Eğer olimpiyatları alsaydık...

Neydi ki sonunda....

Haberin Devamı

İki kıtayı kavuşturan en kadim şehir olarak İstanbul, 5 kıtaya bir meşale yakacaktı.
Neresinden bakarsanız bakın, şunun şurasında bir İstanbul anlatacaktık.
Çünkü İstanbul hak etmişti kendini anlatmayı.
Üzüldüm. Biraz da kızgınım doğrusu.
Halbuki İstanbul alsaydı eğer, bırakın ulusal çıkarları ve siyasi propagandaları...
Mesela Taksim’deki otelci kardeşimden, Kartal’daki taksici arkadaşıma kadar ve hatta oradan Adadaki Fıstık Ahmet’in lokantasından, Serhat’ın Akasya’sına kadar halka halka bir dünya rüzgârı esecekti.
Yeşilköy’deki Pansiyoncu Remzi, o sabah camları tertemiz edecekti.
Balkonları yıkayacaktı.
İstanbul Modern’deki otoparkçı Ali, yıllar sonra gömleğini üstten iki düğme daha ilikleyecekti.
Emre Ergani mutlak yeni bir bara altın madalya takacaktı.
İzzet Çapa kim bilir neler soracaktı.
Hülya Avşar mutlak tenis kortlarının birisinden çıkacaktı.
Cem Yılmaz “halkalar” üzerine kim bilir hangi kahkahaları kuracaktı.
Ahmet Hakan, Toroğlu ve Çakır’a karşı, “beğendiklerim” diyen ve “en”lere yönelik bir alternatif spor programı bile yapabilirdi.
Yeşilköy’de Balıkçı Ayvaz, dükkânın tam karşısında, palamuttan lüfere geçen bir deniz gibi...
Bembeyaz gömleği ve simsiyah pantolonuyla, yüzüne öyle bir gülümseme yerleştirecekti ki...
Sunset’te güneşi bir başka batıracaktı Barış...
Hisar’da İskele Lokantası neredeyse denize açılacaktı...
Küçük İskender mutlaka Beyoğlu’ndan bir şiir çekecekti.
Boğaz’ı bir başka anlatacaktı Saffet Emre Tonguç...
Ara sokaklarındaki lokmacı Hamza daha erken ve gülerek kalkacaktı.
Ataköy Marina’da Red Fish’den Haluk, Saroz’a balığa çıkacaktı...
Mesut, Fikret ve Sadi, palamutların sayısını artıracaktı.
Çiçek Pasajı’nda çiçekler yeniden açacak...
Salacak’ta ve Çengelköy’de balıkçılar yeniden açılacaktı.
Peki ne oldu da şimdi bu kadar kızgınsınız?
Neden bu kadar karşıydınız?
Neden bu kadar saldırgansınız?
Şunun şurasında bir İstanbul anlatacaktık dünyaya.
Mesela, 6.45 vapuruyla yunuslar yarışacaktı.
Kalkıp mezarından Attila İlhan, “Ulan İstanbul bu sen misin?” diye soracaktı.
Fatih’te yoksul bir gramafon, eski zamanlardan bir cuma çalacaktı.
“Ulan İstanbul âşık oldum” diyecekti bir külhan.
Sirkeci Garı’ndaki yorgun tren...
Marmaray’a imrenecekti.
Heybeliada’da bir ruhban...
Sultanahmet’te bir Furkan anlatacaktı bunları.
Üzüldüm doğrusu...
Ve en çok da neye üzüldüm biliyor musunuz?
Halkaları kaybettikten sonra birbirini suçlayanların halka halka yayılan ucuz esprilerine...
Suçlamalara, saldırılara üzüldüm.
Olimpiyatları kaybettik diye...
Ağza alınmayacak tweet’ler...
Saldırılar, hakaretler.
“Sen mi, ben mi?” atışmaları.
“Senin yüzünden alamadık” suçlamaları.
“Oh iyi ki alamadın” diyen çukur zihinler...
Logar kapaklarından fışkıran o tweet’ler...
Ben işte asıl buna üzülüyorum.
Çünkü ben o hakaretlerin ötesinde başka bir İstanbul’a inanıyorum.
Benim inandığım İstanbul, artık kaybetmenin ve kazanmanın ötesindedir.
Benim İnandığım İstanbul, 2020’ye doğru, geçmişteki fetihlerin değil, gelecekteki keşiflerin şehridir...
Şunun şurasında bunu anlatacaktık
5 kıtaya...

Yazarın Tüm Yazıları