9 bin sokaklı şehir

Haberin Devamı

 

YAKLAŞIK bir saatlik yolculuğun ardından Rabat’tayız. Rabat, Fas’ın başkenti. Aynı zamanda ülkenin ‘siyasi başkenti’. Kral ve meclis burada. Cadde ve sokakların Casablanca ve Marakeş’e göre çok daha temiz ve düzenli olduğu gözümüzden kaçmıyor. Diğer iki kente kıyasla çöpten ve pis kokudan eser yok. Binalar burada ‘beyaz’ ve ‘mavi’. Çok da modern. Fas genelinde olduğu gibi Rabat’ta da kent merkezindeki otel ve ofisler hariç evler ya tek ya da iki katlı. Bunda arazinin düz ve geniş olmasının etkisi büyük. Tabii herkes bu kadar şanslı değil. Her birinin önünde özel güvenliğin olduğu villalarda yaşayanlar kadar gecekondularda (daha doğrusu derme çatma kulübeler) oturanlar da var. Kentin genelinde hummalı alt ve üst yapı çalışmaları gözlemliyoruz.
Rabat’ta ilk durağımız ‘Chellah’... Eski sur ve kalıntıların olduğu antik kentte dikkatimizi bunların üzerine yuva yapmış çok sayıda leylek çekiyor. Bol bol fotoğraf çekiyoruz ve mevcut kralın dedesi 5’inci Mohammed’in mozolesini ziyarete gidiyoruz. Roma sütunlarının bulunduğu geniş avlunun önünde bizi atlı askerler karşılıyor. Ekip halinde fotoğraf çektirip önce mozoleyi, ardından da meydanın diğer ucundaki ‘Hassan Kulesi’ni ziyaret ediyoruz. 12’nci Yüzyıl’da dünyanın en büyük minaresi olmak üzere yapılmaya başlanıp yarıda kalmasına rağmen hala heybetli bir görüntü sergiliyor.

Haberin Devamı

9 bin sokaklı şehir

Üçüncü durağımız ise ‘kale’ diye tabir edilen bölge. Köşeyi dönmemizle birlikte surların sarı tonları kendini beyaz ve maviye boyanmış duvarlara sahip sokaklara bırakıyor. Bir an için kendimizi Yunan adalarında sanıyoruz. Yılan gibi kıvrılan dar sokaklardan geçerek muhteşem deniz manzaralı çay bahçesine ulaşıyoruz. Ne yazık ki burada da sadece nane çayı var. “Hakkımız baki kalsın” diyor ve Fez’e gitmek üzere yeniden aracımıza biniyoruz. Başkent arkamızda kalırken, yolda, mantar (bildiğimiz şişe mantarı) ağacı ormanlarını görüyoruz. Hepsi gövdelerine kadar soyulmuş. İlginç bir görüntü veriyor.

Haberin Devamı

9 bin sokaklı şehir

 

Benim mide kaldırmadı

Üç saat sonra Fez karşımızda. Ülkenin ‘ilmi başkenti’. Rengi ‘sarı’. Rehberimiz Hüseyin Dalan, Fez’in, dünya üzerinde Ortaçağ’dan kalmış şehirler arasında en iyi korunmuş olan üç tanesinden biri olduğu ve UNESCO Kültür Mirasları Listesi’nde yer aldığı bilgisini paylaşıyor. İlk olarak Mohammed Al Fatih Okulu’na konuk oluyoruz. Açız, yemeğe oturuyoruz. Bizim için Fas mutfağının iki vazgeçilmez lezzetini hazırlamışlar. Önce, içinde her türlü deniz ürününün olduğu ‘pastilla’ geliyor. Bir lokma alıyorum, bana yetiyor. Diğer arkadaşlar afiyetle yiyor. Sonra ‘kuskus’ ikram ediliyor. Ama bu kuskus ülkemizdeki gibi buğdaydan değil, irmikten üretilmiş. Taneler minicik. Üzerinde haşlama parça et, neredeyse bütün konmuş havuç ve kabak, bir de kuru üzüm var. Bu da bizim damak tadımıza pek uygun değil. Ama pastillaya göre daha çok hoşumuza gidiyor. Açım, yiyorum. Hüseyin Bey’den bu lezzetin çok özel olduğunu, özellikle cuma günleri namazdan sonra neredeyse herkesin kuskus yediğini öğreniyoruz.
Ardından, ülkenin en favori hatta milli içeceği ‘nane çayı’ geliyor. İçinde yeşil çay, iri nane yaprakları ve normal boyutlarda bir küp şekerin yaklaşık üç katı büyüklüğünde bir şeker parçası bulunduğunu öğreniyoruz. Anlıyoruz ki, bu çayı demlemek bir sanat. Normal çaydanlıklara göre daha uzun ibriğe sahip Fas demlikleri, bu çayı, üzeri süslemeli özel boyutlu çok şık bardaklara yüksek mesafeden köpürterek doldurmayı sağlıyor. Kendi adıma pek beğenmiyorum.

