Görkemli kaybedenler…

Güncelleme Tarihi:

Görkemli kaybedenler…
Oluşturulma Tarihi: Ocak 25, 2014 01:24

Coen Kardeşler’in son çalışması ‘Sen Şarkılarını Söyle’, bir tutunamayan hikâyesi. 60’ların başında geçen filmde bir folk şarkıcısının mücadelesi anlatılıyor.

Haberin Devamı

Herkesin kedisi ya da kedileri adına konuşamam ama benimkiler her zil çalınışında kapıya doğru gelirler ve dışarıya kendilerini atmak için fırsat kollarlar. Kaçsalar da fark etmez, geri döneceklerini bilirim ama yine de yüzdesi küçük olan o “Ya gelmezse?” hissiyatı içimi kemirir. ‘Coen Kardeşler’in imzasını taşıyan ‘Sen Şarkılarını Söyle’yi (‘Inside Llewyn Davis’) açık bir kapıdan kaçan bir kedinin New York’ta başlayıp Chicago’ya uzanan yolculuğu olarak tanımlamak da mümkün. Ama filme ilişkin asıl özet ifade, o kedinin sorumluluğundan asla taviz vermeyen bir tutunamayanın öyküsü olsa gerek…
Joel ve Ethan Coen ikilisi, ilk kez geçen yıl Cannes’da gösterilen ve ‘Jüri Büyük Ödülü’ kazanan bu son filmlerinde, 1960’ların başına uzanıyor ve oradan ‘Görkemli Kaybedenler’ kuşağından unutulmaz bir portreyi çekip çıkarıyorlar.
Önce kısaca öykü diyelim: Llewyn Davis, New York-Greenwich Village’da zaman zaman sahne alan bir folk şarkıcısıdır. Sürekliliği yoktur, bazı geceler kendisine kalacak yer bile bulamaz, eski kız arkadaşı Jean’la sık sık atışmakta, hayattaki rotasını bir türlü belirleyememektedir. Bir gün konuk olarak kaldığı evin kedisi Ulysses, ondan önce sokağa fırlar. Kediyi yakalar ama anahtarı yoktur. Kendi dertlerinin üzerine bir de Ulysses’in sorumluluğu binmiştir.
‘Coenler sineması’nı tarif edecek en temel ifade ‘Kara mizah’ olsa gerek. Bazen Kafkaesk öğelerle de beslenen bu dünya, ‘Barton Fink’ten ‘Fargo’ya, ‘Big Lebowski’den ‘A Serious Man’e kadar neredeyse ‘İkili’nin bütün filmlerine az ya da çok ölçeklerle sirayet etmiştir. ‘Sen Şarkılarını Söyle’nin ana tonu hüzün… Filmde öyle muhteşem sahneler var ki, sekans bittiğinde sizin ruhunuzda ve aklınızda kalan tortu ifadesini ‘Çok güzel’ tanımında bulan sonsuz bir haz, hem de alabildiğine yürek çarpıntısı oluyor… Llewyn Davis’in hayat karşısındaki şaşkınlığına rağmen kayıtsızlığı ve inatçılığı artı kendince umudu, bu öyküyü canlı kılıyor ve seyirci olarak bizi de hemen içine çekiyor.
‘Sen Şarkılarını Söyle’nin esin kaynağı, Bob Dylan ve Joni Mitchell kuşağından, onlar kadar ön plana çıkamamış bir müzisyen olan Dave Van Ronk’un hikâyesiymiş. Ronk’un 2005’te yayımlanan ‘The Mayor of MacDougal Street’ adlı biyografik kitabından yola çıkılarak çekilen filmde dönemin ruhu ve şahsiyetleri bir şekilde öyküye sinmiş durumda.
Ne de olsa Salİerİ…
Nitekim filmin bence en göz alıcı sahnelerinden birinde Davis, Chicago’da ünlü müzik adamı Bud Grossman’a (gerçek kişinin ismi Albert Grossman), şarkısını dinletiyor. Bir bilge havasındaki Grossman, oturduğu sandalyeden hükmünü veriyor: “Ben burada para göremiyorum…” Evet, Davis’in müziği takdir edilebilir ama popüler kültürün sularında yüzeyde kalamaz… (Bence burada asıl zarif ve zekice olan Grossman’ı Murray Abraham’ın canlandırmasıydı. Malum Abraham, zihinlerimizde ‘Amadeus’ filmindeki o unutulmaz ‘Salieri rolüyle yer etmişti. Milos Forman’ın filmindeki Saileri müzikten anlayan ama kendisi icra edemeyen bir karakterdi). Ana şarkısı bir Van Ronk bestesi olan ‘Hang me, Oh Hang Me’ olan filmde bir başka güzellik de ‘Hey Mr. Kennedy’ adlı beste.
Performanslara gelince: Davis’te Guatemala doğumlu Oscar Isaac muhteşem oynuyor ve gerçek bir ‘Sağlam irade’ ortaya koyuyor. Davis’in kız arkadaşı Jean’da Carey Mulligan bir nevi ‘Hüznün kraliçesi’ portresi çiziyor. Müzisyenler tayfasında ise Jim’de Justin Timberlake, Al Cody’de de Adam Driver çok etkileyiciler. ‘Arizona Junior’dan beri Coenler’in gedikli oyuncularından biri olan John Goodman da Roland Turner tiplemesinde tuhaf karakterler galerisine yeni bir ek yapıyor.
Üç kişilik Chicago seferi de filme hafiften Kerouac’vari bir ‘Yolda’ tadı katıyor. Ana karakterin en başından beri ‘Acaba Bob Dylan göndermesi mi?’ şeklinde bir şüpheyle bizi baş başa bıraktığı ‘Sen Şarkılarını Söyle’nin erdemleri, yazıyla ifade edilemeyecek kadar çok. Sezonun en iyilerinden, kesinlikle kaçırmayın derim…

