Törenin daniskasını fil ve zürafa dolaştırıp yapardık

Ertuğrul Özkök, cuma günkü yazısında Ronald Reagan’ın cenaze törenini konu alıyor, bizde cumhurbaşkanlarının cenazelerinin nasıl kaldırılacağını gösteren sivil bir yönetmeliğin bulunmadığını ama Genelkurmay’a ait cenaze yönetmeliğinin bir maddesinin sivil cumhurbaşkanlarına uygulanacak merasimi anlattığını söylüyordu.

Biz, bugünün Amerikası gibi süper devlet olduğumuz günlerde cenaze yönetmeliğinin álásına sahiptik; zira süper devletler güçlerini zenginlikleri vasıtasıyla ifade edebilmek,hattá gerektiğinde göz boyamak için tantanalı törenler düzenlemek zorundaydılar. ‘Teşrifat Defteri’ denilen eski protokol kayıtlarında kalan tören yönetmeliklerimizde zamanın hükümdarının cenaze merasimine katılacakların ne renk elbise giymeleri gerektiğinden tutun, dağıtılacak sadakaların ne cins madeni paradan olacağına, hatta elçi kabullerinde saraya fil ve zürafa getirilmesine kadar akla gelen ve gelmeyen hemen herşey yazılıydı.

SABIK Amerikan Başkanı Ronald Reagan’ın günler süren cenaze töreni geçen cuma akşamı nihayet bitti ve Reagan, Washington’da yapılan tantanalı merasimlerden sonra California’da romantik bir şekilde toprağa verildi.

Reagan’ın Amerikan TV’lerinde naklen yayınlanan cenaze törenini bilmem seyrettiniz mi? Tabutun Capitol kubbesinin altında katafalka konulması, katedrale taşınması ve Andrews Hava Üssü’ne nakledilmesi işleri şatafattan da öte, tam bir tantana içinde yapıldı.

Şurasını unutmayalım: Büyük merasimler büyük, daha doğrusu süper devletler için bir mecburiyettir; zira devletin gücünü ve zenginliğini gözler önüne sermek, hattá gerektiğinde göz boyamak için tantanalı törenler düzenlemekten daha uygun bir yol yoktur ve bu iş tarih boyunca böyle yapılmıştır.

Amerika, Ronald Reagan’ın cenazesinde işte bunu yaptı. Kocasının bizzat hazırladığı 300 sayfalık vasiyetinin yerine getirilmesiyle yetinmeyen Nancy Reagan, katedralda okunacak olan Franz Schubert’in ‘Ave Maria’sının, yani Türkçesi ile ‘Hazreti Meryem İláhisi’nin de iki ayağı kesik meşhur tenor Ronan Tynan tarafından icra edilmesini istedi. Amerikan TV’leri, Tynan’ın okuduğu Ave Maria’yı günlerden buyana program aralarında tekrar tekrar yayınlıyorlar.

Sözün kısası, Amerika rengárenk üniformalar içerisindeki merasim kıt’alarıyla, eyalet bayraklarıyla donatılmış katedraliyle, Capitol’ün şaşaalı kubbesiyle ve şaşmayan protokolüyle cenazede ‘büyük’ olduğunu gösterip tam bir gösteri yaptı.

Bir zamanlar aynen bizim de yaptığımız gibi...

İmparatorluğun parlak dönemlerinde merasim demek bizim için de gösteri demekti; zira merasim ne kadar tantanalı olursa, devletin büyüklüğü de o derece ortaya konmuş sayılırdı. Hele saraya gelen Avrupalı bir elçi için tören yapılmayagörsün... Asıl kıyamet o zaman kopar, yer-gök inler, hatta sadece böyle günler için beslenen zürafa, fil, su aygırı gibi o zamanın nadir hayvanları da saraya getirilir ve törene şaşaadan ziyade gümbürtünün hákim olmasına çalışılırdı. Rengárenk elbiseler içerisindeki binlerce kişinin arasındaki garip yaratıkları gören Avrupalı elçiler için devletin haşmetine hayran kalmamak, artık imkánsızdı.

