Bu seferki istikamet Bordeaux

St. Tropez’deki yelken yarışları biter bitmez, saçımda yosun kokusu, ödül törenini bile beklemeden soluğu Bordeaux’da aldım. Saint Emilion yakınlarındaki Clos Monicord’da buluşmak için Modus Travel’ın sahibi Özlem Avcıoğlu’ya taa Ağustos’ta sözleşmiştik

Hasat mevsimine denk getirmek istediğimiz bu küçük Bordeaux çıkarmasını Özlem’le taa Ağustos ayında kararlaştırmıştık. Özlem beni aramış, Travel Modus’ün ilk davetlisi olarak Bordeaux’ya davet etmek istediğini söylemiş, ben deli gibi sevinmiş, gel gelelim geziyi hangi tarihte yapacağımızı belirlemek için ter dökmek zorunda kalmıştık.
Nasıl ki müsrifin iki yakası öldüm Allah bir araya gelmezdi, bizim gibi yerinde oturmayı beceremeyenlerin de vakitleri çakışmıyordu işte. İkimizin de boş olduğu bir tarih saptamakta bayağı zorlanmıştık. Uzun telefon konuşmaları, doludan alıp boşa koymalar, boştan alıp doluya atmalar derken çareyi İstanbul’dan birlikte yola çıkmaktansa, onun Amerika’dan benim St.Tropez’den dosdoğru Bordeaux’ya geçmemizde bulmuştuk.
Benim için hava hoştu ne yalan... St.Tropez Bordeaux arası hepi topu dokuz yüz kilometre, karadan gitsen altı saat almaz, uçakla lafı bile olmaz...
Özlem’e gelince, onun yaptığını ancak ruhuna gezi cini kaçmış biri yapabilir. Ruhunda bir değil, birkaç gezi cini olmalı ki kalktı New York-Arizona ve Utah-Las Vegas gibi sayıldığında bile insanın başını döndüren bir maratonunun ardından Bordeaux’ya geldi... Ve aylar süren konuşmalar yazışmalar bitti: Mutlu sona ulaştık, Bordeaux havalanında buluştuk.
Havalanının kapısından çıkar çıkmaz Özlem’i yanında sarışın, güler yüzlü, tiril giyimli genç bir adamla beni beklerken buldum. Özlem Mr. Bakx diye tanıştırdı yanındakini. Demek benim dışımda bütün tanıdıklarımın tanıdığı meşhur Mr. Bakx bu, diye içimden geçirirken, o üzümlerin kararttığı elini uzatıp sıcacık bir sesle “hoşgeldiniz” dedi. O olmasa, bütün nezaketiyle bizi evine davet etmese, şu hasat mevsiminde değil bir şatoda ağırlanmak, toplanan üzümlerin bile yanından geçemeyeceğimizi bildiğimden, uzatılan eli bütün içtenliğimle sıkıp “hoşbulduk” dedim.

ŞARABIN EN GÜZEL MEVSİMİ

Clos Monicord’a gitmek için arabaya bindik. Bu benim Bordeaux’ya dördüncü gelişim. Hepsi de şarap için. Clos Monicord Bordeaux’ya yirmi beş dakika uzaklıktaki Verac kasabasında. Önceki ziyaretlerimde gördüğüm kasabalar arasında en beğendiklerimden biri olan Saint Emilion’un yanı başında... Yol boyunca Bakx ile Özlem’in sohbetlerine kulak kabartıyorum.
Bakx bağcılığın kim ne derse desin sadece bilgi ve sabır değil, fizik gücü de gerektirdiğini söyleyip son iki gündür gündoğumundan batımına kadar çevreden gelen işçilerle birlikte bütün aile ve yardıma gelen arkadaşlarla üzüm topladıklarını anlatıyor.
Gerçekten de hasat mevsimi demek bağcının iki elinin kanda olduğu mevsim demek. Sabrın sonunun selamete mi felakete mi çıktığını görmek demek. Koca bir yılın alınteri demek. Yeni bir bekleyişin miladı demek.
Bir süre gittikten sonra şehirden çıkıyor ve hala kırmızı şarabın hası olduğuna gönülden inandığım bağların vatanı topraklara geliyoruz. Önümüz arkamız sağımız solumuz bağ.
Bu seferki istikamet Bordeaux
Bağların arasına serpiştirilmiş alçakgönüllü evler... Kimi bakımlı kimi bakımsız şatolar... Yol üstünde bir-iki sessiz kasaba. Her yarım saatte sessizliği bozan çan sesleri. Kimsesiz bir-iki sokak, pinekleyen bir-iki esnaf, pencere camlarına el işleri yapıştırılmış bir okul. Ve elbette yüzyıllardır burada yaşayanların geçim kaynağı şaraba ait diğer yapılar: Kooperatif binaları, tadım evleri, satış noktaları...
Bir dönemeç daha dönüyor ve bahçesinde fi tarihinden kalma paslı makinelerin durduğu eve geliyoruz. Ve sonbahar güneşinin son demlerinin tadını çıkarmak üzere verandada kahve içen Bakx ailesinin diğer fertleriyle tanışıyoruz: Harika Türkçesiyle insanı şaşırtan Mireille Bakx, iyi bir sanatçı olduğunu sonradan öğreneceğim utangaç Audrey ve dışa dönük İskoç arkadaşı, Paris’ten üzüm toplamaya el vermek için gelmiş Türk arkadaşı ve de onun erkek arkadaşı. Dedim ya bütün aile...

