Diktatör olan tartışır mı

Güncelleme Tarihi:

Diktatör olan tartışır mı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 27, 2010 00:00

“Şu Çılgın Türkler” kitabıyla Türkiye tarihinin satış rekorlarını altüst eden Turgut Özakman, Türkiye üçlemesinin son kitabı “Cumhuriyet-Türk Mucizesi”nin ikinci cildini yazdı. Kitapta, Özakman, “O dönem demirden, altın bir dönem. Bu insanlar da demirden insanlar sanki. Hiçbir şey yıldırmıyor onları” dediği Atatürk ve devrim arkadaşlarının, cumhuriyet idealinin ışığında sıtmadan cehalete, yoksulluktan geriliğe, sanayiden tarıma, eğitimden kadın haklarına kadar hemen her konuda verdiği mücadele anlatıyor.

Haberin Devamı

Özakman kitabıyla ilgili Hürriyet’e konuştu ve özetle şunları söyledi:

Okusalar ihtilaflar biter

1948’den bu yana Cumhuriyet, Çanakkale ve Milli Mücadele ile ilgili kitapları topluyorum. Hastalığıma rağmen çalışmalarımdan geri kalmadım. Her gün 8 ya da 12 saat çalıştım. Amacım şu; herkes Cumhuriyet’in ilk 15 yılını doğru bilsin. Çok isterim ki bu kitap okunsun. Biri okusun 100 kişi dinlesin. Ama okusun, öğrensinler çünkü aramızdaki birçok ihtilaf bitecek. Cumhuriyet’e çok başka sarılacağız. Atatürk’e saygımız çok daha artacak. O dönemin insanlarına çok daha minnet duyacağız.
 
Övmek için yazmadım

Ben övmek için yazmadım. Cumhuriyet’e çok borcum var. İlkokul birinci sınıftan başlayarak, hukuk fakültesini bitirdim, bir yıl da avukatlık stajı yaptım, tüm bunlar karşılığında devlet benden beş kuruş almadı. Bu ne büyük bir borç, nasıl güzel bir devlet. Macaristan’da bir genç kız liseye geçmiş ama Macaristan’da artık bütün eğitim paralı. Türkiye’de parasız olduğunu öğreniyor gazeteden. Bir Türk babanın kızı ama baba öldüğü için annesiyle birlikte Macaristan’a geri dönmüş. Parasız eğitimden yararlanmak için Türkiye’ye geliyor. Babasının ailesi onu pek iyi karşılamıyor ama o okumak için birçok sıkıntıya katlanıyor okuyor. Profesör oluyor, Türkiye’nin en önemli kadınlarından oluyor: Nermin Abadan Unat.

‘Hayalperestsiniz’ bile demişler

Atatürk’ün daha öğrenciyken söylediği bazı sözleri sonradan arkadaşları açıklıyorlar. Yüzbaşıyken, Misak-ı Milli sınırlarını anlatıyordu. “Bize ait olmayan topraklarda ne işimiz var” diye konuşuyor. “Yurtta barış dünyada barış” düşüncesi, gençliğinden beri yüreğinde kalmış olan bir idealdi. Cumhuriyet fikri o tarihten kalmadır. 1913’te Sofya’ya giderken trenle Kazım Özak onu geçirmeye geldiği zaman “Bizi kurtaracak şey cumhuriyettir” diye açıklıyor. Sivas Kongresi ve Erzurum Kongresi sırasında Mazhar Kansu’ya tesettür, laiklik, cumhuriyet ve Latin alfabesine geçiş konularındaki görüşlerini anlatıyor. Ama bunları anlatmaya başlayınca en yakın arkadaşı “Çok hayalperestsiniz” diyerek odayı terk ediyor. İnandırıcı bulmuyor. Sonradan Atatürk’ün bir şakası var. Arada bir Mazhar Kansu’ya “Senin defterinde kaçıncı maddedeyiz” diye soruyor.

Türkiye öncüdür kılavuzdur, ışıktır

En büyük devrim tabii ki cumhuriyet devrimi. Cumhuriyet devrimi kendi içerisinde çok büyük anlamlar taşıyor. Yani evvela padişahın kulu olan insanlar vatandaş, yurttaş oluyor. Devlet birdenbire halkın, milletin oluyor. Ve egemenlik hakkı bir aileden millete geçiyor. Bir doğu ülkesinde, hele çok uzun bir zaman din devleti olarak kullanılmış, dincilerin ağır bastığı ortamda bunun yapılabilmesi, gerçekleştirilebilmesi dünyayı şaşırtan bir olaydır. Pek çok ülke bunun etkisinde kalmıştır. Nehru’nun anılarında var. Diyor ki: “Biz hapishanedeydik. İngilizlerle mücadele ediyorduk bağımsız olmak için. Atatürk’ün her başarısı sevindiriyordu ama büyük zafer, cumhuriyet; biz hapishanedeki odalarımızı yapraklarla, dallarla, çiçeklerle süsledik, bu bayramı orada öyle kutladık” diyor. Devrimler bütün dünyayı etkiliyordu. Doğunun en büyük şairlerinden olan Hint İkbal, “Hepimiz için Türkiye bir öncüdür, kılavuzdur, ışıktır. Bunun peşinden gitmek lazım” diyor.

Islahatçı değil bir devrimci

İnönü’nün anılarında var. “Biz Osmanlı ıslahatçısıydık. Atatürk devrimciydi” diyor. “Ben Atatürk’e inandığım için onun yanında kaldım. Bazı arkadaşlarımız kavrayamadılar. Kavrayamayınca uzağında kaldılar” diyor. Cumhuriyet’in ilanı çok büyük bir atılımdır. Bu bir uyanış, halkla birlikte olmak, halk devleti kurmuş olmak demektir. Milli egemenliğe saygı demektir. Sonunda bu elbette laikliğe gidecektir. Bunlar sömürücü ülkeler için iyi şeyler değil. Onlar daha durgun içine dönük birçok şeyi kader diye kabullenen mücadeleci olmayan devrimci olmayan topluluklardan daha çok mutlu oluyorlar onları daha kolay sömürüyorlar. Halkın peşinden gideceği insanın macera sever olmaması lazım. Atatürk bu konuda müthiş gerçekçi bir adam. Hesap adamı. Cesareti, kahramanlığı, yiğitliği, coşkusu, duyarlılığı bir yana ama hesap adamı. Enver Paşa ile Atatürk arasında hesap farkı vardı. En basiti Atatürk, Sarıkamış’ı yaşamaz.

Onun kadar dolaşmadılar

Karşımızda cahillik, yoksulluk, parasızlık var. İç ve dış mukavemet cepheleri, muhafazakârlık var. Osmanlı sisteminin yürütülmesini isteyenler var. Sadece 118 milyon lira olan bütçeyle bu işi yapmak mucizeye yakın bir iştir diyoruz ama asıl büyük iş bütün bu engelleri aşmak. Atatürk bir uygarlık velisi gibi. Tek tek köylere kadar gidiyor. Bütün Türkiye’yi dolaşıyor. Daha hiçbir cumhurbaşkanı Atatürk kadar dolaşmış değil. Birinci bütçemiz 118 milyon lira, 1938’deki bütçemiz 300 milyon lira. Tam üç misli bile olamamış.

Ekonomiyle birebir ilgili

Bir adım atacaksınız, Şeyh Said isyanı çıkıyor, kısmi seferberlik ilan ediliyor. Bir adım atacaksınız, İtalyanların güneybatı Anadolu’da gözü olduğunu anlıyoruz, kısmi seferberlik ilan ediliyor. Kısmi seferberlik bütçede çok ciddi sıkıntılara yol açması demek. Yani ordunu 50 bin kişiye indiremiyorsun. Gene de 200 bin kişilik orduyu tutmak zorundasın. Elinde cephane fabrikan yok, silah fabrikan yok, top fabrikan yok. Bağımsızlık temeli askeri sanayideki bağımsızlığa çok bağlı bir şeydir. Böyle bir dönemde bir de 1929’da bir de dünya krizi patlak veriyor. Düşündürücü zor bir dönem ama sükunet içerisinde İzmir iktisat kongresinde Atatürk Mahmut Esat Bey yardımıyla sonradan karma ekonomi denilen devletçiliği öneriyor, tartışılmaya açılmasını istiyor. Bizim dikkatimizden kaçmış bir şey Atatürk’ün dış politika ya da milli savunmayla ilgilendiği tarih ve dil işleriyle meşgul olduğu, oyalandığı düşünülür. Hayır, ekonomiyle birebir ilgili. Ekonomiyle ilgili tayinleri çok ince eleyip sık dokuyor.

Haberin Devamı

Başıma dert icat ettim

/images/100/0x0/55ea7e4df018fbb8f8839405

İNÖNÜ bir dilekçe ile şiddetli sürmenajdan dolayı dinlenmek için bir buçuk ay izin aldı. Cumhurbaşkanlığı bu isteği uygun gördü. Başbakanlık vekilliğine İktisat Bakanı Celal Bayar atandı. İnönü, Atatürk ile aralarında kararlaştırdıkları gibi bir buçuk ayın sonunda, 25 Ekimde Başbakanlıktan istifa edecek, yerine Bayar asaleten atanacaktı. Bu beklenilmez değişimler her çevrede şaşkınlıkla karşılandı.

Atatürk 2 Aralık 1937 gecesi geç saatte daha oturduklarını öğrenince Falih Rıfkı Atay’lara gitti. Falih Rıfkı Atay, dalkavukluk ihtiyacı duymadığı için düşüncelerini dürüstçe, çekinmeden açıklayan bir aydındı. Onunla konuşmaktan yararlanıyor ve zevk alıyordu. Birçok şey konuştular. Bir ara Falih Rıfkı Bey’in eşine, bir sorusu üzerine dert yandı:
“Kimse duymasın. Kendi rahatımı kendim bozdum. Başıma bir başbakanlık derdi icat ettim.”

Bayar’ın değeri

Falih Rıfkı Bey de eşi de çok şaşırdılar. Ama bu konuyu deşmediler. Sanki duymamış gibi yaptılar. Atatürk de bir daha bu konuya dönmedi. İnönü ile konuşmadan, bakışarak anlaşırlar, birbirlerine gözü kapalı güvenirlerdi. Aralarında uzun, çetin, zor, yaman yıllara, ateşten sınavlara dayanan bir ilişki, bir yazgı birliği vardı. İnönü’den sonrasını Atatürk’ün yadırgaması doğaldı. Atatürk -bu itirafa rağmen- ince bir insan olarak Bayar’dan çok memnun olduğunu her fırsatta belli etmeye dikkat edecekti. Bayar’ın asıl değeri Atatürk’ün son günlerinde anlaşılacaktı.

Suikast iddiasına beraat: Delil yok

ATATÜRK’e yeni bir suikast girişimi olmuştu. Dava hakkındaki kararın çabuk verileceği tahmin ediliyordu. Buna karşılık hakimlerin görüşmeleri uzadıkça uzadı. Başkan ve iki üye saat 21.15’te yerlerini aldılar. Herkes soluğunu tuttu. Başkan Osman Talat Bey, “Davanın gerek mahkemeyi, gerek kamuoyunu uzun zamandan beri hakkıyla ve şiddetle alakadar ettiğini, mahkemenin inceden inceye tetkikler yaptığını” belirtti, “kararın şimdilik özet olarak bildirileceğini, tafsilatlı gerekçenin ayrıca hazırlanacağını” söyledi, sonra bütün sanıkların beraat ettiğini bildirerek özet kararı okudu. Salon şaşırmıştı.

