Bu ekip tamamen çıldırmış!

Güncelleme Tarihi:

Bu ekip tamamen çıldırmış
Oluşturulma Tarihi: Nisan 13, 2013 00:00

Hazırda tutmuş bir dizileri varken, ekipçe onun devamı niteliğinde komedi filmi patlatıp hasılatı toplayacaklarına kendi deyişleriyle ‘siyah beyaz, sıkıcı bir kasaba filmi’ çektiler. Üstelik filmi kendileri göstereceklermiş! Yönetmen Onur Ünlü ve filmin başrol oyuncusu Ali Atay’la ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ filmini konuştuk...

Haberin Devamı

Onur Ünlü
Onur Ünlü’den izleyiciyi güldüren filmler izlemeye alıştık. Sen Aydınlatırsın Geceyi ise evet yine komik ama dramatik yönü daha ağır basıyor. Ne oldu da ortaya böyle bir film çıktı?

Onur Ünlü: Aslında bunu biz de sonradan konuştuk. Sadece set arkasını izleyen biri böyle bir filmin ortaya çıktığını düşünmez. Çünkü biz her zamanki gibi espriler, şakalarla çok eğlenerek çektik. Leyla ve Mecnun dizi setindeki ‘geyik’ atmosferi devam ediyordu. Fakat çekmeye başladığımız andan itibaren herkes ne yapacağını çok iyi biliyordu. Melankolik bir film olacaktı bu. Yani başından beri böyle düşünmüştük zaten. Komik tarafları da var ama komik bir film yapmak istemedik.

Filmin son halini izlediğinizde siz ne hissettiniz?
Ali Atay: Ben senaryoyu altı kere falan okudum, okumak istedim. Filmin son halini ilk kez galada izleyeceğim. Ama offline’ını izledim. Efektlerin falan çok görünmediği bir versiyon. Bizim dışımızda bir filmmiş gibi izledim ben. İzlerken gerçekten yabancılaştım ki oyuncu için çok önemlidir, başarıdır bu.

Haberin Devamı

Filmin fikri nasıl, ne zaman doğdu?
OÜ: Yıllar önce çıktı aslında. “Süper özellikleri olsa insanların ve bu hiçbir şeye yaramasa, insan oldukları için yine aynı sıkıntıları yaşamaya devam etseler ne olurdu?” sorusundan doğdu. ‘Polis’ diye bir film yapmıştık. Onun montaj zamanı filandı fikir ilk doğduğunda. Zaman içinde buna bir versiyon yazmıştım, o biraz fantastik film gibi olmuştu. Sonra vazgeçtim bunu yazdım. Metni yazarken şu adamların bu özellikleri olmasaydı ne olurdu diye düşünerek kurdum hikâyeyi önce. Cemal (Ali Atay) duvarın ardını görmeseydi de kapının arasından görseydi. Yasemin (Demet Evgar) onu düşürmeseydi de bu aptal aptal kıza bakarken kayıp düşseydi. Yine aynı şeyler olacaktı. O yüzden özü itibariyle fantastik değil. Daha çok tragedyaya benzetmeye çalıştık. Üzerine fantastik öğeler eklendi.
AA: Ben mesela bu filmin fantastik bir film olduğunu bir saniye bile düşünmedim. Okurken de oynarken de izlerken de. Tuhaf bir romantizmi var filmin ve bütün fantastik öğeler ona hizmet ediyorlar. Aslında hiç önemsemeyeceğimiz türdeler yani.

Haberin Devamı

Tragedya demişken; film Shakespeare’e bir hayli selam çakıyor. Hem adı, hem hikâyesindeki detaylarla. Bu filmde Shakespeare’in yeri ne?
OÜ: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Cevat Çapan’ın Shakespeare sonelerinden çevirdiği kitabın ismi. Shakespeare’in öyle bir kitabı yok. Cevat Hoca böyle bir isim düşünmüş. O ismi gördüğüm günden beri, -ki yıllar yıllar öncedir bu- bir filme isim olarak koymayı düşünüyordum. Böyle bir adamın, Cemal’in şiirle bir bağlantısı olması gerekiyordu. O bağlantıyı Shakespeare’le kurmuş olduk.

