Hayatın dayatması ağabey

YALÇIN Doğan dün köşesinde ilginç bir yazı yazdı.‘‘Cumhuriyet Gazetesi’’, alışveriş eki vermeye başlamış.

Ayrıca önümüzdeki günlerde bir de pazar eki vereceklermiş.

Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız derginin içeriğini şöyle tarif etmiş:

‘‘Magazin, moda, çiçek, böcek, yani tam pazar gününe gidecek konular.’’

Belli ki, bunu biraz gırgırla karışık tarif etmiş.

Ama gerçek de bu.

Yalçın Doğan neden böyle eklere ihtiyaç duyduklarını sorunca İbrahim Yıldız şu cevabı vermiş:

‘‘Hayatın dayatması ağabey...’’

* * *

İşte anahtar cümle bu.

Çünkü en büyük terbiyeci o.

Yani ‘‘hayatın dayatması’’.

Öyle bir terbiyeci ki, istediğiniz kadar direnin, sonunda size hakikati öğretiyor.

Değişmeye yatkın biriyseniz, nazik metotlarla.

Eğer dik kafalı, inatçı biriyseniz, aslan terbiyecisi gibi kırbaçla.

Veya kafanıza vura vura.

Ama sonunda mutlaka o galip geliyor.

Cumhuriyet'in değişim kararı işte bu yüzden önemli.

Son kale de kapılarını ‘‘hayata açıyor’’.

Eminim içerde bazı mevzi direnişler olacak. Son mohikanlar, son nefeslerine kadar çarpışmaya devam edecek.

Ama emin olun, sonunda kazanan yine hayat olacak.

O nedenle Cumhuriyet'te kapıları açma, duvarları yıkma kararı alanların içi rahat olsun.

Doğru olanı yapıyorlar.

* * *

Benim ‘‘hayat saflarına’’ katılmam çok eskilere dayanır.

Daha doğrusu, kapılarım hayata açık doğdum.

Belki de bu, deniz kenarında doğmamın sağladığı bir imtiyazdı.

Öğrencilik yıllarımda, yaşdaşlarım kapılarını hayatın suratına çarpıp devrimcilik yaparken, ben Dr. Jeckyll ve Mr. Hyde gibi ikili bir hayat yaşıyordum.

Gündüz devrimci, gece evrimci bir hayat.

Gündüz siyasi tartışmalar, gece Ankara'nın diskotekleri.

Öğretim üyeliği yıllarımda ise sosyolojiye kendi kafama göre şekil vermeye çalıştım.

‘‘İçinden insani duygular geçmeyen bir sosyoloji olamaz’’ diyerek, kendimce statükocu bilim adamlarına yükleniyordum.

Gazetecilik ise bana görüşlerimi hayata geçirme imkánı sağladı.

Hürriyet'in genel yayın yönetmeni olduğum günden itibaren, gazetenin sayfalarını siyaset dışındaki alanların iskánına açmak için çok uğraştım.

Hatta bu sayfaların benim için siyasetten daha önemli olduğunu yazdım.

Alışveriş, moda, sağlık, müzik, gıda, şarap, mizah, seyahat, deniz kenarları, ucuz-pahalı restoranlar.

Hatta puro...

Çok eleştiri aldım. Medya muhafızlarının, mürekkep statükocularının, kendi kendine rütbe veren ahlak bekçilerinin, daha nicelerinin hedefi oldum.

Yılmadım.

* * *

Yaşadığım her an, kafamın içindeki o aslan terbiyecisinin kırbaç şaklatmalarına kulak verdim.

Hayatın dayatmasını müzikal bir müsekkin gibi melodilere çevirdim.

Hem besteci hem icracı oldum.

Cemaat gazeteleri dışında Türk basını hayatı erken keşfetti.

Bana göre dünyanın en keyifli gazeteleri bu ülkede yayınlanıyor.

Çünkü Türkiye, eğlenceli, keyifli bir ülke.

Hayatın dayatmasına bile ihtiyaç yok.

Çünkü insanların kapıları zaten ardına kadar açık.

Bazen Hürriyetim'in tıklamalarına bakıyorum. En çok okunan haberlerin neler olduğunu görünce, içim açılıyor.

Siyaset dediğimiz o hımhımlıklar arka sıralarda nal topluyor.

İyi ki de öyle oluyor.

İnsanlar konuşulması gerekeni konuşuyor, okunması gerekeni okuyorlar.

Statükocu medya muhafızlarının kafasından uydurduğu o önem listelerini ellerinin tersiyle kenara itiyorlar.

Onların ‘‘top ten’’i çok, ama çok farklı.

* * *

İşte bütün bunlardan dolayı İbrahim Yıldız'ın tarifini çok sevdim.

‘‘Hayatın dayatması ağabey...’’

O aslan terbiyecisi hepimize yaşamanın ve hayat keyiflerinin ne olduğunu, değişimin ille de döneklik anlamına gelmediğini öğretiyor.

Herkese tavsiyem bu. Kapılarınızı bu hayat terbiyecisine açın.

Ardına kadar açın.

Hiç çekinmeyin, bakın son mohikanlar bile açıyor...
Yazarın Tüm Yazıları