Simge heykeller

İş seyahatlerinden havayoluyla Ankara’ya dönmem hep akşam geç saatlere denk geliyor ki, Esenboğa’dan Oran’a şehri baştan sona geçerek evime ulaşıyorum. Dışkapı, Ulus, Sıhhiye, Kızılay, Çankaya derken otomobilin geçtiği arterlerde anlatacağım görüntüye tekrar tekrar şahit oluyorum. Lafı uzatmadan konuya gireyim.

Haberin Devamı

 Başkentin simge yapıları bellidir. Anıtkabir, Kocatepe Cami, TBMM binası, Hacıbayram Cami, Atakule derken sayısı iki elin parmağını geçmez. Şehrin merkezinde birer gurur abidesi gibi yükselen bu eserler gündüz ayrı güzel görünür, gece ayrı. Hatta gece görünüşleri aydınlatmalarından dolayı çok daha albenisi yüksektir. Onları seyrettikçe Türkiye’nin kalbinde yaşadığınızı daha iyi anlarsınız.
 Havalimanından her döndüğüm gece aydınlatmasının bazı simge eserlerden esirgendiğini gözlüyorum. Özellikle dikkat ediyorum, Ulus ve Sıhhiye semtlerindeki tüm ülkede bilinen Atatürk heykelleri gecenin karanlığı içinde kaybolup, neredeyse siluet halinde gözümüze yansıyor. Üstelik az ötesinde yol boyunca refüjü kaplayan yeşillik alanlar, zevksiz süs havuzları ışık seli içindeyken. Hâlbuki şehirde yaşayan bizler ve kentimize gelen turistler için bu simgeler ne kadar önemli!
 Yurt dışına, çağdaş ülkelere gidenler iyi bilir; akşam karanlığı şehrin üzerine çöktüğü zaman önce o ülkenin tarihi kahramanlarına ait heykeller aydınlatılır, sonra parklar, bahçeler, binalar… Gel gör ki Ankara’da bizlere bu ülkeyi armağan eden Ulu Önder Atatürk’ün heykeli bir türlü aydınlatılmıyor. Hatta insanda karanlık içinde fark edilmemesi için özel bir çaba gösterilmiş hissi uyandırır.
 Buradan yetkililere, özellikle de Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e seslenmek istiyorum. Çalılıklara, zincirler içindeki süs havuzlarına yönelttiğiniz ışıkları biraz da bu simgelere çevirin. Tabii niyetiniz varsa! Ben yine de iyi niyetli bir bakış açısıyla gözünüzden kaçmıştır diyeyim.

Haberin Devamı

 İLK İCRAATINI HEYKELE YAPMIŞTI


 Gökçek’in Atatürk heykellerine ilgisinin dozunu bilmem ama heykellere karşı özel hassasiyetinin olduğu bilinen bir gerçek... Hatırlayın, Melih Gökçek başkan olur olmaz ilk icraatını bir heykelle yapmıştı. 1994 yılında, Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un, Altınpark’taki “Periler Ülkesi” isimli eserini, “Böyle sanatın içine tüküreyim. Ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar” diyerek kaldırtınca, bir anda tüm Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Hatta heykel operasyonları bununla da sınırlı kalmamıştı. Bakım için depoya kaldırılan kadınlar ve çocuklar heykelini de, yine “müstehcen” bulduğu gerekçesiyle, bir daha depodan çıkarttırmamıştı.
 Gökçek’in, bir diğer heykel kaldırma teşebbüsü daha olmuştu. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın yaptırttığı Nazım Hikmet heykelini de yıktıracağı söylenmişti. Ama bunda başarılı olamamıştı.

