Huysuz, hayatının erkeğini buldu!

Takım elbisem, kolalı gömleğim, beyaz çoraplarım, kolumda pahalı saatim, elimde tespihim, afili kravatım, ‘Gülüm’e gidiyorum...

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eaf2d6f018fbb8f8a10f13

Kısrağıma, papatyama... Kadınıma... Beylerbeyi’ndeki malikânesinde beni bekliyor. Heyecanlıdır şimdi. Güzel yemekler yapmıştır. Kapıdan girince, “Aslanım” diye üzerime atlar. Bir yorgunluk kahvesi ikram eder önce. Höpürdetiriz birlikte. Keyfi yerindeyse, leğeni salona taşır, ayağımı bile yıkar. O benim aşkım, balım, canışım. O benim için her şeyi yapar. Sonra birlikte yatağa geçeriz, ben onun güzel bacaklarına bakarım, kadına yanla gözle bakanı yakarım!.. Uzun zamandır hiç bu kadar eğlenmemiştim! Şahaneydi... Harikaydı... Erkek olmak... Özellikle de Huysuz’un erkeği olmak... Tamam, biraz kıro bir erkek oldum... Ama para bende... Size ne! Hem onlar iyi anlaşıyorlar, birbirlerine de yakışıyorlar! Seyfi Dursunoğlu’nun Beylerbeyi’ndeki evindeyiz... Yakında Show TV’de yeni programına başlıyor, onun şerefine gerçekleştirdik bu çekimi. Nevi şahsına münhasır biri. Bir kere çok titiz. “Neeee galoşla mı giriliyor eve?” dedim, “Tabii” dediler, “Sakın bir şey yerken de kırıntıları yere düşürme, hemen görüyor!” Güldüm. Gerçekten de ev mis gibi, süt dök yala. Bir gıdım toz yok, yerler parlıyor. Evi kendi çizmiş, sonra da yaptırmış, bir küçük malikâne. Filmlerdeki gibi, sağdan bir, soldan bir merdiven çıkıyor, üst katta birleşiyor. Evin bir sürü odası, önünde de bir havuzu var. Ve içinden yükselen duygu: Huzur. Klasik mobilyalarla döşenmiş, perdeleri, örtüleri filan da kendisi yapmış. Ona söz verdiğiniz saatte gitmelisiniz çünkü çok disiplinli. Öyle trafik-mrafik-bahane yok, içeri almıyor, prensipleri, ilkeleri var, kimseye de eyvallahı yok, iş bitince de sizi kibarca kapının önüne koyuyor. Ben böyle direkt insanları severim. Seyfi Dursunoğlu’nu da sevdim. Aman kıskanıp başıma bela olmasın, Huysuz’u daha
çok sevdim!

Haberin Devamı

Azmak istiyorum Seyfi mani oluyor

HUYSUZ’LA...

