Karşısında diz çökeceğim tek adam Babam Saim Akçıl

Beni şaşırttı... Başka türde birini bekliyordum, başka biriyle karşılaştım. Sapphire’de buluştuk. En tepedeki dairelerden birinde oturuyor.

Haberin Devamı

Şehri kuş bakışı görüyor. Minicik bir daire. Kiralık.
Sinan Akçıl kendini ‘göçebe’ hissediyor, biraz orada, biraz burada yaşamak istiyor, bu aralar da Sapphire’de.
Dev pencerenin önünde piyanosu duruyor. Ortalıkta fazla mobilya yok. Boşluk duygusu hakim.
Ev, insana biraz yalnızlık hissi veriyor.
Rezene çayı içiyor ve krakerleri var, onları kemiriyor. Kilosuna, yağ oranına, kas oranına fevkalade dikkat ediyor. Beni görünce de, merhaba demeden önce, “Aa zannettiğimden daha zayıfmışsın!” diyor.
Takıntılı. Kabul de ediyor.
Emre Yunusoğlu birlikte fotoğraflarımızı çekerken, “Soldan iyi çıkmam, lütfen sağ profil olsun” diyor. Yaptığı işi de önemsiyor, kendini de.
Ama insana batmıyor.
O, öyle.
Gerçekten öyle./images/100/0x0/55eb2592f018fbb8f8ae4e81
Rol yok, söylediği her şeye inanıyor.
Özgüven patlaması yaşıyor.
Ama gıcık değil.
En azından bana öyle gelmedi.
Bu röportaj onun için önemli. Çünkü babasına ne kadar saygı duyduğunu, onu ne kadar sevdiğini herkese ilan etmek istiyor. Baba-oğul fotoğraflarını Serhat Hayri çekmiş, bana da marka ve fikir danışmanı Selim Akar verdi. Bu fikir onun aklına gelmiş: “Genetik mirasının önünde diz çöktü...”
Ben de fırsat bu fırsat deyip Sinan Akçıl ve Saim Akçıl’ın hayat hikâyesine daldım...

Ayşe ARMAN

 

Haberin Devamı

Ne münasebetle Hollanda’da doğuyorsun?
- Hikâye uzun. Anlatayım mı?

Anlat, anlat...
- Babam Bigalı. Çanakkale Biga. Dedem imam. Modern imam. Bakıyor ki oğlu müziğe yetenekli, kaptığı gibi İstanbul’a getiriyor. Niyeti, oğluna Türk Sanat Müziği eğitimi aldırmak. Ne var ki, yanlış konservatuvara kaydettiriyor!

Nasıl yani?
- İTÜ’deki Türk Sanat Müziği Bölümü’ne götürmesi gerekirken, Kadıköy’deki Belediye Konservatuvarı’nın klasik müzik sınavına sokuyor. Ve babam kazanıyor. “Parmakların keman çok uygun” diyorlar babama, eline de kemanı veriyorlar. O kadar yetenekli ki altın çocuk statüsünde. İtalya’da Roma Devlet Konservatuvarı’ndan burs kazanıyor. İdil Biret’le birlikte. Zaten ablamın adı o yüzden İdil. O günden sonra da, babamın hayatı, keman ve klasik müzik oluyor. 23 yaşında tekrar gidiyor İtalya’ya. Roma, Venedik derken sekiz yıl İtalya’da yaşıyor...
/images/100/0x0/55eb2592f018fbb8f8ae4e83

Haberin Devamı

O zaman baban İtalyanca da biliyor...
- Ne diyorsun, Japonca dahil yedi dil biliyor! Hayatının 35 yılı, yurt dışında geçiyor. Komple müzik insanı. İki yıl Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda baş kemancı olarak çalışıyor. Sonra da 15 yaş küçük anneme aşık oluyor, öğrencisine...

Dur dur çabuk geçme o hikâyeyi!
- Annem, Selanik göçmeni bir ailenin kızı. Bakırköy’de yaşıyorlar. Babası, Dünya Gazetesi’nin yayın yönetmeni Hikmet Çağlayan. Hikmet Bey, kızlarının müzikle de uğraşmasını istiyor; birine piyano, diğerine keman hocası tutuyor. İşte annem, ona özel ders veren babama aşık oluyor. Fakat babam 34 yaşında, annemse 17-18. Tabii aile kıyameti koparıyor. Ama babam çok cool, anneme diyor ki, “Baş kemancı olarak bir iş teklif ettiler. Yarın Almanya’ya gidiyorum. Eşim olmak istiyorsan gel benimle...”

