Tadında bırakamayanlar

Önceki gün Mad Men’in yaratıcısı, yapımcısı ve yazarı Matthew Weiner ile bir tele-konferans görüşmesi yaptık.

Haberin Devamı

Pek yakında “Don Draper” Jon Hamm ve ardından Matthew Weiner ile gerçekleştirdiğimiz röportajı Kelebek sayfalarında okuyacaksınız. Weiner, son sezona dair herhangi bir ipucu vermiyor. Bu “önlem”, çağın fısıltı gazetesi sosyal medya varlığında gayet anlaşılabilir. Zira haberlerin yayılma hızı malum. Daha ajanslar geçmeden olan biteni duyuyoruz. Dizinin son sezonu olmasıyla ilgili ne hissettiği soruldu Weiner’a. Cevabından bizim televizyoncular “kıssadan hisse” çıkarabilir: “Bir işi bitirmek istemezsiniz” diyor Weiner. “Bir işe biteceğini düşünerek başlamazsınız, dolayısıyla bu dizinin nasıl biteceğine dair bir fikrim hiçbir zaman yoktu” diyerek sözlerini sürdürüyor. Televizyon tarihine geçmiş bu müthiş dizinin yaratıcısının bu sözleri esasında basit ama son derece çıplak bir
gerçekliğe işaret ediyor:“Televizyondaki krallığınız sonsuza kadar sürmez.” Doğru bir söz. Mad Men’i ağzında buruk bir tatla hatırlamayacak kimse... Zira Weiner, efsane olarak kalmanın altın kuralını yerine getiriyor: “Tadında bırak.”
İnsan ister istemez bizim televizyon dünyasını düşünmeden edemiyor. Tadında bırakılmayıp sakız gibi uzatılan dizileri... Televizyona, iktidara yapışan politikacı gibi yapışmış, dönüşmesi gerektiğini fark edememiş, gerçeklikten koptuğu için hâlâ “Ben ne yapsam izlenir, zaten sürekli farklılık yaratıyorum” diyen fakat yaratamayan ve artık kimsenin izlemediği şovmenleri... Dönüşen ve değişen medyanın hâlâ 90’lardaki beklentiler içinde olduğunu sanan televizyona çıkma heveslilerini...
Bizim için işin en içler acısı tarafı ise şu: Televizyon programlarının bu kadar yerlerde sürünmelerinin sebebi tek, şark kurnazlığı. Tek motivasyon para kazanmak olduğu için uzun vadede düşünmek, nitelikli program yapmak gibi dertler söz konusu değil. İki saat televizyon izlediğinizde (herhangi bir program olabilir bu, ister evlilik programı, ister dizi, ister tartışma programı, fark etmez) beyninizin lapalaştığını işte tam olarak bu yüzden hissediyorsunuz. Televizyon programlarındaki niteliksizlik, yavaşlık ve vizyonsuzluk insan beynine hakaret gibi. Beyin de ne yapsın garibim, “Ben bu kadar yavaş çalışmaya alışık değilim, rica ediyorum kapat şu televizyonu ya da bana nitelikli bir şeyler göster” diyor. Siz izlemeye devam ettikçe lapalaşarak tepkisini ortaya koyuyor.

Kanserli bir sistem
Tek dert niteliksizlik değil tabii. Ses ve yetenek yarışmaları gibi üstün yetenekleri ortaya çıkarma ve yükseklere taşıma potansiyeli olan yarışmalar da günlük reyting ve (elbette) para kazanma üzerine yoğunlaştığı için, bir sezon zirvede olan şarkıcıyı yarışmadan sonra asla hatırlamıyorsunuz.Sistem Amerika’dakinin aksine çalışıyor ve yetenek çöpe atılıyor. (Yetenek üzerinden reyting yapıldı, para kazanıldı, gerisini boşver.) Bundan sonra albümdü, kariyer yatırımıydı, kimse bu riske girmek istemiyor. Her nasıl kimi yapımlar ve kişiler işi tadında bırakamıyorsa, bir de “tadına bakarak çöpe atma” var ve ne yazık ki televizyonlarımızdaki sistem bu iki uç arasında gidip gelmek suretiyle yürüyor.Belki Amerika’da, Avustralya’da veya “Avrupa’da sağlam bir televizyon programı yapmak, bir yetenek yarışmasına katılmak nefis bir kariyer imkanı yaratabilir ancak Türkiye’de her alandaki “Suyunu çıkaralım, olmadı tadına bakarak atalım, şark kurnazlığına oynayalım ama yeter ki para kazanalım, başka derdimiz olmasın” sistemi bir türlü değişmiyor.
Bu berbat matematiğin dönüşmesinin artık vakti çoktan geldi, hatta geçiyor.Tabii bu kemikleşmiş ve belli çarpıklıkların varlığında para döndürebilen çarklının dişlileri arasına çomak sokacak bir cengaver lazım. Bakalım o kahraman kim olacak...

Yazarın Tüm Yazıları