Lozan doğru anlatılsa bugün bu kadar bağnaz olmazdık

Güncelleme Tarihi:

Lozan doğru anlatılsa bugün bu kadar bağnaz olmazdık
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2014 01:03

Yakın tarih konusunda en sabırla, özenle ve ısrarla çalışan isimlerden biri Taha Akyol. “Bilinmeyen Lozan” belgeselinin metnini genişleterek kitap olarak yayımladı. Kitapta resmi tarihe çalım atıyor, Türkiye’nin kromozomlarını şekillendiren Lozan müzakerelerini ‘ya zafer ya hezimet’ diliyle değil, ‘ne zafer ne hezimet’ gerçekliğiyle anlatıyor.

Haberin Devamı

Kitabı okurken aklımda hep son günlerin en revaçta mizah malzemesi olan caps’ler vardı. İsmet İnönü furyasında yapılanların çoğunun konusu, İsmet İnönü’nün Lozan’da kaptırdıklarıydı…

İşte ben kitabı bunun için yazdım. Ve bunun için de ‘Bilinmeyen Lozan’ diyorum. Gizli kalmış, kilitli bir dolabı açıp da içinden bir sır çıkarmadım. Gazete köşelerinde, Meclis zabıtlarında, kayıtlarda yer alan bilgileri bir araya getirdim. Lozan hakkında bu ilk belgesel, düşünebiliyor musun? Ne öğrencilere göstermek üzere Milli Eğitim Bakanlığı ne de darbe dönemlerinde askerler ne de Ecevit gibi Atatürkçü başbakanlar döneminde üniversiteler böyle bir belgesel yapmamışlar.

Neden peki?
Nobel’i neden alamadıysak aynı nedenden. Kültürel ve zihni gelişmişlikle ilgili. Bundan yirmi yıl önce ben de yapamazdım. Okudum, yazdım, ufkum genişledi. Siyasi tarihimizi, yakın tarihi okudukça gelişti. Mesela Lozan Anlaşması imzalanıyor ama İngiltere’de bir yıl sonra meclisten geçiyor. YÖK arşivini inceledim, neden geciktiğine dair tek bir tez bile yok. Belgesel yok, film yok. Mevhibe Hanım ile İsmet Paşa’nın trene binip gidişleri başlı başına bir film. Mevhibe Hanım İsmet Paşa’ya “Kalpağını çıkarma” diyor. Sonra Lozan’a inince etrafını görüyor ve kendisi şapka giyiyor. Bundan ne güzel film olur, değil mi?

Haberin Devamı

Lozan’la ilgili biraz önce sözünü ettiğim espriler yapılırken şöyle bir yargı var, “Biz masaya güçlü oturduk, o zaman Musul ya da 12 Ada nasıl gitti?”
Lozan’da sadece askeri güç dengesi değil, ekonomik güç dengesi de söz konusu. Siz zafer kazanmış, düşmanı denize dökmüşsünüz. Fakat elinizde bir sonraki adaya gidecek tekne bile yok, bırak savaş gemisini. Musul’da İngiliz hava kuvvetleri var, sizin elinizde bir tane tayyare yok. Askeri olarak güçlü otuyorsun o masaya. Ama İzmir’i kurtardıktan sonra “İstanbul’u da kurtaracağım” diye yürüyemiyorsun, Kartal’a kadar gelip duruyorsun. Çanakkale’ye kadar gelip duruyorsun; ilerlersen İngilizlerle, Fransızlarla savaşa gireceksin. İngilizlerin elinde savaş gemileri var. Onlar sana denizden bomba atacaklar, sen onlara süngüyle ya da kurşunla karşılık vereceksin. Kuvvet dengesinin ne kadar aleyhte olduğu belli değil mi? Onun için Lozan’da o niye oldu, bu niye oldu derken “Biz her bakımdan masaya güçlü oturduk” diye bir yanılgıya düşmemek lazım.

