Sofrada ekmek derdi varken öğretmenlere daha fazla maaş vermek!

Güncelleme Tarihi:

Sofrada ekmek derdi varken öğretmenlere daha fazla maaş vermek
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2014 09:00

Nedendir bilmiyorum ama bizde eğitim sorunları ekonomik sorunlardan bağımsız bir başlık altında ele alınır. Bu nedenle de eğitimle ilgili talepler ekonomik realiteler gerekçe gösterilerek ikinci plana itilir.

Haberin Devamı

Örneğin, öğretmenlik mesleğinin prestijinin yükseltilmesi ya da okul öncesi eğitimin ülkenin tamamına yayılması gibi talepler ülkenin ekonomik koşulları henüz hazır olmadığı için dikkate alınmaz. Sofrada ekmek derdi varken öğretmenlere daha fazla maaş vermek, işsizlik bu kadar yüksek iken kaliteli okul öncesi eğitimi ülkeye yaymak abesle iştigal olmasa da gayri gerçekçi talepler olarak görülür. Yani önce ekonomik kalkınmamızı gerçekleştireceğiz sonra eğitime daha fazla yatırım yapacağız! Bu yazı yukarıdaki mantığı eleştirmek için kaleme alındı.

Eğitim talebi ekonomik kalkınmanın bir sonucu mudur? Yoksa kaliteli eğitim olmadan kalkınmak mümkün müdür?

Bu sorulara yanıt vermek için dilerseniz önce ülkemiz ekonomisinin bir fotoğrafını çekelim. Ekonomik kalkınmanın temel göstergesi kişi başına düşen milli gelirdir. Aşağıda paylaştığım grafikte Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri artışının 1960’dan 2012’ye kadar olan seyrini izleyebilirsiniz. Grafikte de görebileceğiniz gibi reel 10 yıllık dönemlerde ortalama yüzde 45’e denk gelen bir gelir artışı söz konusu.
Biliyorum pek çoğunuz bu veriye itiraz edeceksiniz zira ‘Türkiye ekonomisi son 10 yılda 4 kat büyüdü!’ sözünü de çok duyuyoruz, ki bu veri de doğru bir veridir. Yani hem kişi başı milli gelir son 10 yılda reel olarak yüzde 45 arttı, hem de Türkiye ekonomisi aynı dönemde 4 kat büyüdü. Bu iki verinin de doğru olduğunu bir evvelki cümleyi dikkatli okuyan okurlar fark etmiştir. Birinci veri kişi başına reel artışı, ikinci veri ise ülke ekonomisindeki nominal artışı işaret ediyor. Gelir hesaplarında aslolan satın alma gücü olduğu için tabii ki bakmamız gereken veri reel artış verisidir zira cebinizdeki paranın üzerinde ne yazdığı değil, o paranın piyasada neyi satın alabildiği önemlidir.

Haberin Devamı

Bir ülkenin ekonomik olarak kalkınmışlık seviyesini anlamak için asıl bakmamız gereken veri o ülkenin kendi içinde nereden nereye geldiği değil o ülkenin dünyada nereden nereye geldiğidir. Kapalı bir ekonomik sistemde kendi içinizde mucizeler başardık diyebilirsiniz ama içinde bulunduğumuz global rekabetçi piyasa koşullarında böyle bir seçeneğiniz yok. Dünya ekonomisinin hızla entegre olduğu bir çağda başarı kriteri sizin benzer ülkeler arasındaki konumunuzu ne kadar güçlendirdiğinizle ölçülür. Bu bağlamda Türkiye’nin ekonomik kalkınmışlığı hakkında daha gerçekçi bir fikir elde etmek için bize benzer beş ülkenin 1960 sonrası ekonomik gelişimini de ekteki grafikle gösterdim (veriler Dünya Bankası Databook veri tabanından alınmıştır).

Haberin Devamı

Bize coğrafi ve demografik bakımdan benzeyen ekonomilere göre Türkiye dünyanın neresinde?

Trend analizinden de görebileceğiniz gibi kişi başı milli gelirde 1960’da Türkiye az farkla Yunanistan’ın ardından ikinci sırada yer alıyor. Ancak 1970’lerden itibaren Yunanistan aradaki farkı açıyor ve daha da önemlisi İspanya bizi geçiyor. 1980’lere geldiğimizde uzunca bir süre bizi geriden takip eden Güney Kore de ekonomik olarak ciddi bir sıçrama yapıyor. Belki sizi şaşırtacak ama 200 milyon nüfuslu Brezilya da 2000’li yılların sonuna doğru bir atak yapıyor ve bizi geride bırakıyor. Sonuç itibariyla 1960’da yakın ara lider başladığımız yarışı 2012 yılında sonuncu olarak devam ediyoruz.