- Huysuz Virjin’in anası babası, Huysuz gibi bir çocukları olduğu için mutlu mu?
- Ah sus! Bilselerdi böyle şirret bir kadın olacağını, onu hiç büyütmezlerdi!
- Biraz tanıyalım annenizi-babanızı?
- Tanıyıp da ne yapacaksın! Babam Hafız Mehmet, çok mutaassıp, çok dindar ve çok despot bir adam. Annem de, yarım dilim ekmeğini bile bir başkasıyla bölüşecek kadar temiz kalpli, saf bir Anadolu kadını. Ben o ikisinin mahsulüyüm.
- Kardeş var mı?
- Olmaz mı? Altı kardeş! Ölenler, düşenler, alınanlar hariç. Karadenizliler biraz düşkün oluyor o işlere! Gerçi bir ben kaldım geriye, diğerleri sizlere ömür.
- Nasıl doğdu Huysuz? Doğumu kolay mı oldu, sancılı mı? ‘Pat’ diye mi kucağa düştü?
- ‘Pat’ diye hiçbir şey olmuyor şu hayatta! Hiç kimsenin kucağına, ‘lop’ diye bir şey düşmüyor! Çalışacaksın, emek sarf edeceksin! Zor oldu tabii. Annem, hastaneyi inletmiş beni doğuruncaya kadar. Ben de Huysuz’u doğuruncaya kadar inledim! Çok parasızlık çektim, 18 yıllık memuriyetten sonra baktım ki, bir şey yapmam gerekiyor çünkü kiramı bile ödeyemiyordum, Huysuz’u doğurdum!
- Huysuz Virjin, Seyfi Dursunoğlu gibi gerçek bir beyefendiyle iyi geçinmeyi beceriyor mu?
- Ayol hiç anlaşamıyorlar! O kadar zıtlar. Birinin, lafıyla kuyuyla inilmez. Edepsiz, aklı hep başka yerlerinde. Çirkin olduğu için de hiç talip çıkmıyor ama kendini dünyanın en güzel kadını sanıyor. Seyfi Dursunoğlu ise yazık, tam tersine, derli toplu yaşamayı tercih eden, tutumlu, mütevazı bir adam. Aman komşumu rahatsız etmeyeyim... Huysuz’u bıraksan, her gün karakola gidecek, hele beğendiği bir iki polis varsa, hiç çıkmaz oradan!
- Birinden diğerine zıplamak, sizi yormuyor mu?
- Yorsa kaç yazar! İnsanlar zamanlarını ve paralarını harcayıp gelmişler, onları benim havama sokmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Ama kolay değil. Espri yaparken bunun bir çizgisi var, bıçak sırtı, aşmaman lazım. Aşarsan hadise çıkar.
- Huysuz’dan tatlı tatlı korkuyor insanlar, öyle değil mi?
- Evet hem “Bana takılsın” diye gelip en öne oturuyorlar, hem de “Ulan bir bok yapar mı, bir şey söyler mi?” diye korkuyorlar.
- Huysuz, hangi eksikliği doldurmak için dünyaya geldi?
- Ayol sen de yavaş intikal problemi mi var! Parasızlık diyorum, kıçınla mı dinliyorsun? Memurdum, bodrum katında oturuyordum. Ev sahibi 50 lira zam yaptı, “N’olur artırmayın, ödeyemem” dedim, oralı olmadı, ben de iki elimi göğe açtım, “Yarabbim, bu hayat böyle devam edemez. Sen yardım et bana” dedim. Birkaç yere, sanatçı olarak müracaat ettim, beğenmediler, bir gün çalıştırdılar, gönderdiler. Sonra baktım, Seyfi’yle bu işi beceremeyeceğim, Huysuz tipini yarattım. Hep duyuyorlardı ama Öztürk Serengil’in bir programına çıkınca böyle bir insanın varlığını gördüler. O olaydan sonra kısmetim açıldı: Fuarlar, gazinolar... Her gittiğim yerde şovum çok sevildi, sonra derken televizyon. Kanallar koşmaya başladı peşimden...
- Kaprisli, şirret, sivri dilli, huysuz ama tatlı kadın kılığındaki bu erkek neden bu kadar tuttu ve deli gibi sevildi?
- Çünkü Huysuz, insanların düşünüp söyleyemediği şeyleri söylüyor! Müdanası yok. Hepimiz benzer şeyler düşünüyoruz ama gebertsen söylemeyiz. Onun eyvallahı yok. Ama Seyfi Dursunoğlu’nun sahne dışında Huysuz’la hiçbir benzerliği yok. Pazara da giderim, çarşıya da. Burası da, sanatçı evi diye, dolup dolup boşalmaz. Her şeyin bir ölçüsü vardır. Ben çok ölçülü yaşarım.
- Şovun her anı spontane mi?
- Evet. Bunu yapabilen dünyada iki ya da üç kişi var. Arkadaşlar çıkıp şov yapıyor, hayranım, bayılıyorum, salonları dolduruyorlar ama bir tekste bağlı olarak. Bu yaptıklarına da doğaçlama havası veriyorlar. Benimse yazılı hiçbir şeyim yok.

