Sektörün güçlü oyuncuları Ankara’nın yüzünü güldürüyor

Geçen hafta 28 güne sığan tam yedi iş seyahatinin bir kısmını anlatmış ve geri kalanını da önümüzdeki hafta aktaracağımı belirtmiştim. Kaldığımız yerden devam etmeden önce kısa bir hatırlatma yapayım. Antalya’da turizmin yüzleri güldürdüğünü, İzmir’de ise insanın içine yaşama sevinci dolduğunu vurgulamış ve gittiğim yerlerle Ankara arasındaki farkları aktarmıştım.

Akşam karanlığı Ankara’nın üzerine çöktüğü zamansa neredeyse hayatın durduğu tespitime katılan çok kişi oldu. Tıpkı benim gibi bu olumsuzluğun suçunu kentte yaşayanlarda değil, kentin ruhunu kaybettiren yöneticilerde buluyorlardı. Nedenlerinin bir kısmını geçen haftaki köşemde ve daha önceki yazılarımda sıralamıştım, o yüzden tekrara gerek yok.
Bu serzenişleri ise siyasi bir yorum olarak algılamayın. Zira İstanbul gibi yönetilmesi, hizmet götürülmesi, güvenliği zor megapolü de Ak Parti’li bir belediye başkanı yönetiyor ama şehre yapılan yatırımlar çok güzel. En azından halen yaşayan caddeleri, sokakları ve parkları var ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi daha da katkı sağlamak için elinden gelen çabayı gösteriyor. Bir başka örneği de Kayseri, Samsun, Konya, Bursa gibi aynı parti tarafından yönetilen belediyelerden, ya da CHP’li Aydın ve Eskişehir belediyelerinden verebilirim.
Sanıyorum birçoğunuz son yağışlardan sonra Ankara’nın içine düştüğü rezaletten bahsetmemi bekliyorsunuz. Yazılacak, söylenecek her şeyi meslektaşlarım aktardı. Benim vurgulayacağım tek bir konu var ki, o da geçici makyajla iş bir yere kadar gidiyor. Aslolan kalıcı makyaj. Örneğin bizden daha fazla yağmur alan Londra gibi kentlerde geçitleri, yolları, kısacası şehri su basmıyorsa suçu doğada aramanın anlamı yok. Suçlu belli, değil mi Sayın Melih Gökçek!
Bu arada her icraatı kötü olacak değil ya, kent için iyi bir şey de yaptı. Bunu canı gönülden söylüyorum, Atakule’yi ışıklandırdı ve çok güzel oldu. Ayrıca bu ışıklı kuleyi su basan Ankara’da deniz Feneri olarak da algılayıp, yönümüzü bulabiliriz.

TÜRKİYE’NİN YATAK KRALLARI VE EN HIZLILAR

Gelelim Antalya ve İzmir’den sonraki duraklarıma. Üçüncü durağım İstanbul oldu ki daha sonraki günler bu şehre iki kez daha gittim. Öncelikle bizim grubun Capital ve Ekonomist dergilerinin ortaklaşa düzenlediği “Türkiye’nin En Başarılı Turizm Yatırımları Araştırması 2011” töreni için bu şehre adım attım. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katılımıyla gerçekleşen davet boğaz kenarındaki Esma Sultan Yalısı’nda yapıldı. Çok sayıda turizm yatırımcısı geceye katıldı.
Gecede sohbet ettiğim kişiler sayesinde çok ilginç bilgilere ulaştım. Örneğin, son yıllarda yaptığı ataklarla yatak sayısını hızla arttıran Türkiye’de belgeli yatak sayısı bir milyona ulaşmış. Bu sayıya belediye belgelileri de eklediğimizde rakam bir milyon 300 bin’i buluyormuş. Turizmde yakaladığımız bu müthiş ivmenin arkasında ise sektörün güçlü oyuncuları varmış.
Otelcilik, son yılların en gözde yatırım alanlarından biri. Birçok büyük şirket bu sektöre giriyor ve dev yatırımlara imza atıyor. Bu yatırımlar sayesinde “Türkiye’nin yatak kralları” ve “Yatak kapasitesinde en hızlılar” sıralaması bile değişmiş durumda. 2008 yılına kadar Joy Grup, TUI, Dedeman Holding ilk üçü paylaşırken, bugün itibariyle ilk üçe TUI, Hilton Worldwide ve Crystal Hotels yerleşti.

