Uygarlık tarihini Kürtler başlattı!

Başlığa şaşırdınız mı? Şaşırmayın. Atı binek aracı olarak kim kullandı? Uygarlığın başlangıcı sayılan tekerleği kim icat etti? Yazıyı ilk kim keşfetti? Nuh Tufanı kimin efsanesi? Tarihte ilk yazılı antlaşmayı kim imzaladı? İlk şiiri kim yazdı? Rasathaneyi ilk kim kurdu? Gılgamış Destanı kimin eseri? Cirit kimin oyunu? Sazı ilk kim çaldı? Mevlânâ ve Hacı Bektaş’ı kim etkiledi? Tarikatları kimler kurdu? Alevilik nasıl doğdu? Ve onlarca akıldışı iddia... Mesele iki dil ve özerklikle bitecek mi sanıyorsunuz? Yeni polemiklere hazır olun. İşte bazıları...

Haberin Devamı

Peşinen görüşümü yazayım:
Kim kendini hangi etnik gruba ait görüyorsa o kimliktedir. Yani “Ben Kürt’üm” diyorsa Kürt’tür.
Dil konusunda istediğiniz bilimsel çalışmayı yapabilirsiniz, ama biri “Bu benim dilimdir ve Kürtçedir” diyorsa, öyledir.
Ve ben hâlâ, kendi kaderini tayin hakkına inanırım...
Tamam. Şimdi istediğimi yazabilirim.
Gündemde, Kürtlerin iki dil ve özerklik talebi var.
Meselenin iki dil ve özerklikle biteceğine inanıyorsanız, yanılırsınız. Bu sadece başlangıçtır.
Nasıl mı?
Size birini tanıtmak istiyorum...
Said-i Nursi’nin talebesi
Adı Cemşid Bender.
Bu aslında müstear adı./images/100/0x0/55ea0de0f018fbb8f867df74
Asıl ismi Mehdi Halıcı (1927-2008).
Konya doğumluydu.
Halıcı ailesinin ana tarafı Van’ın Başkale’sinden, baba tarafı ise Bingöl’ün Kiğı’sından Konya’ya göç etmişti.
Mehdi Halıcı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci iken babasına yazdığı “sadakat ve sabır” mektubu nedeniyle tutuklanıp Afyon Cezaevi’ne kondu. Babası halı esnafı Sabri Halıcı da o cezaevindeydi; suçu Said-i Nursi müridi olmaktı!
Said-i Nursi her Konya’ya gidişinde talebesi Sabri Halıcı’nın evinde misafir oldu. Eserlerinde “Konyalı Sabri”den sıkça bahsetti.
Sabri Halıcı çocuklarını hep Said-i Nursi öğretileriyle büyüttü. Mehdi Halıcı yaşamı boyunca Said-i Nursi cemaatiyle ilişkilerini duygusal anlamda hiç koparmadı; zor günlerde avukatlıklarını üstlendi. Risale-i Nur’ları övdü.
Yazı hayatına ise, 1957’de ağabeyi Feyzi Halıcı ile Konya’da “Çağrı” adlı sanat dergisini çıkararak başladı. Sonra ani bir kararla 1958’de Norveç’e giderek kooperatif konusunda ihtisas yaptı. Sonra dönüp devlet kurumlarında çalıştı; İstanbul’da avukatlık yaptı.
Bu arada kardeşi Feyzi Halıcı’dan da bahsetmem gerekir:
İÜ Fen Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek Kimya Mühendisi olmasına rağmen Konya’ya dönüp baba mesleği halıcılığı devam ettirdi. Şiirler yazdı. Bunun bazıları Said-i Nursi üzerinedir. Türk Dil Kurumu üyesi oldu. 1959’da Konya Kültür ve Turizm Derneği’ni kurdu. 1968-1977 yılları arasında AP Senatörü olarak TBMM’de görev yaptı. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile Atatürk Kültür Merkezi Bilim Kurulu onur üyesi oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara milletvekili Emrehan Halıcı’nın babasıdır.