Haberin Devamı

Annen ne yapıyor?
- Ne yapacak, aşkının peşinden gidiyor!

Sonra...
- Ailesi anneme küsüyor. Ablamın doğumuna kadar. Annem ve babam önce Almanya’da yaşıyor, sonra Hollanda’ya taşınıyor. İşte hikâyemiz o zaman başlıyor, önce ablam doğuyor, sonra ben. Beş yıl da Hollanda’da yaşıyorlar. Sonra memleketi özlüyorlar, ver elini İstanbul.

Güzel hikâyeymiş! Klasik müziğe ve kemana bu kadar tutkun bir müzik adamının oğlu olmak nasıl bir şey...
- Müziğin içine doğdum. Sünnet törenimde, Erol Pekcan davuldaydı, Erol Erdinç piyanoda, Süheyl Deniz de saksofonda. Caz konseri verdiler. Hep bu insanların arasında büyüdüm. Çetin Altan’lar gelirdi eve. O küçücük yaşımda piyano çalardım, onlar da şiir okurdu. Ya da ablamla, onlara bilet keserdik, “Aşağıda davetimiz var” derdik. Yemekten sonra bütün bu ağır abiler aşağıya iner, bizi izlerdi. Ben tabii herkesten rol çalar, gecenin ‘star’ı olurdum...

Haberin Devamı

Piyano ne zaman hayatına girdi?
- Kendimi bildim bileli var. Günde sekiz saat çalardım. Yanlış akor bastığımda, babam içeriden, “Fa değil, fa diyez!” diye bağırırdı. En büyük hayali, çok iyi bir piyanist olmamdı. Kadıköy Belediye Konservatuvarı’nda benim için de ‘altın çocuk’ diyorlardı. Ama öyle bir an geldi ki, “Ben içimden gelen müziği yapmak istiyorum” dedim...

Hep mi asiydin?
- Evet. Ve kafamın dikine gittim. Hâlâ öyle. Sivil Savunma Haftası’nda bir şiir yarışması yaptılar. İkinci oldum. Anneannem götürdü beni ödül törenine. Sahneye çıkıp ödülümü almadım.

Niye?
- Ben ikinci olamam diye! 9 yaşındayken bile ikinciliği hazmedemedim, hakkımın yendiğini düşündüm. Komik ama öyle...

Haberin Devamı


SÖZ VE MÜZİK ÜRETMEK DAHA FAZLA YETENEK İSTİYOR/images/100/0x0/55eb2592f018fbb8f8ae4e85

Sakin, yumuşak huylu bir çocuk mu, afacan, hiperaktif mi?
- Sen ne diyorsun! Hem de nasıl hiperaktif! İki yıl tedavi gördüm. Doktorun tavsiyesiyle, yüzmeden basketbola kadar her şey yazdırdılar beni. Solfej dersinden çıkıp Spor Yazarları’na yüzmeye gidiyordum, oradan çıkıp ENKA’ya basketbola...

Ablan İdil Akçıl piyanist oldu. Büyürken aranızda rekabet var mıydı?
- Hayır. O çok mütevazıydı, hep kenara çekildi. “Bir ailede iki star olmaz. Bizim starımız sensin!” dedi. Çok koruyucu ve kollayıcıdır.

Sonuçta peki piyanoyu daha iyi kıvıran o mu oldu?
- Klasik piyanist olarak benden çok daha iyi. Daha çalışkan çünkü. Babam bana, “Benden daha yeteneklisin ama ben senden daha çalışkanım” der. Ablamınki de o hesap. Ben oldum olası, farklı ve kalıplara sığmayandım...

Gerçekten ‘star’ doğduğuna inanıyorsun...
- Evet çünkü farklıydım. Göze batandım, öne çıkandım, popüler olandım. Müzik değil, başka bir iş yapsaydım da fark edilecektim...

Ama ablanın ve babanın aksine, pop müzik gibi daha ‘hafif’ bir alanı seçtin...
- Pop müziğin hafif bir branş olduğunu düşünmüyorum ki. Belki klasik müzikçiler kızacak ama söz ve müzik üretmek, daha fazla yetenek ve sorumluluk gerektiriyor. Ve benim için kesinlikle daha saygın. Klasik müzikçiler yıllardır icra yapıyor ama çok da fazla yeni eser çıkaramıyor. Hâlâ Beethoven, Mozart ve Bach ayarında yeni bir sanatçı çıkaramadılar. Demek ki bir problem, bir tıkanıklık var. Ama evet, klasik piyanist olmayı seçmeyerek babamı hayal kırıklığına uğratmışımdır, o doğru.