İLK ÜÇE GİREN ANKARALILAR KOLTUĞU KAPTIRDI

Başkentli olarak bizi ilgilendiren yönü ise şu; İflas eden Joy Grup ile sıralamada geriye düşen Dedeman iki Ankara doğumlu firma olarak listeden çıkarken yerlerini uluslararası iki markaya bırakması. Ancak hemen karamsarlığa kapılmayın, Ankaralıların halen liderliğini sürdürdüğü bazı alanlar da o gece tekrar tescil edildi. Örneğin, beş yıldızlı kıyı otelleri kategorisinde Ankaralı Özkar İnşaat’ın oteli Calista Luxury Resort, spor turizmi İşletmeleri dalında yine Ankaralı Özaltın Gruba ait Gloria Golf Resort Otel birinciliği aldı.
O gece daha çok Calista Otel’in sahibi olan Özdoğan Ailesi’nin başarılı ferdi Ali Özdoğan ile sohbet ettim. Kendisini hem dost olarak çok severim, hem de iş adamı kimliğine önem veririm. Calista’ya Ankara’dan kardeş gelen Avrupa’nın en lüks otellerinden biri olan JW Marriott üzerine sohbet ettik. Dünyanın moda devi Stefano Ricci, JW Marriott içerisinde Avrupa’da ki en lüks mağazalarından birini açacakmış. Halen dünyanın çeşitli yelerinde butik mağazaları olan ünlü İtalyan modacı Stefano Ricci, otel içerisinde 400 Bin Euro’luk bir yatırımla yaklaşık 100 metrekarelik bir mağazanın hazırlığına girmiş.

DÜNYACA ÜNLÜ MODACI STEFANO RICCI’YE İLHAM VERDİ

Bu mağazanın dekorasyonu için her türlü malzemenin yurt dışından geleceğini belirten Ali Özdoğan, Stefano Ricci’nin yakın bir zamanda Beverly Hilss’te açacağı büyük mağazası için JW Marriott Ankara’da gördüğü özel yapım avizeleri kullanacağını söyledi. Yani bizden gördüğü fikri uygulayacakmış. Özdoğan Ailesi’nin fertleriyle oteli dolaşırken görmüştüm, Çek Cumhuriyeti’nde imalatı yapılan ve Çek isçilerin 3 ayda monte ettiği eşi benzeri olmayan muhteşem avizeler benim de ilgimi çekmişti.
Bu arada diğer iki İstanbul gidiş nedenimin kurum içi toplantılar için olduğunu vurgulayıp, ulaştığım bir diğer durağımdan bahsedeyim. Bodrum’a giderken amacım yine Tempo Travel başta olmak üzere grup dergileri için araştırma dosyaları hazırlamaktı. Yağmurlu havanın el verdiği ölçüde de bu emelime ulaştım. Bodrumlular da bu yıl ki turizm atağından çok umutlu ve iyi hazırlanmışlar. Ayrıca Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un bölgeleri için yaptığı yatırımlardan çok hoşnutlar.
Hakikaten de Kocadon, Bodrum’un içinde radikal çalışmalar yapmış. Yaya yollarını genişletip, beyaz taşlar döşemiş, araçların park etmesini önlemek için dekoratif bariyerler koymuş. Bence tek hatası beyaz yaya kaldırımlarının arasındaki yola asfalt dökmesi olmuş. Eskiden ne güzel Arnavut kaldırımı taşlar vardı ve şimdiki beyaz kaldırımlarla çok uyum sağlayabilirdi. Asfalt rengi çok sırıtmış. Zaten giden görecektir ki, liman yolunun yarısı asfalt yapılmış, diğer yarısı Arnavut kaldırımı olarak kalmış. Görsel fark hemen gözünüze çarpacaktır.