Haberin Devamı

Huysuz, hayatının erkeğini buldu

NE KAŞIMI ALDIRIRIM NE SİLİKON YAPTIRIRIM

- Siz de toplumda eşcinsellik konusunda ikiyüzlülük yaşandığını düşünenlerden misiniz?
- Sadece bu toplumda değil, dünyanın her yerinde yaşanıyor, bizde daha fazla...
- Travestileri beyzbol sopalarıyla döverken, Zeki Müren’i ‘Sanat Güneşi’ ve ‘Paşa’ yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bakın, insanlara hitap edebiliyorsanız, onları güldürebiliyorsanız, duygulandırabiliyorsanız, sizin özel hayatınızı ikinci plana atıyorlar. Zeki Müren için de geçerli bu. Muazzam bir sesi vardı, büyük sanatçıydı, bir an geldi, insanlar özel hayatıyla ilgilenmez oldular, “Neyse ne, bize ne!” dediler.
- Ama Huysuz Virjin’i eşcinselliğe davetiye çıkarmakla suçlayanlar oldu değil mi?
- Oldu, RTÜK çalışmamı istemedi. Televizyonda program yapacaktım. Erkeğin, kadın kıyafetinde görünmesinden rahatsız olduklarını belirttiler. “Madem öyle, bırakıyorum” dedim. Bir sanatçı, kadın kılığına da girer, çöpçü de olur, garson da, şoför de. Ha benimki Huysuz. Çünkü onda muvaffak oluyorum. Huysuz biter bitmez Seyfi’yim. Ne kaşımı aldırırım, ne silikon yaptırırım. Ayrıca beğenmiyorum, ördek gibi dolaşıyorlar, kötü oluyorlar.
- Şimdi ne hissediyorsunuz, programınız başlıyor...
- Heyecanlıyım. Yazın çalışmazdım, korse, makyaj, elbise, eldiven zor gelirdi. Terden geberirsin ama söz verdiler, stüdyo hep 21 derece olacak. Galiba RTÜK de biraz daha yumuşadı.
- 40 sene çok para kazanmıştır Huysuz...
- Evet, hayatının sonuna kadar yetecek para kazandı. ABD’ye tedaviye filan gitmesi gerekirse, yandı tabii.
- Söylendiği kadar cimri mi?
- Tutumlu, ama cimri değil! Mecburdu çünkü 40 yaşında sahneye çıktı. 40’tan sonra, para biriktir, evi döşe, kimseye muhtaç olma. Ama artık tutumlu olması gerekmiyor.
- Huysuz nasıl bir hayat yaşıyor?
- Ayol, azmak istiyor, kudurmak istiyor. Ama Seyfi mani oluyor, “Aklını başına al!” diyor. Yoksa Huysuz kendini koyverecek...

Haberin Devamı

Huysuz, hayatının erkeğini buldu

ÖNÜM KABARIK DURSUN DİYE ÇORAP TIKTIM

Duyduk duymadık demeyin, Mecmua Dergisi sayesinde, erkek olma şerefine de nail oldum! Mecmua, Murat Varol’un dergisi. Varol, benim kişisel tarihime, orijinal, yaratıcı ve güzel bir dergi çıkaran adam olarak geçti. Bu işten hiç para kazanmamasına rağmen, devam etmesi her türlü övgüye değer. Tıpkı Mehmet Turgut’un 46’sı gibi. O da yılmıyor, her ay, her ay devam ediyor. Böyle bağımsız dergi çıkaranları desteklemek gerekiyor. Bir de Uğur var, Uğur Alkapar, bir selam da ona buradan, Mecmua’nın yazı işleri müdürü. Huysuz’un aşığı kıro erkeğin -o ben oluyorum- kostümlerini, beyaz çoraplarını, peruğunu, bıyığını o ayarladı, kolundaki o dayanılmaz saati de. Hatta baktım, erkek iç çamaşırları bile getirmişti. Bu özen çok hoşuma gitti, onları kırmadım, pantolonun önü kabarık dursun diye içine çorap tıktım, kendimi iyice erkek yaptım! Kapak fotoğrafını Cem Talu çekti, iskambil kartı fikri Ergün Gündüz’ündü. Huysuz’la bütün pozlarımı ise Emre Yunusoğlu görüntüledi. Röportajın ve fotoğrafların bir bölümü burada, tamamıysa bu ayki Mecmua’da.

