Meydan: ‘Hepimiz ordaydık…’

Güncelleme Tarihi:

Meydan: ‘Hepimiz ordaydık…’
Oluşturulma Tarihi: Mart 01, 2014 01:42

‘En iyi belgesel’ dalında Oscar’ın en büyük favorisi olarak gösterilen ‘Meydan’, Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden General Sisi’nin duruma el koymasına kadar geçen sürede devrimin geçirdiği evreleri anlatan son derece etkileyici bir çalışma.

Haberin Devamı

‘Mısır halkı asla başkaldırmaz ama bu kez bizi bu noktaya kadar getirdiler…’ Orta yaşlı bir kadın Tahrir Meydanı’ndaki gösteriler sırasında böyle diyordu karşısındaki görevli subaya… Yarın gece yarısından itibaren dağıtılacak Oscar’larda ‘En iyi belgesel’ dalının en güçlü adaylarından biri olan ‘Meydan’ (Al midan), sadece o kadının değil 30 yıllık bir diktatörlüğü devirdikten sonra farklı yerlere savrulan bir devrimin kimi bileşenlerinin yaşadıklarını son derece etkileyici, gerçekçi, yer yer umut, yer yer hüzün, yer yer acı, kan ve gözyaşı görüntüleri eşliğinde perdeye taşıyor ve tarihe kendince derin ve unutulmaz bir iz bırakıyor…
1974 doğumlu kadın yönetmen Jehane Noujaim’in (ki daha önce 2004 yapımı çalışması ‘Control Room’la tanınmıştı) imzasını taşıyan ‘Meydan’, ‘Arap Baharı’nın en güzel estiği yerlerden birinin hikâyesini anlatıyor. 2011’de Mısır halkı, ‘Yeter artık’ dedikleri Hüsnü Mübarek’e karşı birleşip sokaklara dökülerek diktatörü istifaya zorluyorlar… Sonuç da alıyorlar. 30 yıllık zulüm dönemi kapanıyor. Lakin merkez üssü Tahrir olan (kendi deyimleriyle) gerçekleştirdikleri devrimlerinin ardından yönetime el koyan ordu, eski rejimin alışkanlıklarını sürdürüyor. “Madem öyle” diyor devrimin bileşenleri, “Tekrar Tahrir’deki yerimizi alırız…” Nitekim alıyorlar da… Ödedikleri bedel de yüksek oluyor (çünkü aralarından bazıları canını kaybediyor). Bu sırada orduyla işbirliği yapan ‘Müslüman Kardeşler’, yapılan seçimde yüzde 51’lik bir oranla iktidara geliyor. Başa geçen Dr. Muhammed Mursi, giderek Mübarek’in de ötesinde yetkilerle donanıyor ve devrimden bambaşka beklentileri olan kesimlerle problemler yaşıyor. Bu noktada devreye tekrar ordu giriyor ve Mursi’yi deviriyor…
Noujaim, bütün bu yaşanan süreci en başından alarak aktarmış. Filmin asıl anlatıcısı 20’li yaşlarındaki Ahmet Hasan. Devrimin bütün enerjisini, ideallerini, özgürlük arayışını ve eylemci ruhunu üzerinde taşıyan bu genç direnişçi, yaşananları bize bir anlamda her anıyla ve her dönemeciyle aktarıyor. Öte yandan bu sürecin başka tanıkları da film boyunca devreye giriyor. Özellikle ‘Uçurtma Avcısı’ (The Kite Runner’) filmindeki rolüyle tanınan ve eylemlerde aktif olarak yer alan Mısırlı genç aktör Khalid Abdalla, ‘Müslüman Kardeşler’ üyesi Magdy Ashour (ki bence öyküdeki en ilginç karakterlerden birisiydi, çünkü ait olduğu örgütün refleksleri yüzünden direnişteki en yakın arkadaşlarıyla problem yaşama durumuna geliyor), devrimin şarkıcısı olarak tanınan Ramy Essam, Hıristiyan asıllı eylemci Pierre gibi yan karakterler de devreye girerek ana resmin tamamlayıcısı oluyorlar.
‘Meydan’ solcusu, sağcısı, ‘Müslüman kardeşler’ üyesi, Hıristiyanı derken ‘Mübarek rejimi’ altında ezilen onca insanın ortak öfkeleri ve nihayetinde başkaldırılarıyla ivme kazanan bir devrim hareketinin, giderek kendi evlatlarını yemesini ve bugün gelinen noktadaki problemlerin nereden kaynaklandığını tüm çıplaklığıyla aktarmadaki başarısıyla dikkat çekiyor. Elbette ‘Müslüman Kardeşler’den yana tavır koyanlar bu belgeselden hoşlanmayacaklar ve taraflı olduklarını iddia edeceklerdir. Elbette ‘Darbeci Sisi’nin, seçilmiş bir hükümeti devirmesi onaylanacak bir hareket değil, lakin Mursi’nin tıpkı bizde olduğu gibi demokrasinin kendine tanıdığı haklarının ötesine geçerek bir nevi ‘Tek adamlık’ bir sistem dahilinde kendi iktidarının mutlakiyeti sağlamak adına attığı adımları da ‘Meydan’ gayet açık bir dille anlatıyor, daha doğrusu aktarıyor.

