Tutkuyla bir kente bağlı olmak

Haberin Devamı

İZMİR’de doğdum; anne, babam da İzmir’de doğmuşlar. Onların anne, babaları da... Ne kadar zamandır buralı olduğumuzu epeyce araştırdım, yazmaya kalksam sayfalar dolar, belki de birkaç ciltlik kitap olur. Biraz da eskilere gittiğimde geniş bir coğrafyayı konuşmamız gerekecek çünkü...
Herkes gibi, hepimiz gibi...
Aslında hem önemi var, hem yok.
Var; insanın kökenini, geçmişini bilmek, gelenekleri yaşatmak, alışkanlıkları gelecek nesillere aktarmak açısından güzel bir şey...
Yok; çünkü insan kendini nerede iyi hissediyor ve yaşamak istiyorsa vatanı orasıdır aslında...
İstanbul ise İstanbul, İzmir ise İzmir... Paris, Londra ya da New York...
Sonuçta ne fark eder ki, mutluysan...
Ailede tarihe meraklı olanlar soy ağacımızı çıkardı. Asmaya kalktım, evde o büyüklükte bir duvar bulamadım. Evimdeki arşivde en fazla dikkat ettiğim eserlerden biri, arada bir açıp bakıyorum. Dediğim gibi vaktim olsa, oturacağım bilgisayarımın başına kendi aile öykümüzü bir kitap haline getireceğim. Çünkü müthiş insanlar tanıdım, olağanüstü ilginç öyküler dinledim her birinden... Söz verdim kendime ama, bunu mutlaka yapacağım.
İzmir’i anlatan güzel bir kitap olacağına şimdiden eminim.

Karşıyaka’da oturduğumuz evin üst katında İtalyan bir aile yaşardı. Mahallemizde bir de Fransız aile vardı. İlkokula gidinceye kadar en iyi arkadaşlarım o ailelerin çocukları oldu. Çocuklar benim kadar iyi Türkçe konuşuyorlardı. Sadece onlar değil, anne, babaları, büyükanneleri, büyükbabaları da öyleydi. Öykülerini dinleyince anladım ki, hepsi bizler kadar İzmirliydi, belki de bizden eski İzmirlilerdi. İzmir’i çok seviyorlardı, Türkiye dışında bir başka yerde yaşamak istemiyorlardı.
Belki de onlardan etkilendim, ikisi de Saint Joseph’e gideceklerini söylüyorlardı. Ben de öyle yaptım. Sınavlara girerken “Saint Joseph olmazsa başka yeri istemiyorum” dedim.
Saint Joseph’in kapısından içeri girerken “Levanten” sözcüğünün anlamını tam olarak bilmiyordum. Okulun ilk günlerinde anladım ki, Saint Joseph de bizim mahalle gibi... İzmirli Levanten ailelerin çocuklarının neredeyse tamamı bu okuldaydı. Kendimi hep şanslı hissetmişimdir. Müthiş arkadaşlıklar edindim, hepsi kardeşim gibi yakın oldular bana... Çok farklı kültürlerden geliyorlardı, ama hepsi de İzmir’i benim gibi tutkuyla seviyorlardı.
Kimisinin ailesi 18’inci yüzyılda, kimisinin 19’uncu yüzyılda gelmişti. İtalya, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya gibi ülkelerden ticaret yapmak amacıyla İzmir’i tercih etmişlerdi.

Bu yakın dostlarımdan ve ailelerinden çok hikaye dinledim. Merak ettiğim için de çok kitap okudum. Şimdi sayılarını bilemiyorum ama İzmir’deki Levanten nüfusun 19’uncu yüzyılda toplam şehir nüfusunun en az yüzde 8’i, en çok yüzde 17’isine denk geldiği söyleniyor. İzmir’in o kültürel zenginliğini düşünsenize...
Şunu biliyorum...
Levanten ailelerin çoğunu tanıdım, bazıları hala çok yakın dostlarım...
Bu ülkenin geleceğine geçmişte olduğu gibi hep inandılar, İzmir’i çok seviyorlar ve İzmir’den başka bir yerde asla yaşamak istemiyorlar.
Dün de öyleydi, bugün de öyle...

Haberin Devamı

Tutkuyla bir kente bağlı olmak

Haberin Devamı

O bir İzmir aşığıydı

İŞTE o tutkulu kadınlardan biri geçen gün aramızdan ayrıldı. Mirielle Penzo... 106 yaşına girmesine 15 gün kalmıştı. İzmir’in en uzun yaşayan Levanteni oldu. İzmir’de doğdu. İyisiyle kötüsüyle, yangınıyla şenliğiyle İzmir’i dolu dolu yaşadı. İzmir’i çok sevdi. Sevmek ne demek, aşık oldu. Mirielle Penzo, 1860’ta Sakız’dan İzmir’e göç eden Cenevizli bir ailenin çocuğu olarak 1909’de doğduğunda İzmir, Osmanlı yönetimindeydi. Çocuk yaşta babasını kaybetti, 1922’deki büyük yangında ise 96 yaşındaki babaannesinin yanarak ölmesinden çok etkilendi ve korkudan bir süre için dili tutuldu.
İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Rumca ve Türkçe’yi ana dili gibi konuşurdu, on parmak daktilo bilirdi. Kışın Alsancak’ta, yazın Çeşme’de olmayı severdi. Mirielle Penzo yakın dostum Marek Penzo’nun annesiydi. Marek Penzo diyor ki:
“Hep düzenli bir hayat sürdü. Kilosuna, uykusuna, yeme içmesine her zaman çok dikkat ederdi. Her gün mutlaka 14.30-16.30 arasında siestasını yapardı. Zarif bir insandı. Çok dostu vardı, onlarla birlikte vakit geçirmeyi çok severdi. Her gün düzenli Alyans Kulüp’e gider bricini oynar ve akşam yemeği için eve dönerdi. Neredeyse hiç doktora gitmedi. Bir trafik kazası sonucunda kırılan ayağı için yattığı iki gün hariç bütün hayatı boyunca tek bir kez bile hastaneye yatmadı. İzmir’i hep çok sevdi...”
Biz de bu arkadaşlarımızı, dostlarımızı hep çok sevdik. İzmir böyle güzel...

Yazarın Tüm Yazıları