Mehdi-Feyzi Halıcı’nın kız kardeşleri Nevin Halıcı ise Zaman Gazetesi yazarıdır.
Aile hakkında bu kadar bilgi vermemin nedeni, bir ailede nasıl farklı fikirler olduğunu göstermektir.
Çünkü Mehdi Halıcı’nın yazdıklarını okuyunca çok şaşıracaksınız.
O halde başlayalım.
Kürtler olmasaydı insanlık ne yapardı!
Cemşid Bender (Mehdi Halıcı), “Kürt Tarihi ve Uygarlığı” (3. Baskı, 1991, Kaynak Yayınları) kitabı önümüzdeki günlerde sadece iki dil ve özerkliği değil, daha neleri tartışacağımızın ipuçlarını veriyor.
Hiç araya girmeden, yorum yapmadan, sayfa sırasına da uyarak kitaptan bazı cümleler alıntılayacağım.
“Her şeyin ilki olmak kolay mı” (s. 9)
“Gutiler (MÖ 3000’ler) için Kurti denmektedir.” (s. 11)
“Bilindiği gibi Kürt Kassit İmparatorluğu Hitit ülkesiyle çağdaştı.” (s. 17)
“İlk kerpici Kürt Kassitler yaptı. İlk Takvim’i; ilk matematik ve geometri prensiplerini; ilk ağırlık ve uzunluk ölçü birimlerini Kürt Kassitler buldu.” (s. 21)
“İlk rasathaneyi Urfa’da Kürt Kassitler kurdu. İlk ‘teşhis’ ve ‘tedavi’ ikilemini; masajı tedavi yöntemi olarak kullanmayı Kürt Kassitler uyguladı. Ve petrolü de onlar keşfetti.” (s. 22)
“İnsanlığı ilk kez mağara hayatından kurtaran, emekleyen çocuğu ellerinden tutup yürüten, uygarca bir yaşamın koşullarını tarihte ilk kez oluşturan Sümerler ve Kürt halkı olmuştur.” (s. 31)
“Gılgamış Destanı adlı destanla ilgili tabletlerin metinlerini Kürt Kassit uyruklu şair Sin-Lekke-unni yazmıştır.” (s. 39)
“İranlılar edebiyat ve sanat zenginliklerini Kürtlerden almışlardır.” (s 44)
Mevlevilik Kadirilik Kürt kökenlidir
“Kürtler çoktanrılı dinlerden tektanrılı dinlere geçişin köprüsü olmuştur.” (s. 45)
“Sümerlerle de çağdaş olan Kürt Guti topluluğu Sümerlerle birlikte çivi yazısını kullandılar. Antikçağı aydınlatan dil Kürtçe idi.” (s. 46)
“Tektanrılı dinlerin kutsal kitaplarında yer alan pek çok söylencenin, efsanenin, öyküsünün ana menbaının Kürtlerle ve onların yaşadıkları bölge ile ilgili olduğu doğrudur.” (s. 52)
“Meddah adı da verilen Deng-Bej Kürt kültürüne aittir.” (s. 54)
“Saz sözcüğü Kürtçedir. Ayrıca aynı kökten türeyen sazbend (çalgıcı), sazende ve sazendegan sözcükleri de Kürt dilinin ürünleridir.” (s. 57)
“Halk ozanlığı Kürt kültür ve sanatının bir parçasıdır. Kürt halk ozanları atışma, taşlama, güzelleme ve hikâyeli türkü dallarında binlerce yıldan beri Newroz bayramlarında, düğünlerde ya da uzun kış gecelerinde sanat yeteneklerini ortaya koyarlar.” (s. 59)
“Kürt kökenli inanç dünyası Bektaşilik, Mevlevilik, Rufailik, Kadirilik, Kalenderlik gibi tarikatların yaratıcısı oldu. Kürtler gerek Yezidilikte ve gerekse bunun uzantıları olarak kurdukları tarikatların müzikli ayinlerinde coşku ve cezbe yaratmak için çalpara, kudum, çeng, kurrane, nagur, flüt, ve bender gibi Kürt müzik enstrümanlarını kullanmışlardır.” (s. 66)
“Kürt dilini bildiği ve Horasan’dan geldiği için Kürt kökenli olduğu öne sürülen Mevlânâ hakkında elimizde kanıtlayıcı belge yoktur. Ancak Mevlânâ’nın kitaplarını yazdırdığı, ‘Velayet’ ve ‘Hilafet’ görevlerini bıraktığı, Mevleviliği kuran Hüsamettin Çelebi Kürt kökenlidir. Hüsamettin Çelebi uyguladığı ayin deyimlerinde Kürtçe kullanmıştır. Derviş, dergâh, post, postnişin, sema, semazen, çelebi Kürtçe sözcüklerdir.” (s. 68-69)
“Yezidiliğin kurucusu Şeyh Addi Bin Misafir, Hakkâri Kürtlerindendir.” (s. 79)
“Kürt düşünür Ebu’l Vefa; Hacı Bektaş Veli’yi, Baba İlyas’ı Baba İshak’ı, Geyikli Baba’yı ve daha nicelerini kendi düşünce potasında yoğuran, şekillendiren, onları halkın yanında ve halk için harekete geçiren bir düşün adamıdır.” (s. 94)
“Kürt uygarlığının bir ürünü olan Alevilik, ‘inanç felsefesi’ ve ‘yaşam biçimi’ yaratırken, politik sosyal ve ekonomik alanlarda da halkı yüreklendirmiştir.” (s. 109)
Hz. Adem Kürt müydü
“(Firdevs’in yazdığı) Şehname’de anlatılan efsane tümüyle Kürtlerle ilgilidir.”  (s. 148)
“Cirit oyununun Kürtlere özgü bir spor türü olduğu tüm dünyaca bilinmektedir. Cirit sözcüğü Kürtçedir. Cirit oyunu Kürt ırkı atlarla yapılır.” (s. 169-170)
“Halı ve kilim dokumacılığını Kürtler icat etmiştir. İranlılar ve Türkler Kürtlerden öğrenmişlerdi.”
(s. 172)
“Kök boya kullanımını Kürtler bulmuştur.” (s. 179)
“Nuh Tufanı Sümerler ile Guti Kürtlerinin ortak efsanesidir.” (s. 189)
“Batı tarihçileri uygarlığın tekerliğin keşfiyle başladığını söylerler. Bu söz abartılıdır ama yanlış değildir. Atı tarihte ilk kez ehlileştirip binek ve çekme aracı olarak kullanan Kürt halkıdır. Aynı halk ehlileştirdiği atın çekeceği tekerleği de keşfetmiştir.” (s. 190)
“Tarihte uluslararası antlaşmaları ilk yapan Kürt halkıdır.” (s. 191)
Evet devam etmeye gerek var mı?
256 sayfalık, “Kürt Tarihi ve Uygarlığı” kitabı bu tür akıldışı iddialarla sürüp gidiyor. Bırakınız tarihteki tüm “ilk”leri, Cemşid Bender, Hz. Adem’in bile Kürt olduğunu ima ediyor! (s. 71)
Hiç gülüp geçmeyiniz. Abdullah Öcalan, “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” kitabının 2. cildinde benzer polemiği sürdürüyor.
Yani demem o ki, mesele iki dil ve özerklikle bitecek gibi görünmüyor!