Başkan, kendilerini bu karara sevk eden etkenleri şöyle özetledi:

1. İkrar (suçu kabullenme), maddi delillerle belgelenmedikçe bir kanaat veremez.
2. Halbuki bu davada sanıkların ikrarları maddi kanıtlarla belgelenmemiştir.
3. Sanıklar zaruri haller altında (baskı, işkence) itiraflarda bulunduklarını söylemişlerdir ve bunun aksi sabit olmamıştır.
4. Mantıki seyir de (olayların akışı) sanıkların itiraflarının doğru olmadığını göstermiştir.
5. İtiraflar arasındaki birbirini tutmazlık, mahkemenin vicdani bir kanaat edinmesini sağlamamıştır.

Dokunulmazlığımı hemen kaldırın

YAVUZ’un onarımı konusu Meclis’e taşındı. İhsan Bey heyecanlı, uzun bir savunma yaptı. Milletvekilleri de heyecanlıydı. İlk kez bir bakanı suçsuz görecek ya da Yüce Divan’a yollayacaklardı. Topçu İhsan Bey savunmasını şöyle bitirdi:
“Muhterem arkadaşlarım, şanlı Yavuz zırhlısının onarımı ile ilgili iddialar hakkındaki savunmam burada bitti. Şimdi yüksek Meclisinizden beni Yüce Divan’a sevk etmesini istiyorum. Çünkü aleyhimde ileri sürülen ve beni çok yaralayan bu suçlamalardan ancak Cumhuriyet hakimlerinin kararı ile temize çıkabilirim. Onun için son bir dostluk gösteriniz ve beni Yüce Divan’a veriniz.”

Birçok arkadaşının gözleri doldu. Meclis, eski Denizişleri Bakanı, Milli Mücadele öncülerinden ve çoğunun yakın arkadaşı İhsan Bey’in (Eryavuz) dokunulmazlığını kaldırdı, Yüce Divan’a sevk edilmesine karar verdi.

Alfabe için 3 yılda ikna edebildi

Atatürk’ün elini masaya vurup da yapılsın dediği hiçbir konu yok. Bir kere bakanların işlerine yüzde 90 karışmazdı. Yakın arkadaşlarının anılarından öğrendiğimiz şu ki, “Ben bu konuda şöyle düşünüyorum ama yetkili sensin. Bunu sen nasıl istiyorsan öyle yap” diyor. Atatürk, hükümetin işlerine çok tedbirli, çok uzak mesafeli, dikkatli duruyor. Böyle diktatör olur mu? İsmet İnönü’yle zaman zaman baş başa kalıyorlar. Muhtemelen dertleşiyorlardı. İnönü’nün anılarından çok tartıştıklarını anlıyoruz. En son başbakanlıktan ayrıldığı günkü konuşmalarını İnönü anılarında anlatır. Atatürk diyor ki: “Biz seninle çok tartıştık ama ikimizin arasındaydı. Bu sefer hem çok sert oldu, hem herkesin önünde oldu.” Demek ki yalnızken de tartışabiliyorlardı. Tartışan adam, sizi uyaran adam, bazı konularda bazı şeyleri yapmanızı engelleyen adam -İsmet Paşa’dan bahsediyorum. Mesela alfabe devrimini üç yıl geri bıraktırmıştır- 15 yıl başbakan kalabiliyorsa, o diktatör denilen adam bunlara katlanıyor demek ki. Böyle şey olur mu?

