Tuvalette kilitli kaldı hayatı değişti

BİR kız arkadaşım, Mikonos’a gidiyor.

Birkaç gün eşinden, kızından ayrı kalacak.
Kızlar tatili yapacak.
3 kız arkadaşıyla buluşacak.
Eşi de “Tabii ki git, aklın burada kalmasın, git dinlen ben durumu idare ederim” diyor, böyle şahane eşler de var yani.
Bizimki, etekleri zil çalarak gidiyor.
Mikonos havaalanında tuvalete gidiyor.
“Out of order” yazıyor.
“Şu an kullanılamaz, tamirde” gibisinden bir şey.
Uyarının yanında bir ok, alt katı gösteriyor.
O da elinde çekçeki ve çantası, oku takip ediyor.
Alt kata iniyor, upzuuuuuuun bir koridor.
Biraz da ürkütücü.
Etrafta kimse yok.
Loş.
Kel ampuller sarkıyor.
Duvarların sıvası dökülmüş.
Hiç güven verici bir yer değil.
Ama o tuvalete ulaşmaya ihtiyacı var.
Çaresiz yürümeye devam ediyor.
Koridorun sonunda bir oda görüyor, kapı açılırken gıcırdıyor, bayağı korku filmi gibi, içeri gidiyor, kapıyı kapatıyor, niyeti bir an önce işini bitirip, ellerini yıkayıp, çıkmak.
İçinden bir anlığına bir huzursuzluk dalgası geçtiği için, kapıyı kilitlememeyi tercih ediyor.
Tokmak da üstten basmalı.
Basmıyor.
Kapıyı kilitlemiyor.
Yani o, öyle sanıyor.

Kendinizi öyle bir yerde hayal edin. Issız, sessiz, bodrum katında, penceresiz, kırık dökük, tuhaf bir tuvalet.
Bağırsan, sesini kimseye duyuramazsın.
Gören bile olmaz.
Kimse yardımına gelemez.
Ha ha ha, sen telefonun var zannedersin, o da orada çekmez.
Sadece sen ve telefonun değil, bütün hayatın kapsama alanı dışında.
Ve işte böyle bir yerde...
Bütün olumsuzlukların sıraya girdiği o mekânda...
Arkadaşım, o küçücük tuvaletin kapısının kulbunu açmak üzere çeviriyor...
Ve...
Olmaz!
Bu olmasın!
Allah’ım bana yardımcı ol...
Kapı açılmıyor...
Deniyor, deniyor, deniyor...
Bütün kuvvetiyle asılıyor...
Yok...
Ne olmuşsa olmuş, onun bir katkısı olmadan kilitlenmiş.
Bağırmaya başlıyor, yardım istiyor.
Duyan kim, gelen kim.
Panik bütün bedeninin istila ediyor, ne yapacağını bilmez halde, o küçücük tuvaletin içinde dört dönüyor, nereye baksa duvar, pencere yok, çıkılabilecek alternatif bir yer yok, tavanı kontrol ediyor, beton...
Kalbi küt küt atmaya başlıyor.
Ağlıyor.
Ama sonra fark ediyor ki, sakinleşmezse, sağduyuyla düşünemezse, ya aklını kaçıracak ya kalp krizi geçirecek. Her halükârda orada ölüp gidecek.
Bu arada, bir hayli zaman geçiyor.
Düşünceler, aklına üst üste üşüşüyor:
Kocam beni arıyordur, bulamayınca paniklemiştir. Kız arkadaşlarım da beni arıyorlardır, ama telefonum kapalı, inşallah ortalığı velveleye vermemişlerdir...
Ya da verseler mi?
Ben buradan nasıl çıkarım?
Tekrar bağırmayı mı denesem?
Bu tuvaleti temizleyen biri yok mudur, gelir mi?
Bu akşamı burada geçirmek zorunda kalabilir miyim?
Ve tam o anda, içinden bir ses, “Sakin ol, aklını başına al ve bir daha dene!” diyor.
Beyninin verdiği talimata uyuyor.
Kapının kulbunu çeviriyor.
Ve işte o anda, mucize gerekçeleşiyor.
Kapı, “tık” diye açılıyor.
Şoka giriyor ama mutluluktan...
Tek istediği bir an önce oradan çıkmak, kaçmak, koşmak...
Arkasına bakmadan...
Öyle de yapıyor...
Koşuyor, koşuyor, koşuyor...
Ve sanki hiç yaşamamış gibi, o son kareleri unutuyor...