Böyle bir adam dediniz ya, Cemal nasıl bir adam?
AA: Ben bilmem ya. Hayatım boyunca böyle soruları yanıtlayamadım. Ben sadece okuduğum şeyi anlamaya çalışarak hareket eden türde bir oyuncuyum. Cemal’in nasıl biri olduğunu hâlâ bilmiyorum, bilemem de. Bir daha izlediğimde “vay be!” falan diyerek tanıyacağım Cemal’i. Benim o rolü oynamak istememdeki en büyük etkenlerden biri şu oldu: Açıklayamayacağım türde duygu durumları vardı filmde. Filmin tanımadığımız anlamda bir komik, romantik ve yalnızlık anlayışı var. İşte avangard dediğimiz şey bu. Bu senaryo hayatımda okuduğum en acayip senaryolardan bir tanesi. Ve çok istiyorum ki benim okuduğumda hissettiğim her şey perdeye yansısın ve insanlar izlerken aynı şeyi hissetsin. Ve hayatımda belki de ilk defa neden film yapılması gerektiğini anladım yani. Bu his çok ağır.
OÜ: Oyuncular açısından şöyle bir zorluğu var filmin. Ana karakter olarak Ali çok iyi altından kalktı o durumun. Duvarın içinden geçmek ne demek bilmiyoruz hiçbirimiz. Mesela filmin sonunu düşün. Daha önce kimse o durumda kalmadı ve bir daha da hiç kimse o halde kalmayacak. Bir insanın tecrübe etmesinin asla mümkün olmadığı onlarca durum var filmde ve oyuncular bunu göstermek durumundaydılar. Bu kolayca yapılacak bir şey değil.

Haberin Devamı

BU ÜLKEDE OYUNCU RAHAT BIRAKILMIYOR

Bu ekip tamamen çıldırmış

Ali Atay

Bak çok enteresan. Cemal’in tipiyle ilgili hiçbir şey düşünmedik biz. Planlamadık, oraya gidince buluruz dedik. Akhisar’da çok güzel bir mahalle berberi vardı, filmde de dükkânını kullandığımız berber. Oturdum önüne “hadi” dedik “tıraş et”. Vurdu, kesti yani. Bayağı böyle çıktı Cemal’in tipi. Bütün film boyunca Mekap ayakkabılar giyiyorum ya, onu da pazarda gezerken bulduk.

Senaryo tamamlanmadan evvel birlikte çalışacağınızı biliyor muydunuz?
OÜ: Biliyorduk tabii. Benim kafamda hikâye vardı zaten. Daha yazmamıştım, Ali’yle konuşmuştuk. Daha dizinin ilk sezonunu çekiyorduk. Sonra hazır olan ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ filmini çektik. Sonra bir hastalık mastalık (kolon kanseri) bir şeyler oldu bana. Sete gitmedim, evde yalnız kaldım. Depresif depresif duruyordum. İşte o zaman toparlayıp yazdım filmi.

Haberin Devamı

Filmde evde geçirdiğiniz o depresif sürecin etkisi var mı?
OÜ: O türden bir hastalık bir çeşit toplum dışı varlık haline getiriyor seni. Ya paniğe kapılırsın ya da sakin bakmanın bir yolunu bulursun. Ben ikincisini bulmaya çalıştım. O açıdan bana faydası oldu. Filmdeki o melankolik hava, aslında o süreçte benim kendi yaşadığım havaydı.
Hadi kaçınılmaz soruya gelelim. Niçin siyah beyaz?
: Siyah beyaz bir film çekmek istiyorduk. Sebebi sadece bu. Bu filme hem atmosferik hem de teknik açıdan özellikle efektlerle ilgili durumlarda yardımcı oldu. Ayrıca siyah beyaza göz alışık değil, alternatif bir gerçeklik duygusu veriyor. İzleyici film başlar başlamaz “başka bir şey olacak belli ki” duygusuna kapılıyor. Seyircinin işini de kolaylaştıran bir şey yani. Filmi daha sonra renkli hale getiremeyelim diye riskli ışıklar kullandık. Çünkü filmi bitirdikten sonra dağıtımcı baskısı, şu baskısı, bu baskısı falanla birileri bize renkli hale getirtebilirdi filmi. Ama şimdi renkli yaptığında sapsarı, yemyeşil mesela film.
Farklı projelerde aynı yönetmen ya da oyuncuyla çalışmanın avantaj ya da dezavantajları neler?
OÜ: Yönetmen kendini garantiye almak ister. O yüzden hep iyi oyuncularla çalışırım. Oyuncular ödüller aldığında hep bana yorarlar. Halbuki yönetmen kötü oyuncuyu iyi oynatamaz. Oyuncu yönetimi denen şeye inanmam ben.
AA: Ben en başından beri oyuncunun özellikle bu ülkede rahat bırakılmadığını düşünüyorum. O yüzden yönetmene pek teslim edemiyorum kendimi. Oyuncu denen şey yaratıcıdır, yaratıcı olmak zorundadır. Öteki türlü uygulayıcı olur ve ben uygulayıcı oyuncudan nefret ederim.
OÜ: İşte bu çok önemli. Ama oyuncuların çoğu bu riski almaz. Dolayısıyla yönetmenler de oyuncuların başarılarını sürekli kendilerine yormaya çalışırlar. Halbuki kötü bir oyuncuyu iyi oynatabilir mi? Gelsin de beni oynatsın hadi!