Haberin Devamı

9 bin sokaklı şehir

Labirentten farksız

O ana kadar direnen ameliyatlı midem, safran, zencefil, tarçın, kimyon, anason, susam tohumu, kırmızıbiber ve zerdeçalın kesif kokusuna daha fazla dayanamıyor. Kendime geldiğimde Bab Boujloud Kapısı’ndan Fez’in en büyük medinası olan Fes el Bali’ye girmek üzere olduğumuzu fark ediyorum. Ekip beni otele göndermekte kararlı ama direniyorum. Burası 9’uncu Yüzyıl’da kurulmuş. Çoğu daracık yaklaşık 9 bin sokaktan oluşan, rehbersiz gezmenin neredeyse imkansız olduğu, araç girmeyen ama her sokakta eşek ve mobiletlere yol vermek için kapı eşiklerine kaçmak zorunda olduğunuz bambaşka bir dünya. Tam bir labirentin içinde hissediyoruz kendimizi. Hele bazı sokakları var ki tünelden farksız. Tavanı tahtalarla desteklemişler. Kimi sokaklar öyle dar ki iki kişi yan yana yürüyemiyor. Ara sokaklarda bazen bir kapının yarısı yüksekliğinde kapılar açılıyor. İçerisi zifiri karanlık, içiniz ürperiyor, tüyleriniz diken diken oluyor, korkuyorsunuz. İtiraf ediyorum, biz de tırstık! Her türlü şeyin satıldığı dükkanlar, yayılan kesif koku, katırlarla yük taşıyanlar, gördüğünüz fakirlik ve kötü yaşam koşulları, her şeyden habersiz gülen gözleriyle bize bakan üst başları perişan çocuklar başımızı döndürüyor.

Haberin Devamı

9 bin sokaklı şehir

Tabakhaneler müthiş

Tabii burda bir de tabakhaneler var. Biz birine gidiyoruz. Ama ne gidiş! Peşine takıldığımız Faslı genç, adeta başımızı döndürüyor. Nefes nefese kalıyoruz. Geldiğimizi ise burun kemiklerimize kadar işleyen kokudan anlıyoruz. Dayanabilelim diye elimize taze nane tomarı tutuşturuyorlar. Bu tabakhanelerde deriler hala Ortaçağ’dan kalma tekniklerle işleniyor. Boyaların tamamen organik olduğunu söylüyor. Dev gibi boya çukurlarını gösteriyor. Geç kaldığımız için işçileri göremiyoruz. Dolayısıyla o hayalini kurduğumuz rengarenk fotoğrafları da çekemiyoruz. Buna en çok Posta’dan Reşit Çağlıyangil üzülüyor.

9 bin sokaklı şehir

“Miden kötüydü, bu zaman diliminde sen nasıl oldun” diye merak ediyorsanız iki satır anlatayım: Siz siz olun, yediğinize-içtiğinize çok dikkat edin. Zira, Fez dahil Fas’ta tuvalet büyük sorun. Umuma açık tuvalet yok. Dikkatinizi çekerim; yok gibi değil, yok! Fez’de ekip benim için seferber oldu, sadece bir tane bulabildi. Nasıl mı? Anlatmayayım. Şu kadarını bilin yeter. Su, yok. Sabun, yok. Hijyen, o ne? Bizde herhalde tuvaletler 40-50 yıl önce böyleydi. Neyse, geçelim bu faslı. Gördüklerimiz hayallerimizi çok aşıyor. Belki de hatırlamamak ve hijyenik olmadıklarını düşündüğümüz için birkaç parça minik hediyenin dışında bir şey almadan çıkıyoruz 9 bin sokaklı çarşıdan. Sıra, Fez’in modern yaşantısında. Geniş caddeleri palmiye ve çiçeklerle süslemişler. Aracımız, geceyi geçireceğimiz Ramada’ya yanaşıyor. Kafayı vurup yatıyorum. Sabah öğreniyorum ki, ekip geceyi dışarıda geçirmiş, ‘meyve salatası’ yemişler. Ortak görüşleri şöyle: “Yediğimiz en leziz şeydi.” Kaçırmışım!
İstanbul’a doğru havalanırken uçağın penceresinden son kez bakıyorum. Sanırım çoğumuz aynı şeyi düşünüyor. Evet, güllük gülistanlık değildi. Ama sıkıntılar aşılamayacak şeyler de değil. Her şeye rağmen Fas’ta olmak güzeldi.