Yani o öyle sanıyor!
Unutamıyor.
Dahası, her şeyden tırsan, endişelenen bir kadına dönüşüyor.
Arkadaşımda panik atak belirtileri baş gösteriyor.
O eskiden korkusuzca denizde açılan kadın, artık endişe denizlerinde boğuluyor:
Gitmeyeyim, bu kadar açılmayayım, kıyıdan uzaklaşmayayım...
Artık tomografiye giremiyor. Geceleri yatak odasının kapısını tam kapatamıyor, hafif aralık bırakıyor. Uçakta pencere kenarında oturamıyor, ancak koridor yanı olursa. Tıkış tıkış masalarda da arada oturamıyor, illa bacağı dışarıda kalacak, masanın kenarında oturacak.
Kalbi, bir sürü olayda küt küt, göğüs kafesinden fırlayacak gibi çarpmaya başlıyor.
Bir tuvalette kapalı kalma macerası bakın nasıl bir sürü fobiye sebep oluyor.
Eminim ki, herkesin başına bunlardan geliyordur.
Takıntılarınızı, fobilerinizi yazın, paylaşalım.

Bizim gazetede artık bir diyetisyen var!

GAZETEDE Emre İskeçeli’yi de gördüm.
Bizim yazıişleri müdürlerimizden.
Sarıldık, öpüştük.
O da ne!
Bir farklılık var.
Hem de çok büyük bir farklılık.
Emre’nin ağırlığı değişmiş.
Hafiflemiş, kilo vermiş, süzülmüş, tığ gibi olmuş.
Verdiği o 5 kilo, acayip fark ettirmiş.
Daha da gençleşmiş, delikanlı gibi olmuş.
“Nasıl becerdin?” dedim.
“Serap (Güzel) Hanım sayesinde” dedi.
“O kim?” diye sordum.
“Gazetenin çalışanlarını zayıflatma sorumlusu” dedi.
“Tufan Abi saat 09.00 randevusu, Tarık Devrim 09.30, 10.00’da da ben. Bir de onları gör sen. Hepimiz kilo verdik. Gazetenin bütün çalışanları bu hizmetten faydalanabiliyor. Önce Milliyet’te yapmışlar, başarılı olunca Hürriyet’e de taşımışlar. Haftada bir Serap Hanım’ın karşısında yediğimizin içtiğimizin hesabını veriyoruz. Hayatımızdan çok memnunuz.”

Valla, akıl edeni tebrik ediyorum.
Müthiş bir şey.
Bu, çünkü çağın meselesi, kilolarla mücadele. Son 7 senedir gazeteye her geldiğimde, söyleyemiyordum ama insanları hep kilo almış görüyordum. Hayatı, oturarak çalışmakla geçen insanların kaderi bu. O yüzden çok iyi düşünmüşler. Ayrıca öğle yemeğinde de baktım ki, mönüler de değişmiş, daha diyet konseptli yiyecekler vardı, bir sürü sebze yemeği.
Kilo kontrolünün, kurumsal olarak ele alınması çok iyi bir fikir, çok hoşuma gitti, akıl edenleri yanaklarından öpüyorum.

HAMİŞ 1

Meğer gazetede bir diyetisyen olsun fikri, Tijen Mergen’den çıkmış, Mergen o dönem Milliyet’te çalışıyormuş, Serap Güzel’i bulan o. Bir alkış ona. Güzel, Milliyet’te iki yıl devam etmiş, pek çok insan bu sayede zayıflamış, onlara da bir alkış. Serap Güzel’i Hürriyet’e geçmeye ikna eden ise Ayşe Cemal Sözeri. Ona da bir alkış.

HAMİŞ 2

Madem her şeyi yazıyorum, e bari bunları da yazayım: Bizim gazeteden Tufan Türenç 5 kilo, Tarık Devrim 10 kilo, Mehmet Aslan 10 kilo, Esra Öztüfek ise 9 kilo vermiş. Onlara da büyük alkış. Bu kilolar, uzun sürede verilmiş. “Mucize yok” diyor Serap Güzel. Bir tek şeyden şikâyetçi: “Gazetecileri hareket ettiremiyorum. Aşağıda spor salonu var, inmiyorlar...”

Bilmece


Tuvalette kilitli kaldı hayatı değişti

Gazeteye geldim, yeni projeler filan konuşmaya.
Fotoğrafta gördüğünüz şu odanın önünden geçtim.
Küçük dilimi yutuyordum.
“Bu nasıl bir şey!” oldum.
Durdum, resmen uzuuun uzuuun inceledim. Bir yazarın odası bu. Her zaman kitap doluydu, ama artık ölçülerin dışına çıkmış, çizgi roman karesine dönmüş. Üstelik bu, toplanmış hali. Bilin bakalım kimin odası?
Yazarın Tüm Yazıları