Kapsamadığı unsurlar açısından paketin değerlendirmesi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, dün açıkladığı yeni demokratikleşme paketiyle bir taşla birden çok kuş vurmayı hedefledi.

Haberin Devamı

Birincisi, bu reform paketi, Erdoğan’ın kendisine dönük “reformcu lider” algısının Gezi Parkı direnişi sonrasında özellikle Batı dünyasında uğradığı zemin kaybını telafi etmek için giriştiği önemli bir hamle olarak görülebilir. Erdoğan, bu paketle birlikte otoriterleşme yoluna girdiği, temel hak ve özgürlükler açısından Batılı ölçülerin uzağına düştüğü yolunda beliren kanaati dağıtmaya, eski reformcu kimliğini var gücüyle yeniden tesis etmeye çalışacaktır. Bu yönde iddialı bir tanıtım atağına kalkışması şaşırtıcı olmamalıdır.
Ama galiba daha önemlisi, bu paketin, hükümetin önümüzdeki döneme ilişkin yeni siyasi senaryosunu, yeni anlatısını da oluşturacak olmasıdır. Başbakan nasıl 2011 seçim zaferini 2010 anayasa referandumundaki büyük başarısının estirdiği rüzgârı sandığa taşıyarak kazandıysa, önümüzdeki mart ayında yapılacak yerel seçim ve ardından ağustos ayındaki cumhurbaşkanlığı seçiminin atmosferini de bu yeni demokratikleşme adımlarının yaratacağı siyasi iklim üzerinden şekillendirecektir.

* * *

Haberin Devamı

Kuşkusuz 30’a yakın düzenleme içeren bir paketi tek bir yazı içinde değerlendirebilmek mümkün değil. Genel ilke olarak, demokratikleşme perspektifini ileri götüren, demokrasinin önünü açan her hamleyi olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek durumundayız. Bu düzenlemeler içinde toplumda önemli ölçüde konsensus sağlanacak maddeler olduğu gibi, ciddi görüş ayrılıklarına yol açabilecek noktaların çıkması da kaçınılmazdır. Önemli olan, demokrasiyi hedefleyen bir paketin demokratik olgunluk içinde tartışılabilmesidir.
Ayrıca, geçmiş tecrübeler ışığında paketin dün açıklanan halini Erdoğan açısından bir başlangıç marjı olarak kabul edebiliriz. Son şeklini alıp uygulamaya girene dek metne başka iyileştirmelerin dahil edilmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Erdoğan’ın, taktik mülahazalarla pazarlık pozisyonu olarak elinin altında tuttuğu bazı konuları, tartışmanın şekillenmesine göre son dakikada masaya sürmesi şaşırtıcı olmamalıdır.

* * *

Böyle iddialı bir paket, yalnızca getirdiği iyileştirmeler değil, aynı zamanda eksiklikleri, boşlukları, ele almadığı sorunlu alanlar açısından da analiz edilmelidir.
Özellikle Kürt sorununda atılan adımların bir bölümünün, siyasi pratiklerin yasaları zaten aşmış olmasının dayattığı kaçınılmaz sonuçlar olduğu aşikâr. Örneğin X, Q, W gibi harflerin bugün Güneydoğu’da yaygın bir şekilde kullanıldığı gerçeği karşısında, bu gibi uygulamaları yasaklayan yasalar etki ve yaptırım gücünü büyük ölçüde yitirmişti. Mevzuatın hayatın akışıyla uyumlu hale getirildiği söylenebilir.
Bu bağlamda en çok tartışma yaratacak olan, Kürtçe anadilde eğitim konusudur. Kürt siyasi hareketi, Kürtçe eğitime yalnızca özel okullarda serbesti getiren düzenlemeyi bu haliyle yetersiz bulacaktır. Ayrıca, KCK tutukluları açısından rahatlama getirecek bir hukuki esneklik düzenlemelerin içinde yok.
Paketin temel eksikliklerinden biri, Alevilerin haklarını karşılamak konusunda son derece yetersiz kalmış olmasıdır. Bir üniversiteye Hacı Bek-taş-ı Veli’nin isminin verilmesi cılız bir adımdır. İsimlendirme mevzuu üzerinden yol alınacaksa, İstanbul’daki üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmekten vazgeçilmesi çok daha anlamlı olurdu.
Buradaki kritik mesele, hükümetin Aleviliği, Alevilerin farklı dinsel kimliklerini Sünnilik dairesi üzerinden tanımlama ve düzenlemekteki ısrarıdır. Bu çerçevede cemevlerine ibadethane statüsünün tanınmamış olması paketin önde gelen yetersizliklerinden biridir. Ayrımcılığa karşı önlem getirmek üzere yola çıkan bir paketin Alevilerin maruz kaldıkları ayrımcı uygulamalara duyarsız kalması, bu kesimi bir kez daha rencide edecektir.
Heybeliada Ruhban Okulu dosyası da yine çözümsüz kalmıştır.

