Takım olarak çok yorgunuz

Klişe kullanmaya bizim kadar teşne, bizim kadar meyyal millet az bulunur.

Haberin Devamı

Bizde bir kere edilmiş laf, otura gelir yatıra kalır. Yatılı misafirliği o kadar uzar ki, bir bakarsın evin tapusunu üstüne geçirmiş.

Maçtan sonra “Üzerimizde çok baskı vardı” cümlesini ilk hangi futbolcu kurduysa, “Takım olarak çok yorgunuz” lafını ilk hangi teknik direktör ettiyse, bir adım öne çıksalar. “Ben ettim siz etmeyin” deseler, “Bırakın şu klişeyi artık” deseler. Deseler de kurtulsak. Deseler de her maçı baskı altında oynadığına inanan, topluca yorgun olduklarını sanan futbolcular da rahatlasa. Hayır, söyleye söyleye kendilerini inandırmışlar, gerçek sanıyorlar çünkü.

Futbolda kibir ve küstahlık örneği cümlelerin ağa babası Jose Mourinho, öte yandan futbol için kurulmuş en şahane saptamalardan birinin de sahibidir. Puan kaybettiği bir maçtan sonra basın toplantısında “Takım yorgun muydu? Üzerinizde baskı mı vardı?” sorusuna “Yorgun? Günde 15 saat çalışıp ayda bir kaç yüz euro kazanıp evine dönen baba yorgun olur. Biz değil... Baskı evine ekmek götürmeye çalışan insanların üzerinde olur. Biz spor yapıyoruz” diye cevap verir.

Kazandıkları paradaki sıfırları saymakta zorlandığımız, şan şöhret içinde yaşayan sınıfa mensup sporcular söz konusu olduğunda, yorgunluktan ya da baskıdan söz etmek hakikaten komik oluyor. Mourinho, karşılaştırmayı uzağa taşımış, örneğini spor dışından vermiş. Türkiye’de o kadar uzağa gitmeye gerek yok.

Spor yaparken yorgunluğun, yoksunluğun, yoksulluğun ve baskının dik âlâsını ezber eden sporcular var. Üstelik de “Elit sporcular” denen sınıfa mensup sporculardan çok daha geniş bir kesimi temsil ediyorlar.
Kulüplerine karşı haklarını arayamayan, özlük hakları korunmayan, şöhretsiz, güvencesiz sporcular var. Statlara reklam panoları konduğu için pistleri ellerinden alınanlar, doğru dürüst tedavi edilmedikleri için aktif spor yaşamlarını bırakmak zorunda kalanlar var.

Her tür baskıya, ayrımcılığa, ötelenmeye karşın inatla, aşkla, şevkle spora devam eden kadın sporcular, “Ya okul ya spor” ikilemi arasına sıkışıp kalan, hem okula hem kulübe sürekli geç kâğıdı götürmek zorunda olan öğrenci sporcular var. Maça, yarışmaya, turnuvaya, şampiyonaya gittikleri şehirlerde, otobüslerde sabahlayanlar var.

Tesis sıkıntısı yüzünden sabaha karşı antrenmana başlayanlar, çok düşük maaşlara çok ağır koşullarda çalışan, kimi zaman maaş alamayan, işleri yöneticilerin iki dudağı arasında olan antrenörler var. Uluslararası başarılarından bile iki satır söz edilmeyen sporcular var. Sporda taraf olma halini toplumsal duyarlılıklarıyla zenginleştiren taraftarların çilesi var.

Adları bir tek “Başkanından malzemecisine kadar şampiyonluğa inanmıştık” cümlesinde anılan emektar malzemeciler, topları toplayanlar, çimleri sulayanlar, salonu, parkeyi, buzu, minderi, pisti ve nihayetinde seyircinin pisliğini temizleyenler, fileleri gerenler, sporcuları taşıyan şoförler, çaycılar, aşçılar, masörler, sporun sağlık emekçileri var.

Alper Uçar gibileri var. Tüm sporculuk hayatlarını mücadele ile geçiren Alper Uçar gibileri. Tesis sıkıntısına, antrenman saatlerinin azlığına, ailesinin üstüne binen maddi ve manevi yüke rağmen hiç vazgeçmeyen…

Alper Uçar, Türkiye buz pateni tarihinin en başarılı sporcusu. 1996’da Yıldızlar, 2001’de Gençler Balkan Şampiyonaları’nda altın madalya kazanır. 2005 Dünya Şampiyonası’nda, Türkiye bu düzeyde ilk defa Alper ile temsil edilir. Beş yaşından üniversite çağına kadar, kimi zaman gece yarısı biten ya da sabah altıda başlayan antrenmanlar yapar, sporu bırakmamak için çok direnir. Üniversite eğitimi sırasında antrenmanlara devam eder. 2009 yılına kadar Türkiye’yi, Avrupa ve Dünya Şampiyonaları dâhil birçok uluslararası yarışmada tek erkeklerde defalarca başarı ile temsil eder. Ailesi, maddi manevi hep yanındadır.

2009 yılında Dünya Kış Üniversite Oyunları’na Türkiye’nin ev sahipliği yapacağı kesinleştikten sonra, Buz Pateni Federasyonu’nun verdiği görevi kabul ederek buz dansına geçer. 2011 yılında partneri Alisa Agafonova ile Üniversite Oyunları’nda 16 branş arasında Türkiye’ye tek madalyayı kazandırırlar. O gümüş madalya, Türkiye buz pateni tarihine buz dansında ilk madalya olarak geçer. 2013 Avrupa Şampiyonası’nda 13. olan çift, ardından Şubat ayında yapılan 2013 Dünya Şampiyonası’na katılır.

Alper Uçar ve Alisa Agafonova şimdi de Hırvatistan'da düzenlenen Golden Spin Buz Dansı Yarışması'nda bronz madalya kazandılar. 2014 Kış Olimpiyatları hedeflerine doğru hızla kayıyorlar.

Her maça yorgun çıktığını düşünen, her maçı baskı altında oynadığını sanan futbolcuların tersine, Alper Uçar o toplara hiç girmiyor. Yaşadığı zorlu süreci “İlk olmak ve kapıyı açmak her zaman zordur” diye özetliyor. İleride patenci yetiştirmek için yapabilecekleri üzerine kafa yoruyor, “Sporcularımızı tesis ve doğru çalışma programı eksikliği noktasında yitiriyoruz” diyor, bu yüzden “Buz Pateni Akademisi” kurmayı hayal ediyor.

Yorgunluktan, baskıdan filan hiç söz etmiyor, klişesever yanımıza hiç hitap etmiyor. Olimpiyatlarda başarı sağlayamazsa, derhal sonuca odaklı spor anlayışımızı devreye sokar, olimpik ruhtan filan anlamaz yapıştırırız lafı:

Yorgun değilsin, baskı altında değilsin! E hani nerede madalya?

Kusura bakma Alper takım olarak çok yorgunuz!



Yazarın Tüm Yazıları