İçinden dünya akan nehir

Güncelleme Tarihi:

İçinden dünya akan nehir
Oluşturulma Tarihi: Kasım 26, 2012 00:00

Anlat anlat bitmez New York. Son yolcuğumda yine sokak sokak dolaştım, bulvarları köprüleri aştım, kaldırımlarında dinlendim. Kentin simgelerini anlatacağım üç yazıya Fifth Avenue’yla başlıyorum. Burası cadde değil, içinden dünyanın aktığı bir nehir.

Haberin Devamı

Beşinci Cadde’yi ilk kez bir filmde görmüştüm. Audrey Hepburn’la George Pepperd’in başrollerini paylaştığı ve Trumann Capote’nin aynı adlı ünlü romanından sinemaya aktarılan “Tiffanny’de Kahvaltı” da. Genç aşıkların, pahalı mücevherlerin sergilendiği vitrini özlem, kıskançlık, beğeni ve öfkenin oluşturduğu bakışlarla seyretmeleri hiç aklımdan çıkmamıştı. Şimdi hayal meyal hatırladığım filmi seyrederken, yıllar sonra o vitrinin karşısında, aynı duygularla duraklayacağımı aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

O yıllarda, New York’ta, kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuş bir vaziyette, Manhattan’ın ve Harlem’in tekin olmayan sokaklarında, inşaatlarda balyoz sallayarak hayatta kalmaya çalışıyordum. Kazandığım ücret, kıt kanaat karnımı doyurmaya ve kaldığım tek odalı hücrenin kirasını ödemeye yettiği için, gezip tozmaya harcayacak para bulamıyordum. Tek eğlencem, hafta sonları Metropolitan Müzesi’nin merdivenlerine oturup, sokak gösterilerini izlemekti. Akşama kadar bir iki sandviç eşliğinde mim sanatçılarını, gelip geçeni, palyaçoları ve diğer sokak sanatçılarını seyrettikten sonra, Penn (Pennsylvania) Tren İstasyonu’na doğru yola çıkardım.

Haberin Devamı

İstasyona varmak için epey yürümem gerekirdi. Ben de “Fifth Avenue / Beşinci Cadde”yi tercih ederdim. Çünkü New York’un en güzel kadınları orada dolaşırdı. Ve dünyanın en pahalı mallarını satan mağazalar bu caddenin üstündeydi. Kah güzel bir kadının arkasına takılırdım kah başta “Tiffanny” olmak üzere, diğer şık mağazaların vitrinlerine kıskanç bakışlar fırlatırdım.
Genellikle yolun yarısındaki Saint Patrick’s Katedrali’nin merdivenlerine oturup dinlenir veya Rockfeller Center’in önündeki bir bankta “kurtuluş” hayallerine dalardım.

ANILARDA YOLCULUK

Son gezimde de yolum tekrar “Fifth Avenue”ya düştü. Anılarımı tazelemek için yine Metropolitan Müzesi’nin merdivenlerinde oturdum. Yıllar önceki aynı güzergahtan aşağıya inmeye başladım. Değişen pek bir şey yoktu. Tifanny’nin vitrinlerinin önünde yine kalabalıklar duruyordu. Bu kez orada fazla vakit geçirmedim. Hemen onun bitişiğindeki Trump Tower’ın pembe mermerlerle kaplı salonlarından geçip, küçük şelalenin karşısına oturdum. Zenginlere adanmış bu anıtta, bir kahve içimi etrafı seyrettim. Ünlü bir tanıdık görürüm umuduyla etrafı rasat ettim. Çünkü Türkiye’den ve dünyadan birçok bildik simanın, burada oturduğunu (veya dairesi olduğunu) okumuştum. Çıkarken bir camekanın içinde satılık daire ilanı gördüm. İlanda, dairelerin dörder yatak odalı ve birinin fiyatının 3 milyon 800 bin dolar, diğerinin ise 4 milyon 200 bin dolar olduğu belirtiliyordu. Sıfırlar çok olduğu için 1800 ile çarpıp TL karşılığını hesaplayamadım.
Kenti tam ortadan yaran cadde inanılmaz bir hareket vardı. Binlerce kişi bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Falih Rıfkı’nın tanımıyla, “dünyanın her tarafından gelme bir sürü huy, bin çeşit karakter” bu caddeye toplanmıştı. Burada dünyanın bütün dillerinden kelimeler havada uçuşup duruyordu. Turistler her hallerinden belli oluyordu. Onlar salına salına yürüyor, birbirlerine poz veriyor, gökdelenlerin zirvesini görmeye çalışıyor, gelip geçene çarpıyorlardı. Gerçek “New Yorker”lar ise göğüslerine bastırdıkları Ipad’leri, laptopları, dosyaları, evrak çantalarıyla, randevularına gecikmiş gibi bir edayla koşturup duruyorlardı.