Geçen cuma günü köşesinde Reagan’ın cenaze merasimini yazan Ertuğrul Özkök, Türkiye’de cumhurbaşkanlarının cenaze törenlerinin ne şekilde düzenleneceğini gösteren sivil bir yönetmelik bulunmadığını ama Genelkurmay’a ait cenaze yönetmeliğinin bir maddesinin sivil cumhurbaşkanlarına uygulanacak merasimi anlattığını söylüyordu. Anlaşılan, memleketi ilgilendiren hemen her önemli konunun yanısıra, dünyaya veda eden cumhurbaşkanlarının ebediyete uğurlanmaları işini de artık askere bırakmıştık.

Bizde, eski devirlerde şu anda sahip olmadığımız sivil cenaze yönetmeliklerinin álásı vardı ve herşey en ince ayrıntısına kadar kaydedilmişti. Merasime katılanların ne renk elbise giyeceklerinden kimin nerede, kimin arkasında ve kaç adım geride duracağına, cenazenin yıkanması sırasında suya katılacak kokuların ve tabutun üzerine yerleştirilecek olan örtülerin cinsinden hangi hafızın hangi áyeti okuyacağına, hattá dağıtılacak sadakaların ne cins madeni paradan ve ne miktarda olması gerektiğine kadar akla gelen ve gelmeyen hemen herşey kayda geçirilmiş olurdu.

Türkiye’de tarih boyunca çok sayıda büyük cenaze töreni yapıldı ama hem katılanların fazlalığı, hem de protokol tatbikatı bakımından üç tören hepsinin üzerinde oldu: Konya’da 1273’ün 18 Aralık’ında Mevláná Celáleddin-i Rumi’ye, İstanbul’da 1566’da Kanuni Sultan Süleyman’a ve 1938 Kasım’ında Atatürk’e yapılan törenlerin...

Reagan’ın cenaze törenini TV’lerden seyredip bir zamanlar bizde de yapılan şaşaalı merasimlerin nasıl olduğını merak ediyorsanız Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne gidin ve ‘Teşrifat’ yani ‘Protokol’ defterlerini okuyun. Ayrıntıları ve şaşaayı farkedip şaşıracağınıza eminim.

Beyler, birbirinizi tekzip etmeyi bırakın, kemiklere sahip çıkın!

GEÇEN
21 Mart günü Konya’nın Aláeddin Tepesi’nde yaşanan ve kültür tarihimizde eşi-benzeri bulunmayan bir rezaleti yazmış, Anadolu Selçuklu Devleti’nin önde gelen sekiz hükümdarının kemiklerini türbede 1993’te yapılan bir restorasyon sırasında köpeklere kaptırdığımızı anlatmıştım.

Yazımdan sonra Konya Valiliği’nden ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden üstüste açıklamalar geldi. Önce ‘Böyle bir olay olmamıştır’ dediler, arkasından ‘1930’lu senelerde olduğu iddia edilir’ gibisinden sözler ettiler. Üstelik açıklamalarını işi garantiye almak istercesine bir değil, birkaç defa yolladılar. Fakslar ve resmi zarflar birbirini takip etti.

Yaptıkları bütün açıklamaların ortaya koyduğu tek bir gerçek vardı: İlgili makamlar arasında koordinasyon diye bir kavramın bulunmadığı! Konya Valiliği ‘Böyle bir olay olmamıştır’ diyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü ‘Olmamıştır ama olmuş olabilir, gene de bir bakacağız’ diye yazıyor, Vakıflar’ın Teftiş Kurulu ise inceleme başlatıldığını söyleyip benden konuyla ilgili bilgi istiyordu.

4 Nisan’da, yine bu sayfada Aláeddin Tepesi’nde 1993’ün 23 Eylül günü çekilmiş olan iki fotoğraf yayınlamıştım. Fotoğraflarda Selçuklu Sultanları’nın láhidlerinin avluya çıkartılıp üstüste yığılmış oldukları açıkça görülüyordu. Ama ilgili makamlar bu fotoğraflara bile bakma zahmetine katlanmamış olacaklar ki, birbirlerini tekzip eden metinler hazırlamışlardı.