Haberin Devamı


 DONDURMA ELDE YALAYAMADAN DÖNMEK


 Şu sıralar Antalya’yı mesken tuttum desem yeridir. Neredeyse her hafta sonu bu güzel Akdeniz kentine seyahatim var. Ancak dondurma elde yalayamama misali bu iş seyahatler beni oldukça yoruyor. Bir tatil bölgesine, en güzel konaklama tesislerine gidiyorsun ama burnunu işten kaldıramadığın için güzelliklere sırtını dönüp geliyorsun. Son olarak dünyanın en çok satan kadın dergisi Elle için Antalya’daydım.
 Bu yıl altıncısı düzenlenen Elle Weekend organizasyonu için Antalya Hillside Su Otel’deydim. Organizasyon moda, sanat ve cemiyet hayatından birçok ünlü isim 2012 yazına “Merhaba” derken, kendimi “Eat&Laugh&Play” konseptiyle iki günlük maratonun içinde buldum. Happy Hour’lar, partiler, otomobil test sürüşleri derken de keyifli anların bireyi olup çıktım. Bu arada Eat&Laugh&Play, ye- gül- oyna anlamına geliyor.
 Elle Dergisi de benim bölge temsilcisi olduğum 38 yayınlı Dogan Burda Dergi Grubu’na ait. Dünyanın çok satan dergisi olmayı başaran Elle’in başında yılların deneyimini yeni trendlerle yoğurmasını iyi bilen Işın Görmüş var. Hem yetenekleri, hem de dostluğu üst seviyede olan Işın’ın “Seni de mutlaka bekliyoruz” telefonunu kıramayıp, gittim.

Haberin Devamı


 SIRA ÇANTASINDAN BAŞKA SIRRI OLMAYANLARDA


 Otele ayak bastıktan sonrada kendimi peşpeşe süren partilerin içinde buldum. Gözlemci gibi katıldığım aktivitelerde parti hayatı dediğimiz şey bir gemi olsa, kaptan diye kime sesleneceğiz, onu düşündüm. Bir zaman öncesine kadar Yeşil Çam filmlerinin ortasından fırlamışçasına müzik yapan orkestraların borusu ötüyordu. lakin, kazın ayağı öyle değil artık... CD setini istiflediği korunaklı çantasından başka bir sırrı olmadığı halde, insanları “yüksek” bir yerlere götürüp getiren, kısacası mest eden yeni arkadaşlarda sıra... Yani DJ’ler de.
 Partiler boyunca bir kez daha anladım ki kendileri son zamanlarda epeyi revaçtalar. Bir süre öncesine kadar, isimsiz, cisimsiz, giderek mekanik bir şey gibi algılanmış olsalar da şimdilerde kanlı, canlı ve de tomarla fanlı bir yıldıza dönüşmeye yüz tutmuşlar. Onlar çalıyor, partinin ritmi onların ruh haline göre şekilleniyor.

Haberin Devamı


 UÇ NOKTALARDA YAŞAMAK BU OLSA GEREK


 İşte böylesine atmosfer içinde iki gün geçirdim. Sıkışık nizam yürünen kaldırımlardan bile şikayetçi olanlar, belediye otobüsünün istiap haddini aşmış yolculu halinden bile beter mekanda yaşadıkları anlardan oldukça mutlu görünüyorlardı. Gözüm tanıdık simalar aramaya başladı... Gerçi aramama da gerek yoktu ya! Benim için tanımadıklarımı saymak daha kolay oldu. Pınar Altuğ, Yağmur Atacan, Jülide Ateş, Wilma Elles, Tuğba Ünsal, Deniz Berdan, say saya bildiğin kadar. Sanki ünlüler pazarı kurulmuş gibiydi.
 O esnada aklıma ne kadar farklı mecralarda çalıştığım geldi. İki gün önce Capital dergisi için Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’le röportaj yapıyorsun, ertesi gün Atlas ve Tempo dergileri için Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileriyle görüşüyorsun, o gün de Elle dergisi için Antalya’da soluklanıyorsun. Belki de yaptığım işi hayata farklı pencerelerden bakma fırsatını yakaladığım için çok seviyorum.

Haberin Devamı


 ELLE(ME)DEDİK OLMADI!