Haberin Devamı

Ya zafer ya hezimet

Resmi tarih bunu böylece anlatmaz, kahramanlık destanı yazmayı tercih eder. Resmi tarih böylece anlatsa, toplumsal tarih algımız nasıl şekillendirdi sizce?
Bugüne daha gerçekçi bakardık. Lozan bir kesime göre bir hezimet. Orada vatanı, hilafeti sattık. Öteki kesime göre Sakarya’yı nasıl vurduk aldıksa, Lozan’da da masaya vurduk aldık. Lozan ya zafer ya hezimet. İkisinin de oluşturduğu bir zihin, günümüzün gerçeklerine analitik bakamaz. Bu düşünce biçimi bağnazlığımıza yol açtı. Bugünkü kutuplaşmamızın temelinde mutlaka kötü-mutlaka iyi fikri var.

Bir yandan da İsmet İnönü’nün diplomasi alanındaki deneyimsizlikten yaşadığı tedirginliği düşünürsek, insan keşke heyette birikimli Osmanlı diplomatları olsa diyor.

Haberin Devamı

Olsa çok iyi olurdu. Mesela Roma büyükelçisi Galip Kemali Bey, sonradan Söylemezoğlu soyadını aldı, çok değerli bir diplomattır, çok isterdim ki Lozan’da bulunsaydı. Ama o vakit Ankara’nın psikolojisi şu: “Milli Mücadele’yi iz kazandık, biz yeterliyiz. Osmanlı’nın hiçbir şeyine ihtiyacımız yok”. Bugün Başbakan Tayyip Erdoğan zaman zaman CHP’den Rıza Türmen’le görüşse iyi mi olur, kötü mü olur? Bu öyle bir şey işte.

Ankara’da Lozan müzakerelerini yürütecek iki isim ön plana çıkıyor: Bir yanda İsmet İnönü, diğer yanda Rauf Orbay. İsmet İnönü’nün seçilmesi hatalı mı sizce? Rauf Orbay gitse daha farklı sonuç alır mıydı?

İsmet Paşa’nın tercih edilmesinin iki sebebi var. Biri, Milli Mücadele zaferini temsil eden bir kumandan olması. Bu sıfatıyla Mondros Mütarekesi’ni ortadan kaldıran Mudanya Mütarekesi’ni imzalaması. Zaferi temsil ettiği için İsmet Paşa gönderiliyor. İkinci sebep de Mustafa Kemal’in kayıtsız şartsız itimat ettiği tek kişi olması.

Haberin Devamı

Mustafa Kemal sert, İsmet Paşa sabırlı

Atatürk Lozan’a gitmekte isteksiz olan İnönü’nün “Onun teklifini emir telakki ederek itaat gösterdiğini” söylüyor. İtimadın kaynağı itaat mi?
O da var, itaat edeceğine güveniyor. Rauf Orbay’ın da Mustafa Kemal’e büyük hürmeti var fakat İsmet Paşa kadar itaatkar birisi değil.

Neden Mustafa Kemal Lozan’da değil?
Lozan’a gelenler krallar, cumhurbaşkanları ve başbakanlar değil. Lozan’a gelenler Dışişleri Bakanları, o nedenle de Mustafa Kemal Paşa’nın gitmemesi normal. Gitseydi, İsmet Paşa kadar sabırlı, tahammüllü, uzun soluklu davranmazdı. Mustafa Kemal sert, kesin, ani kararların adamı.

Müzakereleri diplomasi açısından daha deneyimli ve birikimli biri yürütseydi sonuçlar daha mı verimli olurdu?
Sonuçlar çok büyük ölçüde farklı olmazdı. Ama mesela Yunanistan’dan tazminat konusu daha iyi bir sonuca bağlanırdı, kapitülasyonlar konusunda süreler daha kısa tutulabilirdi. Musul konusunda da daha iyi bir pazarlık yapılabilirdi. Hem Lozan’da hem de 1926’ya kadar süren süreçte. Bütün bilimsel kaynaklar Ankara’nın iyi pazarlık yapamadığı ya da yapmadığı görüşündedir.

Haberin Devamı

Yapamadığını anlarım da yapmadığının gerisinde ne var?
Ankara’nın önceliği yeknesak, derli toplu bir vatan. İki, Mustafa Kemal Paşa’nın deyimiyle bir an önce sulh isteniyor. Musul meselesinde devam edecek sert tartışmalara girmek bir an önce sulh fikriyle çelişirdi. Unutma ki Lozan görüşmelerinde İstanbul hala işgal altına, Çanakkale de öyle. Trakya’da işgal sona ermişse de tam hakimiyet kurulmuş değil. Musul biraz “uzakta” kalıyor. Musul’u sonraya bırakalım deniyor. Ertelendikten sonra Türkiye’nin politikası değişiyor. Önceden Musul “Türklerle Kürtlerindir” derken, “Musul Türk’tür” diye politika takip ediliyor.