Sonra da  kendini ona kanıtlamaya mı çalıştın?
- Bilinçaltımda işler böyle gelişmiş olabilir. Çünkü ödül alıyorsam, bir gün önce haber veriyorum. Demek ki hâlâ, “Bak o yolu seçmedim ama bu yolda da başarılı oldum” demek istiyorum.

Peki bütün bu resimde anne nerede duruyor?
- O, koşulsuz sevgi. Pavyonda bile çalsam, annem bir numaralı fanım olur! Onun için fark etmez. O bana aşık. Çok başka bir ilişkimiz var. Annem ve babam ayrıldı, epey oldu. Annem şu anda göl kıyısında bir yerde yaşıyor. Meg Ryan’a benzer. Arada giderim, birlikte konyak içeriz...

ERKEK STARLARIN EVLENİNCE ENERJİLERİ DÜŞÜYOR/images/100/0x0/55eb2592f018fbb8f8ae4e87

İlişkilere, aşka, evliliğe bakışın ne?
- Fanlarım özgür olmamı istiyor. Beni single seviyorlar. Ben de zaten şu aralar sadece müziğime konsantre olmak istiyorum. Evlilik-mevlilik desen, bana uzak. Bir de erkek starların, evlilik sonrası enerji kaybına uğradığına inanıyorum...

Nasıl yani?
- Yüzlerinde bile enerji düşmesi görüyorum. Evlilik, çocuk, aile düzeni onlara iyi gelmiyor. Başka bir şeye kanalize oluyorlar. Oysa bizim iş, kendini tamamen müziğe vermeni gerektiriyor.

Bu arada nasıl bu kadar çok fanın var? Bir de fanların Twitter’da senin soyadını kullanıyor, ne alaka?
- Valla kendiliğinden oldu. Facebook ve Twitter üzerinde bir milyon takipçim var. Çok da hoşuma gidiyor. Ben de mutlaka cevap veriyorum, onlarla sohbet ediyorum. Gerçekten hayatımın bir parçası olduklarını hissettirmeye çalışıyorum.

HANDE’YLE SEVGİLİ OLSAYDIM 6-7 AYDA BİTMİŞTİ

Hadise’yle nasıl tanıştın, nerede sevgili oldun?
- Bu Hadise meselesi, hakikaten çok geride kaldı.

Küs müsünüz?
- Hayır. Küs olmak bile bir duygu gerektirir. Benim şu anda öyle bir duygum bile yok.

Tantanalı bir ilişkiydi...
- Evet. Kalbim de, huylarım gibi biraz deli. O Hadise’yle ilgili bir şey değil yani. Tantana normal. Ama o hikâye geçti gitti...

Peki Hande Yener? Besteci-şarkıcı ilişkisi aşka mı dönüştü?
- Hande’yle müzikal kimyamız olağanüstü iyi uyuştu. Ama sevgili olmadık. Kimseyi inandıramıyoruz o ayrı. Zaten olsaydık 6-7 ay veriyorum, kopardık. Çünkü o zaman başka duygular giriyor işin içine, müzik ikinci planda kalıyor...

Hiç sevişmediniz yani. Gözümün içine bak söyle...
- Hayır. Ama bunu yazmayacaksın değil mi? Biz sevgililikten daha yüce bir duygu yaşıyoruz. Bana inanılmaz müzik yapma heyecanı veren bir kadın. 24 saat yan yana olabiliriz, hiç sıkılmıyoruz. Ama bu tür duygular hissettiğim başka kadınlar da var, hepsiyle aşk yaşarsam yanmışım...

“Kız arkadaşım arızalı olmalı” demişsin bir münasebetle...
- E tabii, çok mıy mıy bir kadını kim ister? Her istediğime tamam diyen, hep bana hak veren... İstemem. Benimle savaş verecek kadın isterim. Her anlamda. Hayatımla ilgili konularda beni zorlayacak biri. Ne dersen tamam diyecek bir sürü kadın var etrafta, hiçbir manası yok. Biraz itiş kakış iyidir.