SEYFİ’YLE...

Haberin Devamı

Kendine iyi baktığın sürece sekse devam

- 1932 doğumlusunuz. Bazı kaynaklar, Trabzon, bazı kaynaklar Erzurum diyor. Ne iş?
- Nüfus memurunun azizliği! Hüviyetimi kaybettim, yenisi çıkarmaya gittim. Baktım memur, 1 Ekim olan doğum günümü 10 Ekim yapmış, doğum yerim Trabzon’u da Erzurum. “Amaaaan kim uğraşacak!” dedim, nüfus kağıdımı kaptım geldim.
- Trabzon’da kalmış akraba...
- Yok, yok hepsi burada. Amcalarım öldü ama çocukları yaşıyor.
- Hayattaki duruşunuz yalnız. Öyle misiniz?
- Hayatta herkes, eninde sonunda yalnız kalıyor. Karını, kocanı kaybediyorsun, bütün sevdiklerin ölüyor. İnsan, yalnız kalabileceğini hesap etmeli, kendine yetmeyi bilmeli.
- Nasıl bir ortamda büyüdünüz?
- Sus! Çok mutaassıp. Eve ancak terlikle girilirdi, her taraf seccade doluydu. Cami gibi, evin içinde namaz kılardık biz. Babam imam olurdu. Abilerim ve ben yan yana, ablalarım daha arkada.
- Anneniz?
- Ne dedikodusu vardı ne bir şey. Hep bahçeyle ilgilensin, çiçeklere baksın, çocuklarıyla uğraşsın. Bir de koca geçimsiz, kocayı idare etsin.
- Hep Trabzon’da mı yaşadınız?
- Yok, ben küçükken İstanbul’a taşındık. Babam saat tamircisiydi, İstanbul’da tüccar oldu. Karagümrük’te oturduk, sonra Vefa. Amcamlar filan da geldi. Bir tanesi çok zengin oldu, Nazlı Ilıcak’ın oturduğu köşk, amcamındı. Kardeşi de, biraz yukarıdaki köşkte otururdu. Ama biz o kadar varlıklı değildik.
- Ve baskı altında büyüdünüz...
- Hem nasıl! Zaten sonunda valizimi aldım, gittim.
- Neden?
- Abimle kavga ettim. 32 yaşındaydım, hâlâ onlarla yaşıyordum. Neymiş? Sigara içmişim! Çok içime oturdu, öfkelendim evden ayrıldım.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55eaf2d6f018fbb8f8a10f19