Haberin Devamı

‘Gezi’nin ruh ikizi!

Haberin Devamı

Öte yandan şöyle de bir mesele var: Kuşkusuz Türkiye gibi bir coğrafyaya ait olmak, filmi izleme konusunda sizi bambaşka bir ruh durumuna sokuyor. Öncelikle ‘Meydan’ bize ‘özel’ olarak bir şeyler göstermekten çok hatırlatıyor. Çünkü film boyunca kameranın gezindiği insan profillerinde, öykülerde, dramlarda, acılarda ve sevinçlerde ‘Gezi’nin ruh ikizlerine rastlıyoruz. Orada ne olmuşsa, enikonu burada da aynı şeyler yaşandı. Sadece dinamikler farklı; ‘Meydan’da 30 yıldır süren bir diktatörlüğe karşı başkaldıran bir halk ve bu başkaldırıda birlikte yürüdükleri bir grubun, iktidar olma adına kitlelerle yol ayrımına gitmesi anlatılıyor. Burada ise ‘Gezi ruhu’ çok şükür ki fire vermedi ve isyanını, gerektiği her anda ve eylemde sürdürmeye kararlı. Lakin yine ‘Meydan’la ‘Gezi ruhu’nu birleştiren bir şey var: Bitmemişlikleri ve gelenekselle (bunu ‘Başkaldırı gelenekleri’ açısından söylüyorum) olan farklılıkları.
Neyse, lafı uzatmaya gerek yok. ‘Meydan’ bence herkes tarafından görülmeli ama en çok da direniş ruhu’ asla ve asla kaybetmeyecekler tarafından…
Öte yandan şu saptamada da bulunmak gerekiyor sanırım: Tahrir’in kendini son derece doğru gözlemlere ifade edebilmiş bir filmi var, ‘Gezi’nin dört başı mamur bir filmi için belki zaman daha erken ama ‘Hayatımızın en güzel yazı’ da görsel açıdan ‘Meydan’ benzeri bir çalışmayı çoktan hak ediyor…

**

Haberin Devamı

Aile Sırları:
Amerikan usulü ‘Taşra sıkıntısı’…

David Lynch için Amerikan taşrası tekinsizliğin de ifadesidir… Tracy Letts’in 2007’de Pulitzer kazanmış oyunundan yine yazarın kaleme aldığı senaryodan çekilen ‘Aile Sırları’ (‘August: Osage County’), Lynch türü olmasa da merkezi taşrada biçimlenen aile bağları arasındaki tekinsizlikler üzerinde rotasını çizen bir çalışma. ‘Acil Servis’, ‘Shameless’ gibi dizilerin zaman zaman yönetmenliği üstlenen ve asıl olarak ‘Yapımcı’ kimliğiyle ön plana çıkan John Wells’in imzasını taşıyan ‘Aile Sırları’, babalarının intiharının ardından cenaze dolayısıyla buluşmak durumunda kalan Weston ailesine ait kadınların bir tür hesaplaşma öyküsünü anlatıyor. İlaç bağımlısı anne Violet ve büyük kız Barbara bu hesaplaşmanın sürükleyici unsurları. Delifişek Karen ve annesine bakan Ivy de taşan dalgaların arasında sürüklenen diğer Weston üyeleri…
Amerikalı eleştirmenlerce pek de ilgi görmeyen ‘Aile bağları’, bence kalbürüstü oyunculuk performansları ve son derece sağlam senaryosuyla bu sezonun en iyi filmlerinden biri. Hele hele Letts’in yazdığı metnin. Oscar’larda ‘En iyi uyarlama senaryo’da kendine yer bulamaması bence büyük haksızlık. Akademi bu cephedeki eksiğini anne Violet rolündeki Meryl Streep’i ‘En iyi kadın’da, kızı Barbara rolündeki Julia Roberts’ı da ‘En iyi yardımcı kadın’da adaylar arasında göstererek durumu kurtarmaya çalışmış adeta. Streep gerçekten mükemmel oynuyor, keza Roberts da hem hâlâ ne kadar güzel olduğunu hatırlatıyor, hem de ‘Erin Brokovich’ten sonra belki de en iyi performanslarından birini ortaya koyuyor. Sadece bu ikili değil kadrodaki herkes (Chris Cooper, Juliette Lewis, Margo Martindale, Dermot Mulroney, Benedict Cumberbatch, Sam Shepard, Julianne Nicholson, Misty Upham) çok çok iyi.
Büyük masa etrafındaki hesaplaşma sahnelerinin damgasını vurduğu ve Bruce Beresford’un ‘Crimes of the Heart’ıyla Jocelyn Moorhouse imzalı ‘A Thousand Acres’ını uzaktan uzağa çağrıştıran ‘Alie Sırları’, ‘Meydan’la birlikte sezonun en iyilerinden. Kesinlikle kaçırmayın…