Haberin Devamı


NOTLAR
* Fas’ta alışveriş çok yorucu. Her zaman pazarlık yapmak zorundasınız. İlk söyledikleri fiyatlardan inanılmaz rakamlara düşüyorlar.
* Genel kullanıma açık yerlerde hiçbir şekilde tuvalet kağıdı ya da sabun yok.
* Ülke genelinde iki tip taksi var. Biri ‘grande taxi’ denilen eski Mercedes’ler. Diğeri, nispeten daha ucuz olan Uno, Peugeot ve benzeri minik eski arabalardan oluşan ‘petit taxi’ler.
* Motosiklet kullanımı çok yaygın. Otomobil kadar motosiklet sürücülerinin de çoğu kadın. Kasksız kullanan görmedik.
* Fas’ta minareler köşeli. Ezan makamsız okunuyor.
* ‘Cellaba’, ‘cillabe’ veya ‘cilbab’ denilen kapşonlu kaftanlar çok yaygın. Hem erkekler, hem de kadınlar giyiyor. Yıldız Savaşları’ndaki Jedi’leri görmüş gibi oluyorsunuz.
* Meyve çok bol ve ucuz.
* Tuzlu bir şey boşuna aramayın, tüm lezzetleri tatlı.
* “Orası çöl, yeşil yoktur” diyorsanız, yanılıyorsunuz. İnanın; bizde o kadar ağaç, çiçek, park yok.


GEZİNİN ‘EN’LERİ

* En kıdemlimiz, Gediz Üniversitesi Genel Sekreteri Adnan Yeşildal. Adnan Bey, üçüncü kez geldiği Fas’ta sürpriz yaşamamıza izin vermedi.
* En cömertimiz ve şık giyimlimiz, Egeli Sabah Yazıişleri Müdürü Engin Uğur Ağır. Ülkedeki dilenciler, peşini bir an olsun bırakmadı. Bunda dört gün boyunca giydiği 4 ayrı ceketin sanırım etkisi büyüktü. Cebindeki paranın çoğu dilencilere gitti.
* En uykucumuz, Yeni Asır Haber Müdürü Erhan Gülenç. Erhan kardeş bulduğu her fırsatı uyuyarak geçirdi. İyi horluyor.
* En iştahlımız, Kanal 35 Genel Müdürü Nurettin Memur. Ben bir şey yiyemez, kuru ekmekle beslenirken, o maşallah ne ikram edildiyse afiyetle yedi. Kahvaltılarda 4 yumurta yediği de gözümden kaçmadı.
* En gecikenimiz, Posta Ege Editörü Reşit Çağlıyangil. Sağolsun Reşit Abi, her sabah ve akşam ekibe en son katılarak rekoru kimseye bırakmadı. (Özellikle sağlık konusunda sıkıntı çekenler için herkesten önce koşturduğunu da yazmazsam ayıp olur!)
* En mobilimiz, Milliyet Ege yazarı ve Bornova Belediyesi Basın Danışmanı Mustafa Yılmaz. Sevgili kardeşimin gittiğimiz her yerde ilk sorduğu soru, internet şifresi oldu.
* En mızmızımız, tabii ki ben. Ciddi mide ameliyatı geçirmiş biri olarak, aslında uzak durmam gereken lezzetleri merak edip tadıp yine tat kaçırdım.
* En şipkakçımız, Zaman Gazetesi Yazıişleri Müdürü Aykut Sayar. Aykut, bu gezide de objektife hakimiyet konusunda üstüne tanımadığını bir kez daha gösterdi.
* En koşturanımız, Gediz Üniversitesi Medya İletişim Direktörü ve Egeli Sabah yazarı Özgür Kaynar. Sevgili Özgür, gezinin başından sonuna her an yanımızdaydı, her şeyimizle ilgilendi.

Yazarın Tüm Yazıları