Seçilmişe posta koyan silahlı atanmışa hayır

Ne vakit ‘silahlı bir atanmış’, halkın oylarıyla seçilmiş herhangi bir başbakana...

Posta koymaya kalksa...

Haberin Devamı

Hakaret etse...
Efelense...
Saygısızlık yapsa...
Bende hemen bir can sıkıntısı, bir asap bozukluğu, bir öfkeden baş dönmesi meydana gelir.
O başbakan kim olursa olsun...
Sonuç asla değişmez.
Çünkü ben...
‘Belinde silah olan bir adam’ın, silahsız bir adama meydan okumasından bir yiğitlik, bir serdengeçtilik, bir yüreklilik sonucu çıkarmam, çıkaramam.
Karakterim buna izin vermez.
Belinde silah olan atanmış bir adamın, seçilmiş başbakana yaptığı saygısızlık karşısında, “Helal olsun adama, yürekli adammış” demem, diyemem.
Bunu dediğim anda...
Kendimi çocuk döven adamı alkışlıyormuş gibi hissederim.

Mehmet Turgut’un objektifine poz verdim

Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Amenna!
Ama durun bir dakika!
Şöyle bir hakikat de var:
Kıyısından bucağından da olsa şöhrete bir biçimde bulaşmış her canlı da, fotoğraf sanatının uslanmaz çocuğu Mehmet Turgut’un objektifine poz verecektir. “Ben bunu yapmam” dedim. “Benim başıma gelmez” dedim. “Olmaz, olamaz” dedim. Yani büyük konuştum. Ama kaçınılmaz olan başıma geldi.
Kendimi bir anda Mehmet Turgut’un bana tarif ettiği rolü oynarken ve objektifine poz verirken buldum.
Elele dergisinin haziran sayısı için hazırladığı ve ‘internet yasakları’nı işleyen çalışması kapsamında....
Çivilerle kaplı bir klavyede ellerim kanlar, yüzüm acılar içinde Mehmet Turgut’a poz verdim. Mehmet Ali Birand, Şebnem Bozoklu, Gülben Ergen gibi isimlerin aynı çalışma kapsamında verdiği pozlara baktım. Ve şuna kanaat getirdim: Mehmet Turgut, boşuna Mehmet Turgut olmamış. Yaratıcılığı, sınırsızlığı, rahatlatıcılığı ve pratikliğiyle gerçekten farklı bir sanatçı o.

Haberin Devamı

Çiller’in oğlunun yeriyle Yılmaz’ın oğlunun yeri

Yer: Teşvikiye Atiye Sokak..
Yan yana iki mekân... Yan yana iki kapı...
Mekânlardan biri Tansu Çiller’in oğlu Mert Çiller’e ait. Diğeri Mesut Yılmaz’ın oğlu Hasan Yılmaz’a.
İkisine de gittim, ikisinde de yemek yedim, ikisinde de inceleme yaptım.
Elde ettiğim sonuçları açıklıyorum:
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ sonuna kadar Amerikancı, Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’ sonuna kadar Avrupacı...
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’da Amerikan rahatlığı, Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’da Akdeniz esintisi var.
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’, Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’ya göre görece daha pahalı.
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ ile Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’, sanılanın aksine acımasız bir rekabetin hiçbir koşulunu yerine getirmeyip kardeşçe geçiniyor.
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ daha çok gençlere hitap ederken, Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’nun ‘ihtiyarlara da yer var’ edası var.
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ın ikinci dili İngilizce, Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’nun ikinci dili Almanca...
- Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ politikaya yüz vermez görünürken Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’da modern bir endişe hâkim.
- Hem Çiller’in oğlunun mekânı ‘Hardal’ın hem de Yılmaz’ın oğlunun mekânı ‘Elio’nun, ‘AK’ adlı bir apartmanda hizmet veriyor oluşunu, kaderin bir cilvesi olarak yorumlamanın rahatlığı dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Mayısta Bodrum

-  Yorgun değil, enerjiktir.
-  Karamsar değil, umutludur.
-  Sıcak değil, ılıktır.
-  Kalabalık değil, kararındadır.
-  Gürültülü değil, sessizdir.
-  Alışmış değil, heyecanlıdır.
-  Kayıtsız değil, aşırı ilgilidir.
-  Yavşak değil, vakurdur.
-  Hoyrat değil, misafirperverdir.

Demirel’e vurmak delikanlılık mıdır

İktidara çakamıyorlar.
Onun yerine bütün çakma iştahlarını, Kemal Bey üzerinden gidermeye çalışıyorlar.
Ancak...
Ortada ‘muktedirin muktediri’ bir iktidar öylece dururken, bu zamana kadar bir dakika bile muktedir olmamış birine çak babam çak...
Nereye kadar?
O zaman gelsin dişe göre bir malzeme...
Gelsin Demirel...
*
Nasıl olsa Demirel dendiğinde...
Gözlerimizin önünden 28 Şubat’lar, MGK’lar, “Başını örtenler gitsin Suudi Arabistan’a” türü demeçler, tarikat oylarını kafalamak için yapılan atraksiyonlar, aile fotoğrafları falan geçecek.
50 yıllık tarih geçecek yani...
O 50 yıllık tarihin sersemlikleri, bönlükleri, cesaretsizlikleri, korkaklıkları geçecek.
O zaman vur Demirel’e...
Hem hiç risk almamış ol, hem de sonuna kadar haklı ol.
*
İyi ama bu mudur delikanlılık?
« Sen kör bir adama yapılan bakan muamelesi karşısında suspus ol ama sıra Demirel’e gelince sırtlan kesil.
« Sen “Biliyorsunuz kendisi Alevi” cümlesine hiç takılma ama sıra Demirel’e gelince vur babam vur.
« Sen “Ne özeli? Bunlar genel genel” diye meydanlarda yapılan kaset pazarlamasına bir çift kelam etme ama sıra Demirel’e gelince 50 yıllık dosyaları karıştırıp ağzına ne geliyorsa söyle.
« Sen, “Gelmiş 87 yaşına” diye yaşa yapılan hürmetsizlik karşısında en küçük bir insani duyguyu hissetme ama sıra Demirel’e gelince çak babam çak.
« Sen yeni statükonun doğurduğu hiçbir sorun hakkında tek bir kelime bile etme ama sıra Demirel’e gelince ‘statükonun bekçisi’ diye saldır.
SON SÖZ: Sen delikanlı falan değilsin.

Yazarın Tüm Yazıları