**

Haberin Devamı

Kış Masalı:
Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında…

Her şeyi çalma üstadı olan bir hırsızın kariyerinde tek eksik vardır: Henüz kimsenin kalbini çalamamıştır… Sessizce girdiği bir malikânenin salonunda piyano çalarken gördüğü kız onu fazlasıyla etkiler. Artık bu defter de onun için kapanmaktadır. Lakin kızcağız veremdir.
1900’lerin başında başlayıp günümüze atlayan bir hikâyeye sahip olan ‘Kış Masalı’ (‘Winter’s Tale’), iblisler, uçan atlar, zamanın akışındaki tesadüfler, şifa arayanlar, doğaüstü güçler derken bizi romantik bir öykünün içinde gezdiriyor. Uzaktan uzağa ‘Pamuk Prenses’e de (‘Cüceler’i yok ama) selam sarkıtan film, senarist Akiva Goldman’ın da (‘Akıl Oyunları’, ‘Da Vinci’nin Şifresi’) ilk yönetmenlik denemesi. Mark Helprin’in 1983 tarihli çok satan romanından uyarlanan yapımda Colin Farrell, hüzünlü romantik hırsızı, boğuk sesi ve façalı yüzüyle Russell Crowe kötülerin başını canlandırıyor. Öykünün şimdiki zamanında ise Jennifer Connelly var. Filmin en güzel yanı ise usta görüntü yönetmeni Calep Deschanel’in enfes kadrajları…
Orta karar bir masala “Evet, kabulümdür” diyorsanız, size hemen salona alalım

**

Haberin Devamı

Sürgün İnek:
Kâğıt üstünde iyi fikir ama…

Şevket ve Cemile çiftinin gözü gibi baktıkları inekleri Sarıkız, bir gün köyün ilkokulundaki bahçede yer alan Atatürk büstüne çarparak kırılmasına neden olur. Bu basit kaza, dönemin koşulları itibariyle (‘28 Şubat’ zamanı) bambaşka bir meselenin parçası haline dönüşür. İşin içine müfettiş gider, Sarıkız ve olayın yaşandığı Gomalak köyü ulusal medyanın ilgisini çeker ve ortalık tam anlamıyla karışır…
‘Post-modern darbe’ adıyla maruf ’28 Şubat’ta yaşanan bir olaydan esinlenerek çekilen film, kâğıt üzerinde parlak duran bir fikrin zorlama bir senaryoyla uzatılması sonucu çok da etkileyici bir yapıma dönüşememiş. Ara ara gerçekten birkaç sıkı esprinin ve başarılı oyunculukların ötesinde pek bir iz bırakmayacakmış gibi görünen yapım, bir noktadan sonra ‘Entelköy Efeköy’e karşı’ tadına ulaşıyor. Lakin ‘İnsiyatif’ esprisi etrafında şehirli eylemci gençleri hafiften kafaya alma girişi, “Taksim’de toplanıyoruz’ göndermesiyle belki iyiniyetli bir eleştiri var ortada ama bu çaba, kendilerini Taksim’de ifade etmek isteyen kitlelere karşı ‘gereksiz bir serzeniş’ havasına bürünüyor (Yani dert bu olmasa da somuttaki karşılığı böyle bir hal alıyor). Öte yandan ülkede yaşadığımız son gelişmeler ’28 Şubat’ta nerdeydin?’ söylemine, ‘31 Mayıs’ta nerdeydin?’ ve ‘17 Aralık’ta nerdeydin?’ sorularını eklememizi zorunlu kılıyor. Umarım bu filmi yaratan ekip sonraki çalışmalarında bu soruların da cevabını arayan işlere imza atar…

**

Sine-Anket
İnan Temelkuran (Yönetmen)

Hayatında izlediğin ilk film?
‘Jaws’
Son film?
‘Paris is Burning’
Hayatının filmi?
‘Çingeneler Zamanı’ ve Santa Vittoria’nın Sırrı.’
Hayatın filme çekilseydi seni kimin canlandırmasını isterdin?
‘Yeraltı Peygamberi’ ve ‘Geçmiş’ten tanıdığımız Tahar Rahim…
Filmlerinde mutlaka oynamalı dediğin sinema tarihinden bir isim sorsak?
John Cassavetes.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!