Vardiya Bizde

Sizlere anlatacağım hikâye, yüzlerce asker ailesinin benzerlerini yaşadığı hikâyelerden sadece biri...

On beş senedir fedakârlıklarla yürünmüş bir yolun, mutlu bir evliliğin özetidir bu... Ve, hayattaki en büyük şansım, en doğru kararım, eşim; tutuklu.
*
Aslında daha en başta belliydi bu evliliğin zorluklarla geçeceği... O bir deniz subayıydı çünkü.
Biz, müstakbel eşler, evlenmeden önce bilirdik seyirleri, görevleri, çoğu zaman ayrı düşeceğimizi. Meslek sahibiysek... Tayinler sebebiyle kendimize ait bir kariyerimizin olmayacağını da bilirdik tabii.
O seyirler görevler sebebiyle üç kere ertelemek zorunda kaldık evliliğimizi, iki sene erteledik. Hatta en son nikâh günü almaya annemle gitmiştim, damat bey nikâh günü gelip imza versin bari de gerçek olduğunu bilelim demişti, görevli memur, alay etmişti. Gocunmadık. Yolumuza devam ettik.
Evlendik, güya çiçeği burnunda gelin derler ya, yurtdışına gemi almaya gitti, üç ay... Bahriyenin, yurtdışından gemi alıp gelen en genç subayıydı, gurur duyduk. Balayı yapamadığımıza üzülmedik, önemsemedik.
İlk senemiz dolmadan, Gölcük depremi oldu. Hatırlarsınız belki, Tüpraş yanıyordu, ha patladı ha patlayacak denirken, herkes evini boşaltıp kaçarken... Komutanı olduğu söndürme gemisiyle alevlerin yanı başındaydı. Yapılacak bir şey kalmadı galiba havaya uçacak dendiğinde, bir arkadaşımız aracılığıyla kimlik kartını, banka kartlarını ve bir de küçücük seni seviyorum notu göndermişti bana.
Çok şükür atlattık. İlk üç senemizi mecburen ayrı şehirlerde çalışarak geçirdik ama, ayrılıklardan yorulmuştuk. Çok iyi gelirli işimden istifa ettim, eşimin yanına Karamürsel’e gittim. Binaları yerle bir olmuş, çadırda yaşayan bölgede, proje mimarı olarak iş bulmak hiç de kolay değildi. Otuz yaşımda neredeyse sıfırdan, asgari ücretle başladım. Olsun. Nihayet beraberdik. Mutluyduk.
Tek başıma katılmak zorunda kaldığım düğünleri, cenazeleri saymıyorum bile... Ağır trafik kazası geçirip yaralandığımda, Bosna’daydı. Arkadaşlarımız koştu. Beklemeyi, sabretmeyi öğrendik.
Seneler akıp geçti, tayini Ankara’ya çıktı, ancak, denizdeki ayrılıklar karada da yakamızı bırakmadı, yeni görevinde her ay en az on beş gün şehir dışındaydı. Benim için ise, yeniden, sıfırdan başlama vaktiydi. Oraya başvur, buraya başvur, tayinler sebebiyle hiç kimse subay eşine iş vermek istemiyordu. Yılmadık. Yolumuza devam ettik.
Kanser olduğumu öğrendiğimde, yine çok yoğun, gecesi-gündüzü olmayan bir görevdeydi. Ameliyat üstüne ameliyat, bir seneden uzun tedavi faslı, dert etmedik, sarıldık.
Bu da geçer dedik.
*
İşte böyle, kendi halimizde yaşam mücadelesi verirken, 2011 senesinde zaman dondu adeta... Canımın yarısını adalet maskesi altında esir ettiler, o tarihten beri tutukluyuz hâlâ.
*
Balyoz davasında eşimin adını ilk öğrendiğimde hissettiklerim, kanser olduğumu öğrendiğim anda hissettiklerimle aynıydı. Birdenbire, tüm hayatımıza kasteden, ne kadar kötü olabileceğini kestiremediğimiz, bir acayip durum! Oysa, kanserin bile matematiği vardır. Evrensel kurallar sayesinde atlatmayı başarabilirsiniz. Ancak, bu kumpas çok daha ağırdı. Kurallarını bilmediğimiz bir oyunun içinde buluverdik kendimizi.
*
Ve, rahatsızlığımın hemen akabinde, en büyük özlemimiz çocuk sahibi olmaktı. Tek şansım vardı, tüp bebek... Tedavim bile, her türlü sağlık riskini göze almamız kaydıyla, bu şansımızı yok etmeyecek şekilde planlanmıştı. Sahte dijital iftiralar, bu tek şansımı da alıp götürdü. Ne kadar üzüldüğümü tahmin edebilirsiniz... Ancak, haksız-hukuksuz esir alınmış çocuk sahibi ailelerin çektiklerini görünce, çocuğumuz olmadığı için kendimizi şanslı hissediyoruz bile diyebilirim. Sadece asker ailelerine değil, Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın çocuklarına yapılan insafsızlıklara dikkatinizi çekerim. Zira, yurtsever esirlere yapılan zulmün sırası, ailelerine, çocuklarına geldi.
*
İki senedir devam ediyor mücadelemiz... Canlarımızın parçası Hasdal, Maltepe, Hadımköy, Sincan, Mamak, Şirinyer, Silivri’de esir... Dışarıda, onların sesini duyurmaya, adaletsizliği anlatmaya çalışıyoruz. Bu komployu kuranların ve alet olanların, biz asker ailelerinin de tıpkı eşlerimiz gibi zorluklara bağışık, sabırlı ve mücadeleci olduğumuzu öngöremedikleri aşikâr... Kırgın ve öfkeliyim ama, yılmadım, yılmayacağım. Tek üzüntüm, halkımızın bunu şahsi bir mücadele olarak algılaması, bana bir şey olmaz mantığıyla duyarsız kalmasıdır... Halbuki bu, adalet mücadelesidir. Bugün bizim hayatımızı çalanların, yarın sizlerin ve çocuklarınızın hayatını çalmaması için verilen mücadeledir.
Aydınlık yarınlar dilerim.
*
Vardiya Bizde var ya...
Hani her cumartesi toplanıp “sessiz çığlık” atan yürekli kadınlar.
İşte bu satırlar, onlardan birine ait.
*
“Tek üzüntüm, halkımızın duyarsız kalmasıdır” diyor... İstanbul Beşiktaş Demokrasi Anıtı önü, Ankara Sakarya Caddesi Taş Ankara Heykeli önü, İzmir Konak Milli Piyango İdaresi karşısı, Bursa Şehreküstü Meydanı, Antalya Kapalı Yol Kışlahan Oteli önü, Kocaeli Gölcük Anıtpark. Bugün saat 13’te.
Yazarın Tüm Yazıları