* * *

Haberin Devamı

Keza toplantı ve gösteri özgürlüğü alanında getirilen düzenlemelerin de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu alandaki içtihatlarının bir hayli gerisinde kaldığını vurgulamalıyız. Bu içtihatlar, şiddet içermediği sürece gösteriler için izin alma koşulu bile aramıyor. Oysa hükümetin paketi, belli esneklikler getirse de, gösterilere yine sınırlayıcı bir bakış üzerinden yaklaşıyor. Bu bakış AİHM’nin ilgili içtihatlarının henüz içselleştirilmediğini gösteriyor.
Gösteriler faslında bir başka temel eksiklik olarak biber gazı konusu hatırlatılabilir. Gazın gösterici-gösterici olmayan ayrımı gözetmeksizin kullanılması, ayrıca insanlar bizzat hedef alınarak atılması AİHM’nin mahkûmiyet kararlarına yol açıyor. AİHM, geçen temmuz ayında aldığı bir kararda (Abdullah Yaşa/Türkiye) biber gazı yukarı doğru belli bir açıyla ateşlenmezse, doğrudan insanlara silahla ateş açılmış sayacağı yolunda bir içtihat geliştirmişti. Bu konuda çıkarılacak yeni bir genelgeyle biber gazı kullanımının AİHM’nin istediği şekilde kurallara bağlanması sağlanabilir.
Keza kılık kıyafet serbestisine getirilen yasal düzenlemenin tek başına ne ölçüde yeterli olacağı sorusu da yanıt bekliyor. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili 1989, 1991 ve 2008 yıllarında açıkladığı sınırlayıcı içtihatlar yürürlükte kaldığı sürece, bu konu hukuken tartışmaya açık kalacaktır. Keza son önemde farklı bir çizgiye de yönelmiş olmasına karşılık, AİHM’nin hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin dini semboller taşımaları nedeniyle ihlal verdiği kararları da mevcuttur. Bu konuda hükümetin arzuladığı ölçüde bir reform ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki içtihadını köklü bir şekilde değiştirmesi halinde mümkün olabilir.

* * *

Haberin Devamı

Ayrıca demokratikleşmeden söz ediliyorsa, bunu yalnızca yasa ve yönetmelik değişikliklerinden ibaret gören bir bakış yeteri kadar kapsayıcı olmayacaktır. Gerçek anlamda bir demokratikleşme, mevzuat dışı yöntem ve uygulamalardan kaynaklanan baskıların aşılmasını da sağlamalıdır. Örneğin bir gazetecinin, köşe yazarının siyasal iktidar tarafından hedef gösterilip işinden edilmesi gibi bir uygulama, yasalarla ilgili olmayan, doğrudan demokrasi kültürüyle, demokrasinin niteliğiyle ilgili bir durumdur. Bu nedenle gerçek bir demokratikleşme amaçlanıyorsa, farklı seslere tahammül eşiğini bugünkünün çok üstüne çıkaracak yeni bir siyasi dil ve söylemin de geliştirilmesi elzemdir.
Muhtemelen Batı dünyası da yeni dönemde Türkiye’ye bakışını şekillendirirken, yalnızca mevzuattaki olumlu adımlara değil demokrasinin kalitesi ile ilgili bu gibi göstergelerde bir değişiklik olup olmayacağına da bakacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları