben oyunu başka şekilde oynamayı tercih ediyorum. Şarkılarım benim günlüğüm, hepsi farklı zamanlardaki beni anlatıyor. Hiçbir şov beni benden daha iyi anlatamaz inan.

İSTANBUL DENİNCE İLK AKLIMA GELEN MİMARİSİ

Sezen Aksuyu çılgın bir taksici sayesinde tanıdım
* Türkiye’ye iki kere geldin. Önümüzdeki günlerdeki programında yine bir İstanbul konseri var?

- Evet 21 Nisan’da Cemal Reşit Rey’deyim. Kayıtlarını Los Angeles’ta yaptığımız “Alma” isimli yeni albümüm ve diğer “günlüklerimle” İstanbul’da olacağım.

* Nedir İstanbul deyince aklına ilk gelenler?

- En başta mimarisi tabii ki. Sonra da bu güzel şehrin yüzyıllardır süregelen kültürel önemi ve edebiyatı.

* Geldiğin zamanlarda hiç Türk sanatçıları dinleme fırsatın oldu mu?


- Yaptığım işin en güzel yanlarından biri de bu. Seyahatlerim sırasında farklı dillerde, farklı hikâyeler dinleyebiliyorum. Özellikle Türkiye gibi çok köklü bir tarihi ve geniş müzik yelpazesi olan ülkelerde yerel şarkıları dinlediğim zaman o ülkenin ruhuyla tanışıyorum.

* Beğeniyor musun peki bizim pop müziğimizi?

- Pop müzik, dünyanın her yerinde birbirine benzer. Bir ülkenin kültürünü ötekilerden ayıran, onun yerel müzikleridir. Ancak Türkiye’de öyle biri var ki, yöresel müzik yapmamasına rağmen, bir tesadüf sonucu müziğiyle beni kendine bağlamayı başardı.

* Bu biraz televizyonlardaki kelime yarışmalarına benzedi. İstersen bir harf ver de tahmin edeyim...


- (Gülüyor) İnan benim için ismini telaffuz etmek zor. Onunla tanışmamız çılgın bir Türk taksici sayesinde oldu. Çılgın diyorum, çünkü İstanbul’daki taksicilerin çoğu öyle... İspanyollar gibi cana yakınlar ama çok daha hızlı kullanıyorlar arabalarını...

* Ee sizin taksiciler de pek yavaş sayılmaz. Neyse biz o sanatçının kim olduğuna dönsek...

- İstanbul’a ilk geldiğimde şehir turu sırasında radyoda bir şarkı çalmaya başladı. Taksici ısrarla kulağını gösterip dinlememi istiyordu. Müzik öyle bir şey ki, o anı yakalayamazsan kaçar ve sen de geri alamazsın. Galiba ona “serçe” diyorlar.

* Doğru cevap Sezen Aksu sanırım.

- Evet, evet! Onu duyar duymaz hayran oldum. Sezen sayesinde şarkıların ve duyguların “ortak diline” bir kere daha inandım. Beş albümü var elimde ve sık sık dinliyorum onları. O taksi şoförü iyi ki “Bak dinle” deyip tanıştırmış beni Sezen’le.

ZEKİ MÜREN’İN MÜZE EVİNİ GEZDİM

* Başka var mı ‘tanıdığın’ Türk sanatçı?


- İsmini tam çıkaramıyorum şimdi. Şarkıları kadar filmleri de meşhur, inanılmaz şatafatlı ve süslü giyiniyor.

* Yine kelime oyununa dönüştürmeden, biraz daha detay versen?


- Hatta müze evine gidip ziyaret etme şansım oldu. Orada kıyafetlerinin hepsini gördüm. Tarzı Liberace’yi hatırlatıyor.

* Zeki Müren olmalı.


- Ta kendisi. Zeki Müren’i de çok severek dinliyorum. Türkçe bilmediğim için söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum ama sesi ve yorumuyla beni çok etkiliyor. Kim bilir o ‘parlaklığın’ içinde ne hikâyeler gizliydi.

Haberin Devamı

PEDRO ALMODOVAR GERÇEK BİR DEHA

* Gelelim hayatını değiştiren isme... Pedro Almodovar...

- Pedro gerçek bir deha. Yaşamımdaki önemini tarif etmem için sözcükler yetersiz kalır.

* Sen yine de bizim için anlatmayı denesen.

- (Gülüyor) Peki nasıl istersen.

* Almodovar’ın “Yüksek Topuklar” filminde şarkın “Piensa en Mi”yi kullanmasını sen de kariyerinde “dönüm noktası” olarak görüyor musun?

Sezen Aksuyu çılgın bir taksici sayesinde tanıdım


- Almodovar sayesinde sesimi daha geniş kitlelere duyurabildiğime eminim.