Haberin Devamı

Peki bu beş ülke yerine dünya ortalaması ile kıyasladığımızda durum ne derseniz orada da şunu görüyoruz: Dünya ne kadar kalkındıysa biz de o kadar kalkınmışız! Yani Türkiye’nin milli gelir seyri ile dünya ortalamasının yıllar içerisindeki seyri neredeyse birebir örtüşüyor. Örneğin, 2000’li yıllarda tüm dünya bir atağa kalkmış ve dünya ortalaması sıçramış, biz de sıçrama yapmışız. Öte yandan Avrupa Birliği ya da OECD ortalaması ile Türkiye’yi kıyasladığımızda aradaki gelir uçurumunun son 10 yılda açılmaya devam ettiğini görebiliriz. Yani kendi içimizde her ne kadar mucizeler başardığımızı düşünsek de dünyadaki rekabetçi ortamda giderek geriye düşüyor ve dünya ortalamasına yaklaşıyoruz.

Haberin Devamı

Bütün bu ekonomik verileri şunun için veriyorum. Türkiye son yıllardaki başarısına rağmen ekonomik olarak dünyada hedeflediği noktaya gelebilmiş değil. Hatta biraz daha teknik bir terimle ifade edersek Türkiye ekonomistlerin ‘orta gelir tuzağı’ dediği kişi başı 5-15 bin dolarlık milli gelir bandına sıkışıp kalmış onlarca ülkeden biri. Ekonomistlerinin dikkat çektiği gibi milli geliri bu aralıkta olan ülkeler oldukça kısa sürede mesafe katedebiliyor. Örneğin, yıllık geliri 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkan ülke bulmak çok kolay. Türkiye’nin son yıllarda yaptığı da buna bir örnek. Ama nadir olan ülkelerin 10 bin dolardan 20 bin dolara çıkması. Son yılarda bu gelir eşiğini sağlayan ülkelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İspanya, Yunanistan ve Güney Kore bu anlamda orta gelir tuzağını başarıyla atlatmış sayılı ülkeler arasında yer alıyor.

Haberin Devamı

Eğitim-refah ilişkisi

Şimdi yazının başlangıcında sorduğumuz soruya, yani eğitimle refah arasındaki ilişkiye dönelim. Evet belki orta gelir tuzağı içindeki ekonomik büyüme sürecinde eğitim ikincil kalabilir zira bu süreçte doğal kaynaklar, tarım ve inşaat gibi sektörler büyük bir rol oynayabiliyor. Ancak bu sektörlerin hiçbiri bir sonraki süreçte, yani orta gelir tuzağını aşma sürecinde, yeterli olmuyor. Çünkü ekonominin birinci ligine çıkmanın yolu eğitim ve ekonomi arasındaki ilişkiyi tersine çevirmekten geçiyor. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu orta gelir tuzağından önce kalkınma, sonra eğitim mantığı ile çıkamayacak. Tam tersine Türkiye gibi ülkelerin yapması gereken eğitimi kalkınmanın lokomotifi yapmaktır. Nitekim son yıllarda bizi geride bırakan Brezilya’nın bütçeden eğitime en fazla para ayıran ülke olması ve bulduğu yeni petrol rezervlerinden gelecek geliri doğrudan eğitime kanalize etmesi dikkate alınması gereken bir stratejik hamledir.

Türkiye’yi ekonomik anlamda şimdiye kadar geldiği noktaya, eğitimi öncelik yapmak zorunda kalmadan gelebildi. Ancak Türkiye’nin orta gelir tuzağını aşıp yurttaşlarına dünyadaki gelişmiş ekonomilerin sunduğu yaşam standardını sunabilesi için katma değeri yüksek sektörlerde istihdam yaratacak işgücü yetiştirmekten başka çaresi yok. Bu anlamda elbette eğitimle birlikte toplumsal yaşamın her alanında ortak aklı harekete geçirecek demokratik kurum ve kuralların hayata geçirilmesi de bir eş önceliktir. Bu yazının konusu eğitim olduğu için demokratik reformlara girmiyorum ancak eğitim alanında somut olarak atmamız gereken adımlar konusunda sizleri geçtiğimiz ay yayınladığımız ‘PISA 2012 Değerlendirmesi: Türkiye için Veriye Dayalı Eğitim Reformu Önerileri’ raporuna göz atmaya davet ediyorum http://www.tusiad.org/__rsc/shared/file/TUSIAD-pisa-rapor-BASKI.pdf

Uluslararası geçerliği en yüksek veri tabanı olan PISA’nın bir ekonomi kuruluşu olan OECD tarafından geliştirilmiş olması tek başına bu yazının başlığında altını çizdiğim noktanın isbatı aslında. Dünya farkında bunun çoktan ama biz de uyansak iyi olacak çünkü eğitim demek ekonomi demektir! Tam da bu nedenle asıl sofrada ekmek derdi varken öğretmenlere daha fazla maaş vermek gerekiyor.

1960-2012 Kişi Başı Milli Gelir Trendi (Türkiye, Brezilya, Kore, Yunanistan ve İspanya)

Sofrada ekmek derdi varken öğretmenlere daha fazla maaş vermek

@selcukRsirin

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!