“Çocuk gelin” meselesi çözülmez

Neden mi? Anlatayım.

Haberin Devamı

Çocuk yaşta kız evlendirecek zihniyetin varlığı zaten malum.
O zihniyet önceki hafta 12 yaşında evlendirilmiş, 13’ünde anne olmuş Kader’in 14 yaşında canına mâl oldu. Bu, elbette buzdağının görünen kısmı.
Okumadıklarımız, bilmediklerimiz, suyun üstündekilerden fazla.
Zaten mesele öylesine derin, öylesine kök salmış ve gelenek haline gelmiş ki, yok olması imkansız. Büyükşehirde evrim geçiriyor ama yine var.
Bu zihniyet büyükşehirde en fazla “Kız okusun, çalışsın ama en kısa zamanda evlensin”e dönüşüyor. O okunan okulların, eğitimin, eğitimin niteliğinin bir değeri yok. Gurur sebebi bile değil.
Çocuk yaşta kız evlendirecek zihniyetin büyükşehir adaptasyonunda, gurur ancak kızın beyaz gelinlik giymesi halinde söz konusu oluyor.
Kızın evlenmesi, herhangi bir erkeğe emanet edilmesi, kendi başına ayakta durup “ahlaksız” bir hayat yaşamasından daha münasip.
Pedofili kurbanı olan gelinlik giydirilmiş çocukları “birileri” bir süre daha görmezden gelecek.
Zira bu gelenek, hatırı sayılır bir kalabalık için pedofilinin yanından bile geçmiyor. Mesele en fazla “çocuk gelin” ismini alıyor, bu tabir de kız ailesi ve anasının karnından çıktığı anda evlilik telaşına düşülen kültürler için övünç kaynağı.
O hatırı sayılır kalabalığın kültüründe erken evlilik yaygın değil, hayatın ta kendisi. Bir anormallik yok onlar için.
Bu işi çözsün diye beklediğimiz siyasetçiler de eşlerini çocuk yaşta aldılar. İçlerinde olan, derinliklere işlemiş bu kültürün içinden gelenlerin, bu konuyla ilgili neyi çözmelerini bekliyoruz?

Haberin Devamı

Bülent Ersoy ve tesettür

Demokrasiden bahsedeceksek Bülent Ersoy’un dilediği kostümle televizyona çıkmasını da yadırgamamız gerekiyor değil mi?
Evet.
İsteyen istediği gibi giyinebilir, öyle değil mi? Evet.
Fakat ülke koşulları malum. Muhafazakârlığın “para kazandırdığı” bir dönemde Bülent Ersoy’un Kandil gecesi tesettüre girmesi “zamanlama olarak manidar”...
Fakat burada konuya “İsteyen istediği gibi giyinebilir” tarafından yaklaşmak mümkün değil.
Bu konudaki cinsiyetçi şakalara gülmek de mümkün değil.
Zira kadın, erkek, trans birey, eşcinsel birey, kendini erkek gibi hisseden kadın, kendini kadın gibi hisseden erkek, erkekken kadın bedeninde hapsolan, kadınken erkek bedeninde hapsolan, imkan bulup kendini bulan, imkan bulamayıp sınırlı koşullarla ahlakçı toplumlar tarafından kenara itilen veya itilmeyen her insan, inancı ve inancının gerektirdiklerini yapmak konusunda özgür.
Fakat burada Ersoy, inancının gerektirdiği bir durumdan ötürü değil, bir şov malzemesi olarak tesettüre giriyor. Tam da muhafazakârlığın “in” olduğu bir dönemde.
Ne yazık ki akıllara dini, dini sembolleri siyaset için kullananlar geliyor.
Tam o sırada ilahiden göbek havasına geçiliyor ve o televizyonu camdan aşağı fırlatasım geliyor. Biz uyurken, hayatımız insanların “intikam” duygusu etrafında şekilleniyor.
Vaktiyle haksız yere ekrana çıkması yasaklanmış Bülent Ersoy, bugün kraliçeliğinin tadını en uç noktalara kadar giderek yaşıyor.
Nasıl geçmişte hafife alınmış ve hırslandırılmış siyasetçiler o günlerin öcünü alırcasına bugün padişah gibi yaşıyorsa, o da geçmişin öcünü alıyor.
İş bu kadarla bitmiyor.
Bu enteresan hayatlar sadece kendilerinin değil, dolaylı ve dolaysız olarak birçok kişinin işine de yarıyor.
Birileri bu sınırlardaki git-gellerden çok para kazanıyor.
Biz de vatandaş olarak, bu sonsuz döngünün içine hapsoluyoruz.
Akıl sağlığını korumak için bir süre duvara bakmak, dalga sesi dinlemek, hatta ona da lüzum yok, sırt üstü yatıp tavana sabit bakmak şart.

Yazarın Tüm Yazıları