DAYAK YEMEMEK İÇİN 32 YIL NE DENSE YAPTIM

- Barışmadınız mı abinizle?
- Seneleeeer sonra, ablamın cenazesinde. Sarıldı bana ağladı ama çok haksızdı. Şimdi çocuğu var, ona da yakınlık gösteremiyorum. Bu benim kötü huyum. Bazı duyguları taşıyorum.
- Zorluk diyorsunuz hep, ne kadar bir zorluktan bahsediyorsunuz!
- Sus! Elimi yıkayacak sabunum yoktu, ki ben titiz bir insanım. Sosyal Sigortalar’da çalışıyordum ve yoksuldum. Ek gelir için ramazan eğlenceleri yapardım, kantolar mantolar. Bir gece, Muzaffer Hepgüler ve karısı gelmiş seyretmeye ve Kulüp 12’ye gidip “Ayol” demişler “Çıkarın kadrodakileri. Orada bir çocuk var, bir kantolar yapıyor, bir şarkılar söylüyor, aklınız durur.” O vesileyle Kulüp 12’de çalışmaya başladım, o sayede de Huysuz doğdu.
- Mutaassıp bir aile için ürkütücü değil mi?
- Başta Seyfi olarak çıkıyorum, arkasından meddah oluyordum, sonra fasıl yapıyordum, son olarak Huysuz oluyordum.
- Ailenizden şefkat gördünüz mü?
- Anne ne kadar şefkatliyse, baba o kadar baskıcı ve despottu.
- Söz dinleyen bir çocuk muydunuz, isyankar mı?
- Dayak yememe kararı aldığım için, 32 sene, ne dedilerse yaptım. Her şeye “Peki” dedim. Ve beni hiç dövemedi babam, fırsat vermedim. Abilerim, ablalarım sopalarla dayak yedi, ben ı-ıhh. Fakat evden adımımı atmazdım. Yazın herkes sinemaya giderdi, annem “Sen de git, baban yattı” derdi, olmaz, ya uyanır da beni bulamazsa. Evden ayrılmam, bir nevi kurtuluşum da oldu.
- Yeteneklerinizi kimden almışsınız...
- Valla, altı kardeşiz hepimiz becerikliydik. Rahmetli Sadri Alışık’ın gençliği bizim evde geçmişti, büyük abimin arkadaşıydı. Abim de iyi bir sanatçı olabilirdi, çok güzel resim yapardı. Onun bir küçüğü, bana bir gardırop yaptı, hayran kalırsın, en baba marangoz yapamaz. Ablalarım da çok iyi dikiş dikerdi. Anneden herhalde. Fakat babamın da tamir edemediği hiçbir şey yoktu.
- Babanız kaç yaşında vefat etti?
- 84. Ben Huysuz’a başlamıştım. Beylerbeyi Kültür Cemiyeti’nde beni izlemeye geldi, bir arkadaşı, “Bakalım becerecek mi?” demiş, “Benim oğlum her şeyi becerir!” demiş. Ama benim yüzüme olumlu hiçbir şey söylemezdi.
- Deniz Lisesi’nde okumuşsunuz. Askerlik, subaylık sizinle çok alakalı şeyler değil gibi duruyor...
- Değil zaten. Ablamın kocası deniz subayıydı. Cimrinin önde gideniydi. Düşün, üç dört tane tül torba dikilir, Arap sabunu onun içine konurdu. O tül torbayı suya sokup çıkaracaksın, içine bırakmayacaksın, bulaşık öyle yıkanacak. O kadar cimri bir adamdı. Cimriliği yüzünden, otobüse koşayım derken, arabanın altında kaldı, öldü. İşte o, babamı işledi, “Sakın para verip bu oğlana tahsil yaptırma. Deniz Koleji bedava, hem yakışıklı da, oraya gitsin!” dedi. Babamın da işine geldi.
- O okuldan size ne kaldı?
- Sıkıntıdan başka hiçbir şey!
- Peki siz ne olmak istiyordunuz? Sizin gönlünüzde yatan neydi?
- Tabii ki tiyatro. Ama nerede?
- Hep terbiyeli ve kibardınız ve laf dinlediniz öyle mi?
- Mecbur olduğum için! Sonra memur oldum, kazandığım para da para değildi, bir an geldi “Hep böyle mi yaşayacağım?” dedim, Allah yardım etti de komedyen oldum.