‘Haklısın’ dediği toplantı 7 saat sürdü
/images/100/0x0/55ea7e4df018fbb8f8839407


GAZİ, yeni alfabe konusunda tereddütleri olan İsmet Paşa’ya, çağdaşlaşma, özellikle de milli egemenlik, demokrasi bakımından okur-yazar bir halk ile bilgisiz bir halk arasındaki büyük, derin, tehlikeli farkı somut örneklerle anlattı. Konuşmasını şöyle bitirdi:
“Okuyamayan yazamayan, yurttaş olamamış bir halkla ortaçağı nasıl yeneriz? Cumhuriyeti nasıl koruruz? Sağlıklı bir demokrasiyi nasıl gerçekleştiririz? Derviş Vahdettin’ler, Ali Kemal’ler, Damat Ferit’ler, Şeyh Sait’ler bunları kolayca etkiler, bağnazlığa, hurafelere, yanlışlıklara yönlendirir. Sonuç, cumhuriyeti bile tehlikeye sokar. Bence artık halka kolay bir okuma-yazma anahtarı vermek zorundayız. Geç bile kaldık.”
İsmet Paşa’ya baktı.
Odaya kapanalı yedi saat olmuştu. İsmet Paşa sakin bir tavırla “Haklısın” dedi.
“Yani?”
“Yeni bir alfabe hazırlamak ve uygulamak gerektiğini ben de kabul ediyorum.”

Kitap bugün piyasada

“Şu Çılgın Türkler” ile satış rekorları kıran Turgut Özakman, Türkiye üçlemesinin diğer kitaplarını olduğu gibi, bugün kitapçılarda olacak olan “Cumhuriyet- Türk Mucizesi İkinci Kitap”ı da bu çalışma odasında yazdı. Hastalığına rağmen günde 8-12 saat bu odada çalışan Özakman, kitabın yazım sürecini arkadaşımız Ateş Yalazan’a anlattı.

KİTAPTAN

Haberin Devamı

 

 

 


Şah’tan Atatürk’e: Doğu’da kolordu kumandanınım

/images/100/0x0/55ea7e4df018fbb8f8839409


ŞAH (İran Şahı Rıza Pehlevi) çok memnun kaldığı programın sonuna gelmişti. 21 gündür Türkiye’deydi. Gazi ile birlikte birçok şehir, birlik, okul, müze, kurum ve kuruluş ziyaret etmiş, şerefine bir çok askeri ve sivil gösteriler düzenlenmişti.
Halktan büyük sevgi görmüştü.

Gazi ile protokolü bir yana atıp kucaklaşarak vedalaştılar. Dedi ki:

“Doğuda senin bir kolordu kumandanın vardır, unutma.”

İran’a dönmek üzere sağlam bir Türk dostu ve Türkiye hayranı olarak Ege vapuru ile Trabzon’a hareket etti.

Türkiye ne Amerikanlaşacak ne Batılılaşacak, o sadece özleşecektir

VENİZELOS Cumhuriyet balosuna eşiyle katıldı. Baloya Associated Press muhabiri Miss Doroty Ring de katılmıştı. Gazi’ye şu soruyu sordu:
“Türkiye’nin hangi bakımlardan Amerikanlaşması düşünülüyor?”
Bu aptal soruya Gazi şu yanıtı verdi:
“Türkiye bir maymun değildir, hiç bir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır, o sadece özleşecektir.”
Başbakan Venizelos 1 Kasım günü İstanbul’dan törenle uğurlandı. Mutlu gitti. Türkiye ile Yunan dostluğu başlamıştı. Kıbrıs olayları çıkana kadar bu dostluk yıllarca sarsılmayacak, gelişecekti.

Ermenistan’da bir Türk başbakan

IĞDIR’a bağlı Alican Köyü’nde Türkiye-Ermenistan arasındaki Alican Sınır Kapısı bulunmaktaydı. Ermenistan Başbakan Yardımcısı, Tarım Bakanı ve mühendisler Türk tarafına geçmişlerdi. Türkiye ile Ermenistan arasında hiç bir sorun yoktu. Türkiye de Ermenistan da yeni, modern devletlerdi. Geçmiş Kars ve Lozan Andlaşmalarıyla kapanmıştı. Kin ve intikam ortaçağa özgü duygulardı. Yeni devletlere barış, insanlık, komşuluk yaraşırdı. Su konusu görüşüldü. Görüşmeden sonra Başbakan İnönü’yü ve yanındakileri Ermenistan tarafına davet ettiler. İnönü ve yanındakiler Ermenistan’a geçtiler. Serdarabat Barajı kıyısında birlikte öğle yemeği yediler.

YARIN: Saçlarını kesip süpürge yapan kadınlar

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!