Haberin Devamı

FİLM BENDE YENİ BİR DÖNEM BAŞLATTI

Onur Ünlü sinematografisi içinde nerede görüyorsunuz bu filmi?
OÜ: Bu filmle ben yeni bir şey yapmış oldum. Kendi yaptığım sinemayla ilgili büyük, güzel ve heyecan verici bir kapı açıldı. Artık yeni bir şey yapmaya başlıyorum. Üç dört film yaptıktan sonra büyük ihtimalle yeni bir şey daha yapmaya başlayacağım ama bu film bende yeni bir dönemi başlattı, yani bunu çok kuvvetli hissediyorum.
AA: Bende şöyle bir his var. 10 gün önce filan senaryoyu bir daha okudum. Senaryoyu ilk okuduğumdaki hissi, oynarkenkini ve son okuduğumdaki duyguyu biliyorum. Evet dedim ya istediğimiz şeyi yapmışız yani!

Doğaçlamanın yeri Leyla ile Mecnun’daki gibi kuvvetli değil sanırım?
AA: Doğaçlama çok riskli bir şey. Leyla ile Mecnun başka bir mevzu. Doğaçlama benim en sevdiğim şey. Çocukluktan beri yapıyorum, yani konservatuvardan beri. Shakespeare oyunlarını, Beckett’i doğaçlama oynadım. Ki bence Beckett doğaçlama oynanmaması gereken nadir adamlardan biri, Shakespeare’i de geçtim yani. Bu filmde Onur’la konuşmadan ekstra hiçbir şey yapmadım. Ben şuna inanırım, onu ikna etmem gerekiyor. Onun da beni ikna etmesi gerekiyor. Ben hazırlandım diyelim ve sette dedi ki bana “orada öyle yapma, şöyle yap”. Beni ikna etmezse asla yapmam, yapamam yani. Beni ikna ederse de coştururum onu.

Çekimler ne kadar sürdü?
OÜ: Bir ay falan sürdü. Filmin tamamını Akhisar’da çektik.

Peki siz hiç durmuyor musunuz kışın dizi, yazın film?
AA: Çok şımarık bir şey söyleyeyim mi? Eğlenceli işler yaptığımız için hiç yorulmuyoruz şu an.

FİLMİ KENDİMİZ GÖSTERECEĞİZ

Filmi büyük dağıtım ağına sokmayı kendiniz gezdirme kararını neden aldınız? Nasıl olacak?
OÜ: Bizim filmlerimize art house diyorlar. Sanat sineması, yani b*k yemenin İngilizcesi. Türkiye’de sinema biletlerinin yüzde 70’i AVM’lerde satılır. Bu türden, siyah beyaz, ne olduğu tam olarak belli olmayan ve açıkçası her seyirciye de hitap etmeyecek bir filmin o tür sinema salonlarında gösterilmesi pek mümkün olmuyor. Bize yeterince salon vermiyorlar. Verdikten sonra bir hafta içinde söküyorlar filmimizi ve filmimiz yeterince seyirciye ulaşamıyor. Bunun için de böyle bir yol düşündük. Dedik ki filmimizi belli yerlerde gösterelim. İnsanlara söyleyelim, gelsinler orada izlesinler. Bu gösterimlerde biletleri gittiğimiz yerde bilet kaç liradan satılıyorsa o fiyat üzerinden satacağız. Biz de filmle beraber gidip söyleşiler yapacağız.

Televizyondan kazandığınız parayı sinemaya yatırıyorsunuz yani...
AA: Bunu yapan filmin kendisi. Bunu başka bir filmle yapamazdık. O çok güzel bir yol açıyor ve biz onu takip ediyoruz işte. Bu filmleri birilerinin yapması lazım ama ya. Kim yapacak? Biz bunun için çalışıyor uğraşıyoruz. Ben böyle bir film için üç ay kafayı yemeyeceksem neden oyunculuk yapıyorum? Neden bu ülkeden izlemeye doyamayacağım türde sıra dışı komedi filmleri çıkmıyor. Neden bir The Big Lebowski çekmiyoruz mesela?
: Biz henüz gençken iyi filmler yapmak için yola çıkmıştık. Şimdi bu imkânımız varken, yoldan dönmeyip, kendimizce iyi olduğunu düşündüğümüz filmlere paramızı, zamanımızı ve imkânımızı harcayabiliriz. Gerçekten izlediğimizde gurur duyacağımız filmler yapmak istiyoruz. İzleyip de “ya olmadı ama iyi para kazandık” demek istemiyoruz. Sinemadan para kazanmak gibi bir hayalimiz yok zaten. Açıkçası benim böyle bir inancım da yok. Hatta ben sinemadan para kazanırsam nerede hata yaptığımı düşünürüm.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!