O zaman gazeteciler böyle sorular sormazlardı

Rıza Nur diyor ki, “”Musul İngilizlere bırakılırsa ileride Türkiye’de ciddi bir Kürt sorunu ortaya çıkar”. Rıza Nur kâhin mi, yoksa bunu söylemek için somut verilere mi sahip?
Bu sözü Mustafa Kemal Paşa da söylüyor, İsmet Paşa da, Kazım Karabekir de. “Musul’u alırsak, yönetiriz. Ama alamazsak İngilizler bir Kürt hareketi başlatırlar, o da bizimkileri etkiler” diye düşünüyorlar. Zaman içinde Kürt milliyetçiliğinin uyanacağını da görüyorlar.

Lozan doğru anlatılsa bugün bu kadar bağnaz olmazdık

Atatürk için asker, kumandan, devlet adamı denir ama siyasetçi sıfatı pek tercih edilmez. Ancak Musul’la ilgili değişen söylemlerinde tam bir siyasetçi bakış açısı var.
Mustafa Kemal tam bir siyasetçidir. “Musul Misakı Milli içindedir” diye pek çok konuşması var. Ancak Meclis’e Lozan taslağı geldiğinde “Misakı Milli sınır çizmemiştir” diyor. İsmet Paşa’nın bir sözü var, keşke kitaba alsaymışım: “Mustafa Kemal’in siyasi dehası askeri dehasından üstündür” der. Yoksa askeri dehası hiç de Fevzi Paşa’dan üstün değil, Büyük Taarruz planlarını asıl hazırlayan Fevzi Paşa. Mustafa Kemal’in diğerlerinden üstünlüğü siyasi dehasından geliyor.

Kimse ona daha önce böyle diyordun, şimdi neden değiştin demiyor mu?
İsmet Paşa’nın açıklaması var: “O zaman gazeteciler bu kadar çok değildi, bize böyle sorular sormazlardı”. O zamanki psikolojiyi iyi anlamak lazım. Psikoloji de tarihin aktörlerinden biridir.200 yıldır mağlup oluyorsun, dört sene önce Balkanlar’ı kaybetmişsin, on yıllık savaştan sonra ilk defa bir zafer kazanıyorsun. Bir an önce sulh fikri herkeste var.

Mustafa Kemal Paşa otoriter bir lider, bunda hiç şüphe yok

Değişen söylemler demişken… Mustafa Kemal’in Lozan görüşmelerinin başlamasından 20 gün önce, 1 Kasım’da yaptığı konuşma için “son derece dindar bir havası vardır” diyorsunuz.

Hem de nasıl! Mustafa Kemal’in 1 Kasım, yani saltanatın kaldırılmasına dair konuşmasının metnini okuduğunuzda bir cami imamı konuşuyor zannedersiniz.

Aynı şekilde parti kuracağını açıkladığı konuşma için de anı tespiti tekrarlıyorsunuz.
Erbakan’dan daha dindar bir üslupla Halk Fırkası’nı kuracağını açıklıyor.

Bir başka 1 Kasım’da, 1937’de Meclis’in açılışında yaptığı konuşmadaki “gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” sözünü bizzat duydum. Hilafet kalktıktan sonra mı söylemi değişiyor?

Mustafa Kemal Paşa’nın özgüveni arttıkça, bu özgüven kendini geleneksel birtakım kurumlara ve değerlere karşı daha güçlü hissetmesini, dolayısıyla düşüncelerini daha net olarak ifade etmesine yol açıyor. Özgüveni arttıkça fikirleri daha köşeli hale geliyor.

Daha otoriter mi oluyor?
Mustafa Kemal Paşa otoriter bir lider, hiç şüphe yok bunda.

zmirac@hurriyet.com.tr

FOTOĞRAF: SELÇUK ŞAMİLOĞLU

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!