TAKLİT ÜRÜNLER ÇOĞALIYOR, KALİTE DÜŞÜYOR

Tüm turizm bölgelerimiz gibi Bodrum için de beni endişeye düşüren bir konuyu da aktarayım. Zaten bu endişemin yersiz olmadığını kaçak içkiden ölen üç Rus turistin ölüm olayı ispatladı. Sürümden kazanmak için “Her Şey Dahil Sistemi”ne yönelen turizmciler bunu her alana yaymaya başladı. Konaklamadan, tekne gezilerine kadar birçok alanda uygulanan bu sistem yüzünden maliyetlerini düşük seviyede tutmaya çalışan işletmeciler kaliteden taviz vermeye, kaçak ve taklit ürünlerle vergi yükünden kurtulmaya çalışıyorlar. Hal böyle olunca da kalitesiz ve sağlıksız ürünler turizmin hizmetine sunuluyor.
Her Şey Dahil Sistemi’nin getirdiği bir diğer olumsuzluk da şehrin ya da beldenin sosyal yaşamını tehdit etmesi. Tıpkı Antalya’daki gibi otele gelen turist yemeden içmeye, alışverişten eğlenceye kadar her ihtiyacını tesis içinde karşıladığı için kapıdan dışarı çıkmıyor. Bu yüzden de şehirdeki esnaf iş yapamıyor, sosyal hayat sekteye uğruyor, yaşanılan yerin ruhu ölüyor. Hâlbuki Bodrum, barlar sokağıyla, çarşısıyla, eşsiz koylarıyla, gece eğlencesiyle güzel.
Zaten bizler de Ankara’da bunun başka bir yönünü yaşamıyor muyuz? Şehir içinde mevzilenen AVM’ler yüzünden cadde ve sokak esnafı iflas noktasına geldi, daha da önemlisi şehrin ruhu kaybolmaya başladı.

İMAJ İÇİN MANİSA MALDİVLER(Mİ) OLDU?

Gelelim seyir defterimdeki son durağa. 28 gün içinde gerçekleşen gezilerime Antalya ile başlamıştım, yine Antalya ile kapanışı yaptım. Bu kez Türkiye’nin en lüks otellerinden biri olan Maxx Royal’ın açılış töreni için gittim. ETS Tur, Atlas Havayolları gibi dev yatırımların sahibi Ersoy Ailesi’nin yeni açtığı bu otel gerçekten çok görkemli. En küçük odası 80 metre kareden başlayan otelin dekorasyonu da bir harika olmuş. Belki de diğer otellerde olmayan en küçük ayrıntılar bile düşünülmüş. Örneğin her odada yatağınızda yatarken denizi görebiliyorsunuz. Şu kadarını söyleyeyim, Antalya’da Mardan Place’den sonra açılan en pahallı ve lüks otel olmuş. Duyduğuma göre tesise tam 240 Milyon Dolar harcanmış.
Geçenlerde birçok medya organında otelle ilgili haberleri okuyordum. Baktım, hepsi söz birliği etmişçesine havuzların arasında oluşturulan yapay adaları kaplayan kumdan “Maldivler’den getirtilen beyaz kum” olarak bahsediyor. Yazıp, söyleyenlerin aklına ya beyazı görünce Maldivler geldi, ya da yanlış bilgilendirildiler. Doğrusunu ben aktarayım. O kum Manisa’dan geldi.
Şimdi içinizden ‘Manisa’da deniz kumu ne arasın’ diye geçiriyorsunuzdur. Aydınlatayım; Hammadesi bu şehrimizdeki Kuvars madenlerinden elde ediliyor. Bu maden incecik kum zerrelerine dönüştürülüyor ve Maldivler kumsalları gibi bembeyaz bir görüntü veriyor. Diğer özellikleri ise çok sıcaklarda ayakları yakmaması ve vücuda yapışmaması... Ben nereden mi biliyorum? Bu fikri Maxx Royal’in sahibi Mehmet Ersoy’a veren kişi benim de oradan. Ayrıca kuvars’dan elde edilen kum, Maldivlerin kumundan çok daha değerli.
Yazarın Tüm Yazıları