‘BİZİM JOEP’ SÜRPRİZİ

Terasta Mireille’in sunduğu kahvelerimizi içtikten sonra, Özlem sanki dünya turu yapıp da gelen o değilmiş gibi fırlayıp bağların fotoğrafını çekmeye gidiyor. “Deli bu” diye düşünüyorum arkasından bakarken. 15 hektar bağ söz konusu. Neresini dolaşacak da, fotoğrafını çekecek. O fotoğraf çekedursun ben Bakx ailesiyle şarap serüvenine nasıl atıldıkları üstüne derin bir sohbete dalıyorum. Türkiye’de Bakx dendiği anda birçok kişinin ‘bizim Joep’ dediği, yıllarca Divan Otelleri’nin Genel Müdürlüğünü yürütmüş Joep Bakx aslında Hollandalı. Büyükbabası okyanus aşırı koloniler edindikçe kahve ticareti yapmaya soyunmuş ve işi büyütmüş, babasıysa amcasıyla birlikte aile şirketini yaygınlaştırmış. Şaraba düşkünlüğünü babasının şaraba duyduğu ilgi ve çocukluğunda onunla en iyi şarapları bulmak için bağ bağ dolaşmasına ve karısının Bordeaux’lu olmasına bağlıyor. Bordeaux adı kanına Mireille ve Chateau Blanc ile girmiş. Bir daha da çıkmamış.
Annesi, çocuklarından hiçbirinin aile şirketinde çalışmasını istemediğinden bütün kardeşleri gibi başka serüvenlere sürüklenecek bir eğitimin içinde bulmuş kendini. İsviçre’de otelcilik okumuş ve hayat ona bağların serin havası yerine otellerin kapalı ortamını sunmuş. Ne yaparsa yapsın, elli yaşına geldiğinde emekli bir bağ sahibi olacağına yemin etmesi o yıllardan kalma.
Sonra bir gün, tam da 2000 yılında karı-koca Bakx’lar Cihangir’deki evlerinin salonunda otururlarken telefon çalmış. Damadının hevesini bilen, uzun süredir onlara uygun bir bağ satın almak için didişen kayınpederi ‘Sizin için harika bir yer buldum’ demiş. Köpürte köpürte anlatmaya koyulmuş bulduğu bağı ve evi. Rüzgar böyle esiyor, toprak şöyle bereketli, omacalar yirmi yıllık diye bir bir her şeyi...
Heyecanlanmış Joep ile Mireille. Ne zaman bağı göreceklerini düşünmeye bile fırsat bulamadan Mireille’in annesinden ikinci bir telefon gelmiş: Babanız öldü diyen. Cenazeye gittiklerinde vasiyet kabul etmişler. Ve 2000’in bulutlu bir yaz günü Clos Monicord’u satın almışlar. O saat bu saat şarapla yaşıyorlar. Önceleri uzaktan kumanda. Şimdi bütün varlıklarıyla...
Bu arada; Özlem’in Travel Modus adında bir gezi sitesi var. Gezi sitesi demek ne kadar doğru bilmiyorum, çünkü sadece görülecek ülkeler, gezilecek şehirler ve kalınacak otellerle sınırlı değil. Sanattan alışverişe, mimariden şaraba Özlem’in kendi ilgi alanlarını da barındırıyor...

(DEVAMI HAFTAYA)
Yazarın Tüm Yazıları