 Organizasyon süresince o kadar çok şey yaşadım ki, hepsini köşeme taşımak için sayfalar yetmez. Ancak aklıma yer eden birini aktarayım. Kötü espri yapmaktan her zaman sapıkça zevk almış bazı kişilerden uzak kalmayı yeğlemişimdir. Ancak, bazen de şartlar insanı bu tür ortamlara mahkûm ediyor. Tıpkı Elle’in partisindeki gibi. Ortam güzel, insanlar çok şık, sağa sola serpilmiş hanımlar sanki seçmece ve müzik ise bir harika... Ancak, gel gör ki, yanıma sokulan kişinin hiç durmaksızın yaptığı espriler birbirinden beter. İsmi çok önemli değil ama, Allah iş yaşamındaki meslektaşlarını, onun yaptığı esprilerden korusun.
 Göz alıcı güzelliklerine ilaveten H&M markası tarafından giydirilen Elle Weekend kızları aktivitenin yapıldığı yerlerde boy gösterirken, bahsettiğim zat da kuyruk gibi peşlerinde dolaşıyordu. Zaman zamanda kızlara dokunarak sohbet ediyor, sonrada bana dönüp, “Önlerinde ‘Elle’ yazmıyor mu? Ben de elliyorum” diyordu. Hadi bir söyledi, iki söyledi sustum ama, sonunda patladım:
 “Aslında devamında “m” ve “ e” harfleri de var. Yani “Elleme” yazıyor ama sen sondaki o iki harfi bir türlü göremiyorsun”.


 DEVLET PROTOKOLÜ UYGULANINCA ŞAŞIRDIK


 Hazır söz kadın dergilerinden açılmışken, bizim grubun kadın dergileriyle aramın oldum olası iyi olmadığını belirteyim. Hepsi kendi alanında başa güreşen bu dergilerin haber kısımlarında yer almaktan büyük keyif alıyorum ama sıra aktivitelere geldiği zaman soğuk terler döküyorum. Tıpkı bundan 15 yıl önce yaşadığım bir olayda olduğu gibi.
 Yıl 1997... O süreçte adı Hürriyet Dergi Grubu olan Dogan Burda Dergi Grubu’nun bünyesinde çıkan kadınlara yönelik Elele dergisinin 25. Kuruluş yılı. Yayın Yönetmeni, dergimiz adına Atamıza teşekkür amacıyla Anıtkabir’e ziyarette bulunmamı istiyor. Tabii, bir de mozolesine çiçek ya da çelenk bırakmamı.
 Anıtkabir yönetimiyle irtibata geçip, gerekli izinleri almam zor olmuyor. Yanıt kısa sürede geliyor ve protokol töreniyle talebimizin yerine getirileceği söyleniyor. Belirlenen gün ve saatte ekibimle beraber Anıtkabir’e ulaştığımız zaman ise hiç ummadığımız bir hazırlıkla karşılanıyoruz. Asker, yerli ve yabancı devlet adamlarına uygulanan en üst derecedeki protokol kurallarını uygulayıp, kadınlara saygısını gösteriyor. Biz sadece çelenk koymayı beklerken, askerler eşliğinde ti borusundan anı defterini imzalamaya kadar her protokol aşamasına tabi tutuluyoruz.


 ANI DEFTERİ ESNASINDA YAŞANAN KRİZ


 Beni en müşkül duruma sokan durum ise anı defterine yöneldiğim an oluyor. O anda Hürriyet Dergi Grubu’nun en yetkili kişisi olarak Elele dergisi adına düşünceleri satırlara dökmem gerekiyor. Derginin kadınlardan oluşan yönetmenini telefonla arayıp, ne yazmam gerektiğini soruyorum. O anda da başımdan kaynar sular akıyor. İstekleri yazı bir kadının beyninden çıkan hislerle dolu...
 Talep, “Atam... Türk kadınları olarak sana ve ...” kelimeleriyle başlayan cümleler kurmam yönünde. Eh Türk vatandaşı olarak Atamıza saygım sonsuz, ama bir erkek olarak bu kadarı fazla ağır geliyor. Sonuçta telefonda biraz arbede çıkardıktan sonra yayın yönetmeniyle orta yolu buluyoruz. Bu şekilde de hem derginin, hem de benim isteğim yerine geliyor.
 “Aziz Atam... Elele Dergisi size ve sizin yolunuzda yürüyen Türk kadınına minnettardır. İmza: Erdal İpekeşen- Hürriyet Dergi Grubu Ankara Temsilcisi”

Yazarın Tüm Yazıları