Haberin Devamı

DTCF KURULUŞUNU MİLLİ PİYANGO ÇEKİLİŞİYLE KUTLAYACAK

Haberin Devamı

GEÇEN hafta “DTCF tarihinden utanıyor mu” diye sordum.
Dekan Prof. Dr. Rahmi Er, dört cümlelik yazıma neredeyse bir gazete sayfası açıklama gönderdi. Özü şu: Tarihlerinden utanmıyor; onur duyuyorlar.
Güzel; böyle bir açıklamaya nasıl sevinmem./images/100/0x0/55ea0de0f018fbb8f867df76
Ayrıca...
Dekan Er, fakültenin kuruluş yıldönümü olarak, öğrenime açıldığı 9 Ocak 1936 tarihini benimsediklerini belirtiyor.
Atatürk’ün fakülte kuruluş önerisi yapmasını, teklifin Bakanlar Kurulu’ndan geçmesini, TBMM’nin yasa çıkarmasını ve Resmi Gazete’de yayınlanmasını yani 1935’i değil, okulun öğrenime başladığı 9 Ocak 1936 tarihini kutladıklarını söylüyor.
DTCF internet sitesinde şu yazı var:
“Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve ötesine geçmek idealini gerçeğe dönüştürmek için, Atatürk tarafından 1935’te hayata geçirilen Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara Üniversitesi’nin fakülte olarak kurulan ilk birimidir.”
Fakülte etkinliklerinin; Atatürk’ün öneriyi ortaya attığı 11 Mart 1935 ile başlayıp, okulun öğrenime başladığı 9 Ocak 1936 ile bitirilmesi daha anlamlı olmaz mıydı?
Uzatmaya gerek yok.
Bunu mesele de yapacak değilim.
Sonra Dekan Er, 2011’de hangi etkinlikleri yapacaklarını gönderdi.
(Lütfen sonuna kadar okuyun.)
-  10 Ocak 2011 günü sabahı Anıtkabir ziyaret edilecek ve akşamında açılış töreni yapılacak ve ardından resepsiyon verilecek.
-  Milli Piyango Genel Müdürlüğü’yle yapılan yazışmalar ve girişimler sonucu 09 Ocak 2011 tarihli Milli Piyango biletlerinin üzerinde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine ait bir fotoğraf ve “Bir Cumhuriyet Çınarı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi 75 Yaşında” biçiminde bir yazının yer almasını sağlamış bulunuyoruz.
DTCF’nin kuruluşunun 75. yılının Milli Piyango biletlerinde işlenmesiyle yetinmeyerek, aynı zamanda çekilişin de fakültemizde yapılmasının kararını aldırmayı başardık. Bu durum, fakülte tarihinde bir ilktir. Bununla bir yandan fakültemizin tanıtımına katkıda bulunmayı hedeflerken, diğer yandan mezunlarımıza güzel bir sürpriz yapmayı amaçladık. Çünkü çekilişin bir bölümü canlı yayınlanmaktadır.
(Hiç araya girmeden etkinlikleri yazmayı sürdürüyorum.)
-  Fakültenin kısa metrajlı tanıtım filmini hazırlatıyoruz ki, bu da fakülte tarihinde bir ilktir.
-  PTT Genel Müdürlüğü’yle yaptığımız yazışmalar sonunda, özel gün pulu basımını gerçekleşirdik.
-  Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın 03 Mart 2011 gününe ait konserinin, DTCF’nin kuruluşunun 75. Yıl Konseri olarak fakültemiz Farabi Salonu’na alınması sağlanmıştır.
-  Devlet Tiyatroları ile yine fakültemizin kuruluşunun 75. yıldönümü etkinlikleri kapsamında, 27 Mart haftasında bir oyunun Farabi Salonumuzda sahnelenmesi için mutabakata varılmıştır.
-  Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nce Dansın Ritmi adlı bale gösterisinin 2011 galasının, DTCF’de yapılması için mutabakata varılmıştır.
-  Sözlü Tanıklıklarla DTCF’nin 75 Yılı Projesi: 2011 yılında gerçekleştireceğimiz bu proje ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin mezunları, akademisyenleri ve dekanlık yapmış öğretim üyeleriyle yapılacak röportajlarla DTCF’nin 75 yıllık tarihinin belgeselinin ortaya konması amaçlanmaktadır.
-  DTCF’nin 75. Yıl Anı Kitabı: Bu projeyle ilgili öğretim üyelerimizden oluşan bir ekip çalışmalarına başlamış olup, DTCF’nin 75 yıllık tarihinin kapsamlı araştırılmasıyla ortaya konacak ve gelecek kuşaklara kaynaklık edecek bu çalışma bir kitap formatında 2011 yılı kapanış resepsiyonuna yetiştirilecektir.
-  “Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya Üçgeninde Türkiye: Politik ve Kültürel Perspektifler” sempozyumunu 2-4 Mayıs 2011 tarihlerinde gerçekleştirileceğiz.
Dekan Prof. Er’in DTCF’nin 75’inci yılı için hazırladıkları etkinlikleri işte bunlar. Yorum yapmak istemiyorum...
Yalnız...
Dekan Er’in uzmanlığının Arapça olduğunu yazarak espri yapmıştım. Dekan alınmış; kendisini “gericilikle” itham ettiğimi belirtiyor. Hayır, hiç öyle düşünmemiştim.
Ama...
Bu etkinlikleri görünce şimdi Dekan Er’in gerici olduğunu düşünüyorum.
Ne Mustafa Kemal’i ne de Cumhuriyet Devrimleri’ni anlamışlar çünkü.
Dilimiz, tarihimiz katlediliyor ve siz Milli Piyango çekilişiyle 75’inci yılı kutluyorsunuz öyle mi? Ve tarihinizden gurur duyuyorsunuz öyle mi?
Ne diyeyim şimdi ben?
Üniver-sitelerimizin hazin durumu budur işte...

Yazarın Tüm Yazıları