* Sana neden “Almodovar’ın ilham perisi” diyorlar? Adam çektiği onca filme pek çok şarkı seçti ama seninki aralarından sıyrılıp ölümsüzleşti.

- O şarkı benim en büyük başarım. Pedro’nun araması evrenden bir hediyeydi adeta. Daha senaryo bile ortada yokken film için benden üç tane şarkı yapmamı istedi.

* Peki sence neden o şarkıyı seçti?


- Aslında benim favorim başka bir şarkıydı ama Pedro “Piensa en Mi”yi istedi. Çünkü şarkının sözleri herkese ve her duruma hitap ediyordu. Öyle sözler ki, bir erkek erkeğe, bir kadın kocasına, hatta bir baba oğluna söyleyebilir ve her seferinde de farklı duygulara tercüman olabilir.

* “Eşit imkan sunan” bir parça diyorsun yani...


- Aynen öyle. Bu arada “Piensa en Mi”yi kaydetmek için stüdyoya girdiğimizde bile hâlâ filmin senaryosundan eser yoktu.

* Şarkın filme ilham kaynağı oldu diyebiliriz o zaman...

- Onu Pedro’ya sormak lazım. Kesin olan, “Yüksek Topuklar” için seçilen ilk şarkının o olduğu...

* Hâlâ görüşüyor musunuz Almodovar ile?

- En son Monaco’da karşılaştık. Hayatımın sonuna dek ondan saygıyla bahsedeceğim. Pedro’nun gerçekten kalbimde çok özel bir yeri var.

* Haydi biraz da dedikodu yapalım. Genelde dehaların egoları da akılları gibi büyük olur. Zor muydu Almodovar’la çalışmak?


- Pedro’nun dünyasında her şey çok hızlı. Düşünebiliyor musun bir günde iki şarkının stüdyo kayıtlarını bitirdik. Ama onu anlayıp, temposuna alışabilirsen, çalışmak hiç de zor değil aslında. Pedro neyi, ne zaman ve nasıl istediğini çok iyi bilen net bir adam. Dedim ya o gerçek bir dahi. Hayatında “belki”lere yer yok. Onun için “evet” veya “hayır” var.

* Sadece Pedro’nun değil, pek çok İspanyol filminin sesi sensin. “İçimdeki Deniz”in müziği de sana ait.

- Aa Türkiye’de biliniyor mu o şarkı? Çok sevindim, bu konserimde onu da söyleyeyim.

Haberin Devamı

KANSERLE YAŞAMAYI ÖĞRENDİM

* Caz, flamenko, rock derken söylemediğin müzik türü kaldı mı?

- Şimdiye dek hiç opera söylemedim.

* Her an onu da yapabilirmişsin gibi bir halin var.

- (Gülüyor) Neden olmasın? Benim amacım dinleyenlerin duygularını okşayabilecek şarkılar bulup seslendirmek. Müzik konusunda zevklerimin ve yapabileceklerimin sınırı yok.

* Çocukluğundan beri hayal ettiğin işi yapıyorsun, bir sürü sevenin ve hayranın var ama yaşadığın...

- (Sözümü bitirmeme izin vermiyor) Sıra hastalığıma geldi... Baştan söyleyeyim, kötü sandığın olaylar bile hayatını iyileştirip bir sürpriz haline gelebiliyor.

* Biraz o zor günlerini anlatır mısın?

- 2007 yılında bana meme kanseri teşhisi konuldu. Hepimizin hayatında iyi ya da kötü sahneler vardır. Durumu değiştiren senin bu sahnelere karşı takındığın tavırdır. İnan bana o acıyla yaşamayı öğrenmek benim için çok anlamlı oldu.

* Peki bu özel “sahneyi” neden herkesle paylaştın?

Sezen Aksuyu çılgın bir taksici sayesinde tanıdım


- Ben tüm yaşamım boyunca insanlarla yüz yüze ilişkiler kurmaya çalıştım; buna hayranlarım da dahil. Hastalığımı da, kanseri yenme sürecimi de onlarla paylaştım. Hatta kendimi daha iyi ifade edebilmek adına, kemoterapi deneyimimi anlatan “Vida Toxica” (Toksik Hayat) isimli bir albüm bile çıkardım.

* Derken bir kötü “sürpriz” daha.

- 2010 yılında diğer göğsümde de kanser çıktı. Aynı acılardan ve aynı yollardan tekrar geçmek zorunda kaldım.

* İsyan edip ‘Neden ben’ demedin mi?


- Desen ne olur ki? Söylediğim gibi sorunlara karşı duruşun, her türlü durumu kontrol edebilmeni sağlıyor. Kanser bana genetik bir miras. Ailemden pek çok kişi aynı acıyı tattı. Yaşadıklarım, benim dramatik filmimin birer sahnesi. İspanyolcada güzel bir deyim vardır; boğayla karşı karşıya geldiğinde gerekeni yapacaksın.