FOTOĞRAF VERİRKEN SAĞ PROFİL SEVERİM

Hadi saplantılarından söz edelim...
- Rezene çayı mesela. İçmeden duramam. Ödem söktürüyor. Böyle şeylere dikkat ediyorum. Pazar günleri dahil her gün kardiyo yapıyorum. Spor delisiyim, koşuyorum. Gündüz uyuyorum, gece çalışıyorum, o yüzden de farklı besleniyorum. Diyetisyenim var. Günde 1000 kaloriden fazla almamaya gayret ediyorum. Bir de özel krakerlerim var, onlardan yiyorum.

Başka?
- Fotoğraf verirken sağ profil severim. Kıyafetlerime dikkat ederim. Öylesine üzerine geçirdiğim bir tişörtün bile anlamı olsun isterim. Bakımlı bir tipim. Marka ve pahalıyı, günlük ve ucuzla harmanlamayı severim. Üzerimde bir H&M tişörtü varsa, ayaklarımda Marc Jacobs ayakkabılar vardır. Stilistim de var ama kıyafetlerimi kendim de seçerim.

Çok para harcar mısın?
- Evet. Ama cimri olmak isterdim...

En çok neye para harcıyorsun?
- Mutluluğuma. O anda beni ne mutlu edecekse ona. Yüzlerce CD olabilir, kıyafet olabilir ya da seyahat de...

Biraz yalnız duruyorsun...
- Evet öyle ama bu kendi tercihim.

Korkular?
- İlham gelmemesi. Her seferinde, “Bittin oğlum sen!” diyorum. “Bunun üzerine şarkı yapamazsın!” Ama yapınca içimin yağları eriyor.

“Keşke kendi sesiyle şarkı söylemese” diyenlere ne diyeceksin?
- Son şarkımı indiren 23 milyon kişiyle birlikte onlardan özür dileyeceğim!

Peki sana soğuk ve sahte diyenlere...
- Ne sahtesi ya! Aksine fazla gerçeğim. Ama başta mesafeli ve soğuk olduğum doğru. Ama inan beni yakından tanıyanlar için bağımlılık yaparım.

 

DOKUZ YAŞINDAN BERİ RACONUM VAR

 “4 yaşında profesyonel olmuştum” gibi bir cümle kurmuşsun bir yerlerde...
- Şunu demek istemişimdir: Çok küçük yaşımdan itibaren etrafımdaki insanlar iyi şarkı yaptığıma inandı. Ben de öyle bir havaya kapıldım...

Sana hiç “Hadi len! Amma da ciddiye alıyorsun kendini” diyen olmadı mı?
- Olmaz mı? Başta babam. Ama kendini ciddiye almazsan, bu işi yapamazsın ki. Bana, “Müzik yap ama ikinci bir mesleğin olsun” dediler. Hep reddettim. O kadar emindim kendimden.

Bir de, 6 yaşında konservatuvara başlayıp 9 yaşında bırakıyorsun. O neden?
- O hikâye de komik. O yılın bitirme sınavında Beethoven çalıyorum. Baktım, jürideki hocalar dinlemiyor, kendi aralarında sohbet ediyor. Hatta hiç unutmuyorum, birbirlerine kek tarifi veriyorlar. Birden sinirlendim, piyanonun kapağını çarpıp “Bu şartlar altında size daha fazla çalamayacağım!” dedim. Hangi akla hizmet böyle yaptım bilmiyorum ama sınavı veremediğim için atıldım. Babam da bir ay sonra istifa etti oradan ve Mimar Sinan’a geçti...

Bir raconun var yani!
- Var var. O zamandan beri var!

Sonra Saint Benoit yılları başlıyor...
- Evet, Saint Joseph’e girmek istedim ama puanım yetmedi. “Saint Michel mi Saint Benoit mi?” dediler, o yıllarda Fenerbahçe’ye çok düşkündüm, Saint Benoit’nın da renkleri sarı-lacivertti; “Bu olsun bari” dedim.

O yılları nasıl hatırlıyorsun?
- Okul orkestrasını kurmak benim için enteresandı. Milliyet şarkı yarışmalarına katıldık. Bir-iki kere, en iyi beste ödülünü aldım. Orkestra olarak da en iyi düzenleme ödülünü. O orkestra, okula tahammül edebilmemi sağladı. Liseden sonra iki yıl da konservatuvarda gitar eğitimi aldım, ondan da sıkıldım...

