Gülen cemaati yol ayrımına doğru

ODATV davasının geçen hafta görülen son duruşmasında eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın bu davadan tahliyesine karar verilmesine karşılık, serbest bırakılmaması kafaları karıştırdı.

Haberin Devamı

Ve hatırlandı ki, hayatının önemli bir bölümünü sol örgütlere karşı mücadele ederek geçirmiş olan bu polis şefi, başka bir davada Devrimci Karargâh adlı bir sol terör örgütüne yardımcı olduğu gerekçesiyle 15 yıl üç ay hapis cezası almıştır.
Bunun anlamı, Türk kamuoyundan, Hanefi Avcı’nın bir sol terör yapılanmasıyla işbirliği içinde olduğuna inanmasının talep edilmesidir, birileri tarafından...

***

Hiç kimsenin başkasının zekâsına hakaret etmeye hakkı yoktur. Türk kamuoyunun büyük kesimi sol örgütle işbirliğinin işin bahanesi olduğunu anlayacak kadar idrak sahibidir. Avcı’nın tutuklanması, “Haliç’te Yaşayan Simonlar” başlıklı bir kitabı yazmasının hemen sonrasına rastlamıştır. Bu kitap “Gülen” cemaatinin devlet içindeki yapılanmasını konu alıyordu
Türkiye’de yargının 2013 yılında kamuoyu karşısında yaşadığı inandırıcılık sorunu, hukukun ciddi bir şekilde zorlandığı bu gibi uygulamalardan da kaynaklanıyor. Ve Avcı gibi faule maruz kalan mağdurların listesi uzatılabilir.
İşin ilginç tarafı, tribünlerde oturan herkesin sahada yapılan bu bariz faullerin gerisindeki “güç egzersizi”nin farkında olmasıdır.
Hem polis hem de yargının bir kesimi içinde kendine ait bir gündemle hareket etme serbestisine sahip özerk bir yapının varlığı, bir Türkiye gerçeği olarak bugün galiba daha net bir şekilde görülüyor.

Haberin Devamı

***

Tam bu noktada Gülen cemaatinin üzerinde yürüdüğü zemin açısından önemli bir ikilik ortaya çıkıyor.
“Gülen Cemaati” dendiğinde bugün Türkiye’de bir “çoklu algı” söz konusu.
Birinci algıda, hem Türkiye’de hem de dünyanın dört bir tarafında yüksek kalitede eğitim veren okullar açan, kendini “hizmet” olarak tanımlayan, var oluşunu bu kavram üzerinden tanımlayıp temellendiren bir hareket beliriyor. Hoşgörü söylemiyle hareket eden, dinler arasında diyaloğu hayata geçirmeye çalışan küresel bir hareketten söz ediyoruz.
Gelgelelim, aynı hareketin ismi aynı zamanda Türkiye’de devlet içinde sert bir üslupla yürütülen hukuksal inandırıcılığı tartışmalı operasyonlarla da kamuoyunun belleğine giriyor.

Haberin Devamı

***

İşi daha da karmaşık hale getiren bir de üçüncü boyutu var meselenin. Çünkü diğer yandan siyasi hedefleri de olan bir hareket bu. Medyası üzerinden sesini güçlü bir şekilde duyurabiliyor. Kendine ait bir dış politikası var; örneğin hükümetten farklı olarak İsrail ile iyi ilişkiler yürütülmesini savunabiliyor. İç politikada açıkça bir siyasi partiyi destekleyebiliyor. Örneğin yerel seçimlerden konuşuluyorsa, hareketin gücünün denkleme dahil edilmesi ihmal edilmiyor.
Bu hareket, ülkenin gündemini ilgilendiren hemen hemen her konuda pozisyon almakta, entelektüel düzeyde fikir tartışmalarında yönlendirici olmakta, sonuçta Türkiye denen büyük geminin yönünü kendi hedeflerine doğru çevirmeye çalışmaktadır. Gülen cemaati, bu siyasi kimliğiyle Türkiye’yi yöneten iktidar bloğunun AK Parti’den sonraki ikinci büyük paydaşı olmuştur geçen on yıl içinde.
Bugün ise iktidar bloğunun dışında bir konumda eleştirel bir ses vermektedir. Ancak bu yeni kimliğiyle de yine denklemin önemli bir faktörü olmaya devam etmektedir.

Haberin Devamı

***

Cemaatle ilgili en temel sorun burada karşımıza çıkıyor. Çünkü, siyasi süreçlere belirleyici bir aktör olarak katılmasına karşılık, “hesap verebilirlik” sorumluluğu taşımıyor bu hareket. Bu noktada eleştiri geldiğinde, “Ben zaten bir hizmet hareketiyim” diyerek siyasi partiler için geçerli olan demokratik yükümlülüklerin kendisi için esas alınamayacağı savunmasına geçiyor.
Bu çelişki başka bir düzlemde de formüle edilebilir. Cemaat, en azından başlangıç döneminde önemli ölçüde gönüllülüğü esas alan sivil bir hareket olarak faaliyet gösteriyordu. Diğer taraftan zamanla devlet içinde kadrolaşarak ve gücünü kendi gündemi doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyerek, devlet içi bir aktöre dönüşmüştür. Bunu yaptığı oranda kendisini devlet gücünün bütün baştan çıkarıcılığına da açık hale getirmiştir.
Bu noktada çoklu algı, hareketin sivil kimliği ile devlet içi aktör kimliği arasındaki çatışmada da tezahür edebiliyor.
Geride bıraktığımız 15-20 yıl içinde muazzam bir gelişme gösteren hareketin son tartışmalar ışığında nereden gelip nereye gittiği sorusunun bir muhasebesini yapması zamanı galiba gelmektedir.
Gülen hareketi, hangi kimliğini ön plana çıkararak, nasıl bir işlevle yoluna devam edecektir? Bundan sonraki süreçte yolculuğunu demokrasinin şeffaflık, hesap verebilirlik gibi olmazsa olmaz gerekleriyle nasıl bağdaştıracaktır?
Bu soruların cemaatin üzerinde asılı durduğunu söylemek mümkündür.

Yazarın Tüm Yazıları