Vahşet de şehvet gibi insani

Güncelleme Tarihi:

Vahşet de şehvet gibi insani
Oluşturulma Tarihi: Aralık 11, 2011 00:00

Afet-i devran bir kadın, şehvet, seks, para, şizofren bir katil ve vajinanın bedenden ayrılmasıyla son bulan vahşetler. ABD’den İstanbul’a uzanan seri cinayetler... FBI kriterlerine uygun bir seri katil romanı yazmak üzere yola çıktığını söyleyen gazeteci Cüneyt Ülsever, yazdığı vahşetin zaman zaman kendisini de ürperttiğini itiraf ediyor. Ancak vahşetin, cinsellik ve şehvet gibi insani bir zaaf olduğunu söylüyor

Yapılmayanı yapma gibi bir zaafım var. Birinin, “Sen bunu yapamazsın” demesi de yetiyor. Tiyatro oyunumu öyle yazmıştım. Onu yazmak için de tiyatro teknikleri okudum. Oyun sahneye konmadı ama Devlet Tiyatrosu ‘oynanabilir’ buldu.
Bu romanın çıkış nedeni de basit. Araştırdım, Türkiye’de seri katil romanı bulamadım. “Öyleyse ben yazacağım” dedim. Bu, altıncı romanım ama yine de çok heyecanlıyım. Yaratmak haşa Allah’a mahsus ama kul da kendi çapında yaratıyor. Bir kere çok emek veriyorsun. Keşan’daki yazlığımızda dokuz ayda tamamladım.

ŞİZOFRENİK BİR DURUM

Roman yazarken her seferinde bir çeşit şizofreni başlıyor. Yarattığın karakterler bir süre sonra yaşamaya başlıyor, sen de onlarla konuşmaya başlıyorsun. ‘Hacı’ romanımda çok net hatırlıyorum; Hacı dedemdi. “Niye beni öldürüyorsun” diye kafa tuttu, ölümünü yazarken hüngür hüngür ağladım.
Romanda katilin kim olduğunu bulmak okura bırakılıyor. Muzaffer roman boyunca Zafer’i kullanıyor. Polis, Zafer’in cinayetlerden önce intihar ettiğini kanıtlıyor ama Muzaffer’in yanıtları şüphe uyandırıyor. Ortada kullanılmaya elverişli yeni bir de hasta var.
Burada da ‘Hisarüstü Cinayetleri’ndeki gibi suç aleti bıçak. Tabancayla adam öldürmek çok kalleşçe. Bıçak kullanmak hüner istiyor. En güzel cinayet bıçakla işlenir. Kullananın, öldürmek için mi kullanacak, korkutmak için mi tüm bunlarda ustalaşması gerek. En güzel tarafı da, sesi yok.
Romanlarımda vahşetin çağrısı var. Ben de yazarken ürperiyorum ama vahşeti anlatmayı seviyorum. Kanın şehvetine ben de katılıyorum. ınsanın zaaflarına hitap etmeyi çok seviyorum. Cinsellik ve şehvet kadar vahşet de insanın zaaflarından biri. ıddia ediyorum; dünyada bir kul yoktur ki bir başkasını öldürdüğünü hayal etmemiş olsun. Yolda bile vahşet varsa, biri ölmüşse trafik altüst oluyor, herkes illa yanından geçerken bakmak istiyor.

KÜLTÜRÜMÜZ SERİ KATİL ÜRETMİYOR

Seri cinayetlerle ilgili çok araştırma yaptım. ABD’deki seri katiller üzerine tıbbi tahlilleri inceledim. Seri cinayetler, kurbanların birbiriyle bağlantısının bulunmadığı, belirli bir düzenekte işlenen cinayetler.
Bilim, hâlâ kimin seri katil olabileceğine dair hipotez üretemiyor. Katil, kurbanlarını tanımıyor; amacı intikam değil, sadece öldürmek, öldürürken de hükmetmek. Yüzde 90’ı cinsel nedenle işleniyor. Katil, cinsellik üzerinden hâkimiyet kurmaya çalışıyor.
Benim katilim de öyle. Annesine benzeyen Trakyalı kadınların peşinde. Onları öldürüp vajinayı bedenden ayırıyor. “Kadınla erkek aynıydı. Allah’tan kaçmak isteyen şeytan, kadına vajina yarattı ve içine girdi. Ben de kadını şeytandan kurtardım, iyiyi kötüden ayırdım” gibi bir tezi var. IQ’ları anormal yüksek, yani çok zekiler. Kuruyorlar, oynuyorlar ve yakalanmıyorlar. Hatta benim katilimdeki gibi yakalanma isteği de doğabiliyor. Zafer, ipuçlarını artırmaya başlayınca Muzaffer, “Niye böyle yapıyorsun” diye soruyor. “Öldür-kaç-yakalanma klasikleşti. Artık zevki kalmadı” cevabını alıyor.
Katillerin yüzde 95’i erkek ve yalnız hareket ediyor. ABD’de ve Rusya’da daha fazla işleniyor. Bizim kültürümüzse seri katil üretmiyor. Bir bu konuda, bir de banka soygunlarında fakiriz.

HEP YAZAR OLMA HAYALİYLE YAŞADIM

Annem ilkokul mezunuydu. İlkokula başladığımda beni Devlet Tiyatrosu’na götürdü. Seyrettikten sonra bir tiyatro oyunu yazdım. Daha ilkokul 1. sınıftayım. Ve hep yazarlık hayaliyle yaşadım. Ama neden bilmiyorum, doktora yaptım ve iktisada girdim. O beni uzun yıllar roman yazmaktan alıkoydu. Sonra bir gün sanki yolda eski sevgilime rastladım. şimdi yolumuza birlikte devam ediyoruz. Roman bence üç unsurdan oluşur: Dilin çok net, anlaşılabilir, keyifli olması lazım. Dil kan çünkü. Bir hikâye olması lazım. Hikâye de vücuttaki kalp ve kanın dolaştığı damar sistemi. Ama bana en çok keyif veren kurgu, merak. O da beyin. Roman zeki olmak zorunda. En azından benim romanlarım böyle olmalı.

BABACAN KOMİSERİN YERİNE OKUMUŞ ÇOCUKLAR GELDİ

Dünyada da Türkiye’de de polisiye roman biraz hep normal romanın altında görüldü. Gençliğimde polisiye roman okuyan gençler için “Yeteri kadar entelektüel değil”, denirdi. şimdi bu aşılıyor. Genç yazarlar arasında da yeni eğilim bu. En son okuduğum ‘Heybeliada Cinayetleri’ ve ‘Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi’ romanlarındaki gibi... Türk okurunda polisiyeye, kurguya merak arttı. Polis algısı da değişti. Babacan mahalle karakolu komiserinin yerini okumuş çocuklar almaya başladı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!