* Tıpkı bir matador gibi.

- Aynen öyle. Ben de bir matador gibi karşımdaki boğayla mücadele ettim. Defalarca hastaneye gittim, saçlarımı ve iştahımı kaybettim ama pes etmedim.

* Bu zorlu deneyimden ne öğrendin?

- Her türlü problemi olan insana karşı daha duyarlıyım artık. Sadece hastalıktan da bahsetmiyorum, para sorunları hatta cinsel problemleri olan kişilere karşı bile daha hassasım. Yaşamam gerekiyormuş ki yaşamışım hepsini ama artık her şey geride kaldı. Hayata güçlü tutunursan yenemeyeceğin zorluk yok.

* Yaşamındaki öncelikler değişti mi kanseri yendikten sonra?

- Hayattaki amacımla ilgisi olmayan şeyler için zaman kaybetmiyorum artık. Önceliğim yaşamak! Bir de sevdiklerime “Seni seviyorum” demeyi ertelemiyorum.

Haberin Devamı

DİVA KAPRİSLERİM YOKTUR

* Sana “İber Yarımadası’nın Divası” diyorlar. Diva isteklerin ve kaprislerin oluyor mu?

- Hayır, asla olmuyor.

* Haydi itiraf et, mutlaka vardır birkaç istek... Kulise orkideler, şampanyalar ya da organik yiyecekler istemiyor musun?

- (Gülüyor) Böyle taleplerim kesinlikle yok. Türkiye’ye gelirken de böyle bir listem olmadı, istersen kontrol de edebilirsin. Kuliste bulduklarımın benim için sürpriz olması, çok daha heyecan verici.

* Kuliste değil ama sahnede divasın.


- Bak o konuda haklısın. Sahnede divayım. Perde açılıp orkestra çalmaya başlayınca, ben de mikrofonun arkasına geçince tüm deneyimlerimden, fikirlerimden, duygularımdan, arzularımdan aldığım inanılmaz bir güç var.

* Sahnede egoya izin var yani.

- Var ama öyle “Saçıma, kıyafetime ve sadece bana bakın” gibi bir ego değil bu. Ben sahnede sesimle varım. O duyduğun seste de tüm hayatım, daha doğrusu “ben” gizli.

Haberin Devamı

ÖZGÜR DEĞİLSEN AŞKI HİSSEDEMEZSİN

* Romantik şarkıların yıldızının hayatında romantizme ne kadar yer var?

- İnanır mısın, romantik şarkılarla anılmam bana çok garip geliyor aslında.

* O neden?

- Çünkü bunca parçamın arasında sadece birkaçı tam anlamıyla aşk şarkısıdır. Benim şarkılarım aslında özgürlük şarkılarıdır.

* Romantizm sorusunu da tam bir politikacı edasıyla es geçtin.

- (Gülüyor) Eğer özgür değilsen aşkı hissedemezsin. Bu yüzden özgür ve tutkulu olmanın romantizmden daha çok önem taşıdığına inanıyorum. Sakın unutma, özgürlük yoksa aşk da yoktur.

* Yıl 2014... Tam anlamıyla özgür müyüz sence?

- Birçok ülke zor dönemlerden geçiyor. Türkiye de bunlardan biri. “Geçmiş” gibi ağır bir yük taşınırken özgürlük uğruna politik ve toplumsal çatışmaların yaşanması da çok normal. Ancak her şey çok iyi olacak, bana inan.

* Biraz Pollyanna gibi olmadı mı?

- Ben körü körüne iyimserlik yapmıyorum. Evet toplumsal depremler oluyor, pek çok şey yaşanıyor ama her büyük patlamanın ardından daha temiz ve taze bir oluşum ortaya çıkar. Tanrı bu dönüşüm süreci içinde Türklere de, dünyadaki herkese de yardım etsin.

* İspanya’da süregelen ekonomik krizden sen de etkilendin mi?

- Etkilenmez olur muyum? Şu an her şey daha iyi gidiyor olsa da müzik piyasası için durum hâlâ vahim, çünkü İspanya’da sanat ve kültür alanında faaliyet gösterenlerden çok fazla vergi alınıyor.

* Ekonomiyle senin de sanatsal özgürlüğün kısıtlanıyor bir nevi.

- Öyle de diyebiliriz. Ben imkanlarım dahilinde bu konuda sesimi duyurmak ve değişim yönünde adımlar atılmasını sağlamak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

* Senin kadar ünlü bir sanatçı politik görüşünü açıkça belli etmeli mi?

- Başkaları adına konuşamam ama ben hayatım boyunca politik görüşlerimi belirtmekten hiç çekinmedim.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!