Haberin Devamı


BİR AKARSU GİBİ

Burada her tip insanı görmek mümkündü: Çok şık giyimliler, şortlu turistler, üşüten sonbaharda incecik gece elbisesi ile dolaşanlar, alkolikler, deliler, manken gibi güzeller, fil gibi şişmanlar, en pahalı mağazaların önündeki çöp tenekelerinde yiyecek arayan “dibe vurmuşlar”.
Enis Batur, New York’u anlatan kitabında bu ünlü cadde için şunları yazıyordu: “Onu kapatın bir an için, şehir tıkanacak, oksijen tüpüne bağlanacaktır. Debisi çok yüksek Beşinci Cadde’nin. Bilmem hangi dünya kentinin, hangi ana caddelerinden bunca araç ve insan akıyordur? Yeryüzünün bellibaşlı akarsularıyla boy ölçüşüyor o yanıyla... İnsan hiç değilse bir kez kendini ona salıvermeli.”
Her kentin bir kokusu vardır. New York ise yoğun şekilde pizza kokar. Havalandırmaların pervanelerinin, restoranların fırınlarından şavullayıp, dışarı püskürttüğü kokular bazen insanı bayar, midesini bulandırır. Çok açsanız açlığınızı kabartır. Beşinci Cadde’nin ise belirgin bir kokusu yoktu. Veya yemek, yağ kokmayan belki de tek caddeydi. Bu caddenin hiç kokusu yok demek belki haksızlık olurdu. Çünkü yanınızdan geçen kadınlardan
yayılan parfüm kokuları, insanda çeşitli çağrışımlara neden oluyordu.

Haberin Devamı

ZENGİNLİĞİN SEMBOLLERİ

Cartier, Bergdorf Goodman, Tiffany gibi zenginliğin ve sosyal statünün sembolleştiği isimler hep bu cadde üstünde yer almıştı. Antikacıların piri Joseph Duveen, bu cadde üstünde, 1911 yılının bir milyon dolarına yaptırdığı ünlü galerisinde, bu caddenin sakinlerini Avrupa’nın sanatıyla tanıştırmıştı. New York’un zenginlerinin saray yavrusu evleri, bu caddede yan yana sıralanmıştı.
Beşinci Cadde’deki yürüyüşüm epey sürdü. Kimi zaman pahalı bir mağazaya, alıcı edasıyla girip, binlerce dolarlık giysileri okşadım, kimi zaman da eskiden yaptığım gibi, güzel bir kadının peşine takılıp yolculuğuma renk kattım. Arada
bir duraklayıp, üstünde sadece bir iççamaşırı olan “çıplak kovboy”un gitar konserini izledim. Acıkınca karnımı, seyyar arabalarda satılan “hot dog” veya tuzlu “pretzel” ile doyurdum.
Bir kez daha anladım ki bu Beşinci Cadde bir cadde değildi. Bütün dünyanın sığdığı, yaşam kesitlerinin sergilendiği, sınırlarını dünyanın en yüksek “dikilitaş”larının belirlediği bir yerdi. New York’u bağrının tam ortasından yarıp, aşağılara doğru akıp giden bu azgın nehir veya sel yatağında yuvarlanıp gitmenin tadı anlatılır gibi değildi.
Bir apartman girişinde, basamaklara oturup, bir yandan sızlayan ayaklarımı dinlendirdim bir yandan da yıllar öncesinin “dipteki yaşam”ımı anımsayıp, kendi kendime konuştum ve güldüm. Tıpkı New York’ta yaşayanların çoğunun yaptığı gibi.

GEÇİT MEKANI

Haberin Devamı

Cadde yılın belirli günlerinde kentin önemli geçit törenlerine sahne oluyor. St Patrick Günü, Şükran Günü, latin kökenlilerin Empire of Dreams geçit törenleri en büyük etkinlikler. Genellikle yürülüşler güneyden kuzeye yapılıyor. Tek istisna eşcinsel ve lezbiyenlerin düzenlediği LGBT Pride yürüyüşü.   
 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!