Şimdi, bana bu konuda peşpeşe açıklamalar yollayan ‘Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanları’na küçük bir tavsiyede bulunayım: Önce oturun, koordinasyonlu şekilde çalışın, birbirinizden haberdar olun, işin doğrusunu ve neyin ne olduğunu öğrenin, yazacağınızı ondan sonra yazın. ‘Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanlığı’ herşeyi yalanlama ve etrafa ‘açıklama’ adı altında çalakalem hazırlanmış sayfalar gönderme müessesesi demek değildir!

İkinci Abdülhamid’in cenazesi sabunlanmasına kadar yazılmıştı

TÜRKİYE’de bir devlet başkanının cenazesiyle ilgili en ayrıntılı yazıyı tarihçi Ahmed Refik kaleme almış ve İkinci Abdülhamid’e 1918’in 10 Şubat’ında yapılan cenaze törenini cenazenin yıkanmasından defnine kadar bütün detaylarıyla anlatmıştı.

İşte, Ahmed Refik’in oldukça uzun olan yazısının küçük bir bölümü, İkinci Abdülhamid’in cenazesinin yıkanışından sözettiği satırları:

‘...Teneşirin etrafında ikisi yeşil, ikisi beyaz sarıklı dört hoca ellerinde sarı lifler, misk sabunları, dindaráne bir ihtiramla naáşı yıkıyorlardı.

Sultan Abdülhamid’in beline doğru beyaz ve yeni bir peştamal örtülmüştü. Göğsünden yukarısı ve dizlerinden aşağısı açıktaydı. Vücudunda uzun bir hastalığın zaafı görünmüyordu. Renginde ölüm sarılığı, korkunç bir sarılık yoktu; fildişinden bir cisim gibiydi; boyu ufaktı, saçı ve sakalı ağarmıştı.

...Yüzünde ihtiyarlık alámeti, fazla buruşukluk yoktu. Boynu incelmiş, omuz kemikleri dışarıya fırlamıştı. En zayıf yerleri, göğsüydü. Göğüs ve kalça kemikleri görülüyordu. Bacakları beyaz ve ince, ayakları ufaktı. Vücudunda hiç kıl yoktu. Yalnız meme uçlarında, kollarının alt kısımlarında, parmaklarının üzerinde siyah kıllar görülüyordu. Kolları halsiz şekilde iki yana düşmüş, ayaklarının parmakları açılmıştı. Vücudunun sağ tarafı bembeyazdı, sol tarafında ve arkasında kırmızılıklar görünüyordu. ...Beyaz bir vücut, yıkandıkça güzelleşen bir na’ş, yeni bir teneşir üzerinde yıkayanların ellerine tábi, uzanmış yatıyordu.

...O gün, olaylarla dolu uzun bir saltanat devresinin son sahifesi kapanacaktı. Bütün nazarlar, Sultan Abdülhamid’in teneşir üzerinde yatan kapalı gözlerine dikilmişti. Ná’şa sıcak sular döküldükçe beyaz bir duman yükseliyor, buhurdanlardan çıkan öd ve amber kokularına karışıyordu.

...Nihayet ná’şın yıkanması bitti. Sarı ipek işlemeli havlularla kurulandı, tabut yere indirildi; teneşir, tabutun yanına getirildi, içine kefenler serildi, Sultan Abdülhamid’in ná’şı hürmetle tabuta indirildi.

Sultan Abdülhamid, son dakikalarına kadar kendini kaybetmemişti. Hatta, vasiyet etmişti: Göğsüne ahidname duası konacak, yüzüne Hırka-ı Saadet tülbendi, siyah Kábe örtüsü örtülecekti. Bu vasiyet, harfiyen icra edildi. Kefen bağlandı, tabut kapandı’.
Yazarın Tüm Yazıları