Haberin Devamı

Hayattaki tüm krediler tükenince…

Haberin Devamı

‘Ve kadınlar, bizim kadınlarımız, korkunç ve mübarek elleriyle’ sinemamızda zaman zaman dayanışmaya soyunur ve kurulu düzene karşı isyan bayrağını çeker oldular. Önce ‘Kurtuluş Son Durak’ geldi, peşi sıra da bu hafta vizyona giren ‘Kadın İşi Banka Soygunu…’Yönetmenliğini A. Taner Elhan’ın üstlendiği ‘Kadın İşi Banka Soygunu’, hayat karşısında az ya da çok hayal kırıklığı yaşayan dört yakın arkadaşın kendilerine bir
çıkış yolu araması ve bu çareyi, içlerinden birinin çalıştığı küçük çaplıbir banka şubesini soymasında bulmalarını anlatıyor. Filmde senaryodan kaynaklanın birtakım zaaflar var; yer yer kendi içinde inandırıcılığı kaybettiren bu zaafları yönetmen Elhan ‘rejisel’ dokunuşlarla halletmeye çalışmış. Oyunculuklara gelince; ‘Çete’nin reisi Gülay’da Meltem Cumbul üzerine düşeni yerine getiriyor ama ben Bilge’de Filiz Ahmet ve Nihal’de Özge Ulusoy’u hayli beğendim. Keza Dürdane’de EsraDermancıoğlu da ‘romantik’ takıldı-
ğı sahnelerde gayet iyi. Meral Çetinkaya ve Ayten Uncuoğlu da ‘Çilekeş anneler’de ustalıklarını gösteriyorlar.

Haberin Devamı

O kadar ‘Çılgın’ değil…

Bu filme gitme nedenim sinemasal açıdan büyük bir beklenti değildi elbet. Bilindiği gibi toplumsal hayatımıza yakın bir zaman önce ‘Dershaneler tartışması’ damgasını vurdu. Sonrasında iş daha uç noktalara taşındı, ‘Mesele
üç-beş dershane meselesi değil’e geldi. Sinemacılar elbette hayattan kopuk filmler çekebilirler ama madem yakın zamanda böylesi bir tartışma yaşandı, belki en azından gölgesi ‘Çılgın Dersane 3’e yansır diye düşünmüştüm. Nerde? Oysa yapım şirketinin bir başka projesi olan ‘Fetih 1453’ eleştirmenlerden önce Başbakan’a gösterilmiş ve ‘Asıl karar mercii odur’ mesajı verilmişti. Yani bu projenin sahipleri bal gibi de politik iklimin farkındalar. Lakin son zamanlarda seyrettiğim en cinsiyetçi, en manasız filmlerden biri olan ‘Çılgın Dersane 3’ ne Başbakan’ın, ne de cemaatin beğeneceği bir yapım!..

Sine-Anket

Haberin Devamı

Ahu Türkpençe (Oyuncu)

Hayatta izlediğin ilk film
‘Ninja Turtles…’ Hayatta ilk izlediğim film değildi ama tek başına gittiğim ilk filmdi. Çok heyecanlanmıştım tabii ki…
İzlediğin son film
‘Cafe De Flore’ seyrettiğim son yabancı film. Arşivimde bulunmasını istediğim yapımlardan biri. Seyrettiğim için kendimi şanslı hissettim. Yerlilerden de Tolga Örnek imzalı ‘Senin Hikâyen’i izledim.
Hayatının filmi
‘Mr. Nobody’, ‘Me You and Everyone We Know’, ‘Happy Go Lucky’ ve ‘GoodFellas…’ Dördünü de tekrar tekrar seyretmeye doyamam.
Hayatını kimin canlandırmasını isterdin?
Ben oynamak isterdim. Oyuncu kıskançlığı tamamen! Filmi de Mike Leigh çeksin isterdim.
Partner olarak karşılıklı oynamak istediğin oyuncu?
James Franco, Sean Penn ve Bennu Yıldırımlar olsa harika olurdu.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!