Hiç, “Ne halt edeceğim?” dediğin, kafanın karıştığı bir dönem olmadı mı?
- Olmadı çünkü lise sonda MFÖ’yle çalmaya başladım. Sonra Yaşar çok popülerdi, onunla çaldım. Ozan Doğulu askere gitmişti onun yerine çaldım. Sonra Candan’la çalıştım. 19-20 yaşlarında aranjman yapıyordum.

Ve İzel hayatına giriyor...
- Evet. O sıralarda bir şarkımı dinlettim ona. “Ne güzel parça bu! Sen delisin, niye söz-müzik yapmıyorsun?” dedi bana. Sonra ‘Anlayamazsın’ diye bir şarkı yaptım. Ondan sonra da İzel, ‘no name’ biri olmama rağmen, bütün albümünü benimle yapmak istediğini söyledi, çalıştığı şirkete de rest çekti. Yaptık. Ve o albümle, Altın Plak kazandık. İzel’in yeri bende her zaman ayrıdır. Onu çok severim, sayarım.

BAŞARISIZ OLDUĞUM ZAMAN YATAKTAN ÇIKMAK İSTEMİYORUM

Ne zaman, “Aferin bana!” dersin...
- Tembellik yapmadığım bir işin yürüdüğünü gördüğüm zaman...

Ne zaman utanırsın?
- Söylediğim yalan ortaya çıktığı zaman...

Ne zaman kaçıp gitmek istersin?
- Hakkımda yapılan dedikodular tavan yaptığı zaman...

Ne zaman kendini başka birine teslim edersin...
- Mesleki anlamda, birinin benim kadar bilgisi olduğuna inandığım zaman, aşk anlamında da, karşımdakinin beni karşılıksız sevdiğini hissettiğim zaman...

Ne zaman birini kıskanırsın?
- Aklımda olup da uygulayamadığım şeyi yapan birini gördüğüm zaman...

Ne zaman biriyle yakın olmak istersin...
- Aklımın, beynimim ve teninim uyacağını hissettiğim zaman...

Ne zaman biriyle kavga etmeyi göze alırsın...
- Haksızlık yapıldığına tanık olduğum zaman...

Ne zaman yorganın altına girip saklanmak istersin...
- Başarısız olduğum zaman...

Ne zaman kendini çirkin hissedersin?
- Hiçbir zaman.

Ne zaman kendi yakışıklı ve güzel hissedersin?
- Akşam olduğu zaman. O zaman güzelleşiyorum.

Ne zaman söylenen bir şey, bir kulağından girip ötekinden çıkar...
- Çoğu zaman... Hayatımın yüzde 80’i öyle geçiyor zaten!

MEHMET GÜNSÜRİZM

Tarihte yaşanan geniş geniş anlar (yıllar, yüzyıllar, vb.) TV projesine dönünce en fazla aylara yayılıyor. Muhteşem Yüzyıl’da bazı değişiklikler olunca da haliyle her şey çok ‘ani’ yaşanmış gibi görünüyor.

Gelelim iki haftadır ortalığı yıkan Mehmet Günsür mevzusuna. Yakışıklı oyuncunun diziye dahil olacağını duyan Türk kadınlarının heyecanı aylar öncesine ait, Türk erkeklerinin bu heyecanı geri püskürtme çabaları da keza yine aynı tarih aralığına denk düşüyor. Yapacak bir şey yok Günsür’ü bir savaşırken, bir de sevişirken merak edenlere gün doğduğunu söylemek yerinde olacak, inanın tarihin bir önemi yok, adam adeta zamansız!
* Mayoneziseverim: Şehzade Mustafa’nın haremine girmek için nereye başvuru yapıyoruz arkadaşlar?
* eskisevgili: “Çok yakışıklı piç” cümlesindeki Mehmet Günsür’ü bulunuz?
*  istiklalAkarsu: 32 yaşındaki Mahidevran, 37 yaşındaki Mehmet Günsür’ü, -5 yaşında doğurarak dünyanın en genç annesi oldu.
* diktatorice: Şehzade Mustafa Mehmet Günsür, Sarı Selim de Kıvanç Tatlıtuğ olursa işte ben ona o zaman taht kavgası derim.
* beyinterk: Şehzade Mustafa’nın yanına o muşmula suratlı kız hiç yakışmamış bence. (Tüm kızlar).
* sakalimvardinle: Kızlardaki hızlı değişim: Emir<><şehzade>


 

Yazarın Tüm Yazıları