SOKAKTA BENİ GÖREN YUNAN HEYKELİ GİBİ DERDİ

- Flört vaziyetleri? Çok güzel bir adamdınız değil mi?
- Hem nasıl. Beni sokakta görenler birbirini dürterdi, “A şuna bak, Yunan heykeli gibi” diye. Ama o güzelliğimi kullanamadım. O kadar zapturapt altındaydım ki. Bir yere gidemem. Çıkmama izin vermezler.
- Neden?
- O kadar güzelim ki, başıma bir şey gelir diye!
- Çok flörtünüz oldu mu?
- Yok hayır. Mektuplar gelirdi, “Vapurun arkasında buluşalım” diye. Kalkar giderim, parmaklarına oje süren biri... Böyle mahalle karılığı olur mu, git evinde sür.
- Bir söyleşinizde, “Bir tek sevgilim oldu, o da erkekti” diye bir cümle kurdunuz mu?
- Hayır kesinlikle böyle bir şey söylemedim.
- “Eşcinselleri sevmiyorum” dediniz ve onları kızdırdınız...
- Evet onu söyledim. İnsan eşcinsel olabilir ama eşcinsel olmak, ille de kadın gibi görünüp sokaklarda para kazanmak için dolanmak değildir. Tıbbı bitirmişsindir, yüksek tahsil yapmışsındır ama eşcinselsindir, evinde oturursun, senin ne olduğun kimseyi alakadar etmez. Ben birtakım şeylerin ortalığa dökülmesinden şikayetçiyim.
- Öbürü de ikiyüzlülük değil mi, “miş gibi davranmak...”
- İnsanlar eşcinsel olduklarını gizlesin demiyorum ki! Ama bunu ilan etmelerinin manası yok. Sana bu soruya sormalarına müsaade etmeyecek kadar mesafe koyacaksın.
- Sizin gözünüzde eşcinsellik korkulması gereken bir şey mi?
- Hayır ama her şeyin normali güzel. Bütün dünya bu olguya karşıysa bir bildikleri var.
- Yok canım kim karşı?
- E baksana toplu yürüyüş yapan eşcinsellere bile kızıyorlar. O zaman da onlar yürümeyiversin.
- İyi de neden daha hoşgörülü olunmasın? Neden bir erkek de diğer bir erkeğe aşık olamasın?
- Eşcinsel olup da pespaye olmayan insanlara saygım var. Ama o uç tipler beni rahatsız ediyor.
- Ağzınızdan, “Ben aseksüelim” diye bir şey çıktı mı?
- Gazetecinin biri beni sıkıştırdı. O kadar sıkıldım ki, “Evet, aseksüelim” dedim. Kurtulmak için.
- İnsan 80’ine gelince, “Kim uğraşacak bu işlerle mi?” oluyor?
- Seksten mi söz ediyorsun? Valla, kendine iyi baktığın takdirde o olay gidiyor, devam yani.
- Harika! Neden sevgiliniz yok?
- Valla en son, çok derli toplu bir hanımefendi, beraber olmak istediğini, yuva kurmak istediğini söyledi. Ama bu saatten itibaren sevilebileceğimi düşünmüyorum!
- Niye?
- Kendime baktığım zaman rahatsız oluyorum. Artık bu yaşta çirkin buluyorum kendimi. Gençken güzel olmanın da böyle bir dezavantajı var. Şu anda ne giysem yakışmıyor gibi geliyor. Kaybettim güzelliği. Bundan sonra benimle birlikte olmak isteyenler de dediğim gibi param için olur. Bunu da kendime yediremiyorum.
- Olur mu öyle şey! Siz Seyfi Dursunoğlu’sunuz, Huysuz’u yaratan adamsınız! İnsanlar sizin paranıza niye gelsin, yeteneğinize gelir...
- İyi o zaman. Belki de ben denk getiremiyorum, bu yazıdan sonra belki de birileri çıkar!

ONU KİMLER GÜLDÜRÜYOR

Ayşegül Atik diye bir oyuncu vardı, o beni güldürürdü. Şimdi Tolga Çevik... Ve Cem Yılmaz. Gerçi hiç sahnede izleyemedim Cem Yılmaz’ı. Ama o çocuğa şapka çıkarıyorum. Yakışıklı desen değil, siyah bir şort pantolonla bomboş bir sahnede, perdenin önünde, insanları üç saat meşgul edebiliyorsa ve o salon insanlarla dolup taşıyorsa, bu işte benim anlamadığım bir şey var.

Yazarın Tüm Yazıları