Üniversite ünlülere ödül vermeli mi?

Her kurum kendine göre bir “en iyiler” listesi belirleyip ödül verebilir. O kurumun kendi bileceği iş.

Haberin Devamı

Maksat o ödülün saygı uyandırması, kabul görmesi. Gerisi boş.
Yoksa çabucak iletişime geçtiğin birkaç ünlüyü çağırmak ve ödül vermek kolay.
Birçok üniversitenin yaptığı da ne yazık ki bu.
Ünlüleri çağırmak, onlara ödül vermek ve medyada üniversitenin haber olmasını sağlamak.
Son olarak 19 Mayıs Üniversitesi aynı şeyi yapmak istedi.
Ama Demet Akalın duvarına tosladılar!
Meğer “en iyi kadın sanatçı” ödülünü Akalın’a vereceklermiş.
Ama Demet Akalın Samsun’a gelmeyi kabul etmeyince “en iyi kadın sanatçı”yı bir anda Deniz Seki yapıp ödülü ona vermişler!
Olay baştan aşağı saçma. Mantık, “Yeter ki ünlü biri gelsin” mantığı.
En iyi sanatçı kategorisi filan hikaye tabii.
İyi de üniversitelerin ünlülere ödül vermesinin nasıl bir faydası var?
Üniversiteli, popüler kültür alanındaki kişilere ödül vereceğine tam aksine onlara karşı mesafeli durmalı.
Onlar hakkında analizler yapmalı. Hatta tez bile yazmalı.
Bu alanda hatırladığım son çalışma mesela, Anadolu Üniversitesi’nden N. Aysun Yüksel’in “Tarkan: Yıldız Olgusu” adlı kitabıdır.
Toplumu etkileyen o kadar çok ünlü var ki tahlil edilmeyi bekleyen: Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Cem Yılmaz, Acun Ilıcalı...
Kısacası, popüler isimlere ödül vermek işin kolayı.
Onlar hakkında akademik çalışma yapabilmek işin zor olanı.
Neden zor olduğunu yine N. Aysun Yüksel örneğiyle açıklayayım.
Yüksel, Tarkan hakkında yazdığı çalışmayı 2001’de yayınladı.
Kitabın hemen ardından Tarkan, şöhretine ve şahsiyetine saldırıda bulunulduğu iddiasıyla mahkemeye başvurdu ve kitabı toplattırdı.
Aradan dokuz yıl geçtikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “ifade özgürlüğünü hukuka aykırı bir şekilde kısıtladığı” gerekçesiyle bu kez Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etti.

Haberin Devamı

Bir süre ‘dünyaca ünlü’ demesek...

Son günlerin en eğlenceli, en fantastik haberi fotoğrafçı David Natu olayıydı.
Kaçıranlar için hemen çıkan kısmın özetini vermeli:
Geçen günlerde ajanslar aracılığıyla gazetelere bir haber düştü.
Amerika’da yaşayan ve dünyanın en iyi ikinci fotoğrafçısı olarak gösterilen Türk fotoğrafçı David Natu’nun Kolombiya’da geçirdiği bir kazadan sonra öldüğü haberi...
Haberden birkaç gün sonra ortaya çıktı ki, David Natu diye biri aslında yoktu.
David’in gerçek adının Sezer olduğu sanılıyordu.
Amerika’da birçok Türk’ü bu “ünlü fotoğrafçı David” etiketiyle dolandırdığı söyleniyordu.
Dahası, sitesinde yer alan fotoğrafları da başka fotoğrafçılardan çalmıştı yetenekli bay Natu.
Kısacası, kendini önce “dünyanın en ünlü fotoğrafçısı” olarak göstermiş, sonra da bir rock star gibi öldürmüştü David/Sezer.
Bu olayla birlikte anlaşıldı ki, Türk medyasını kandırmak ne yazık ki çok kolay.
Çünkü biz, yurtdışındaki başarılı Türk haberlerini seviyoruz.
Ve o başarının ne kadarının doğru, ne kadarının şişirme olduğunu ölçüp tartmadan hemen etiketi yapıştırıp kişiyi cilalıyoruz:
“Başarılı Türk, dünyaca ünlü Türk.”
Elbette David Natu çok uç bir örnek.
O tamamen “olmayan” bir başarı üzerine kurmuş hikayesini.
Bir de “olanı” fazlasıyla abartıp süsleyerek yurtdışı semalarından Türkiye’ye satanlar var.
O da ayrı bir yazı konusu tabii...

Yazarın Tüm Yazıları