Şaka değil, aynıyla vaki!

HABERTÜRK Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü’nün dünkü yazısını okuyunca sizlerin de haberdar olmasını istedim. Şöyle yazıyor:

“Bana soruyorlar her yerde, ‘Yahu 1 seneden biraz fazla bir zamanda nasıl oldu da Habertürk, Türkiye’nin bayi satışında en çok satan 2. gazetesi oldu.

Etkinlikte nasıl 1. gazete haline geldi?’ diye.

Bakın, dün yayınlanan iki gazetenin 1. sayfaları yukarıda.

Biri Hürriyet, diğeri Habertürk.

Habertürk’ün tepesinde dünün en çok konuşulan manşeti.

Hürriyet’in tepesinde ise yarım sayfa promosyon tanıtımı.

Okurun ne istediğini hâlâ anlamayanlara bizim diyecek bir şeyimiz yok.”

Bunu okuyunca gülmeme engel olamadım!

“Habertürk’ün tepesinde dünün en çok konuşulan manşeti” diye söz ettiği haber, bizzat ilgili bakan tarafından aynı gün yalanlandı!

Belli ki “haberi doğrulatmak, ondan sonra manşete koymak” gibi bir alışkanlık geliştirmemiş.

Yalanlanan haber ile övünülürken söylediği ikinci şey ise kendi başına ayrı bir olay! Habertürk’ün bayi satışlarında ikinci gazete olduğu iddiasından söz ediyorum.
Daha çok abonelere dağıtılan Zaman Gazetesi bir kenara bırakılırsa bayi satışlarında Posta birinci, Hürriyet ikinci, Sabah üçüncü! Habertürk ise ancak dördüncü olabiliyor.

Hadi haberleri doğrulatma alışkanlığı yok, önüne gelen satış raporlarını da mı okumayı bilmiyor acaba?

‘Türk realitesini’ kabul edecekler mi?

KİTAP Fuarı için geldiğim Frankfurt’ta, güneşli bir havada bir açık hava kahvesinde gömlekle otururken, bir yandan da internetten İstanbul’daki yağmur felaketi haberlerini okuyorum.

Dünyanın tersi dönmüş olmalı. Normal olarak burada, Frankfurt’ta olması gereken hava İstanbul’a gitmiş.

Burada günün konusu Almanya-Türkiye futbol karşılaşması! Siz bu yazıyı okurken maçın sonucunu da öğrenmiş olacağız. İnsanlar maç programından başka bir şey konuşmuyorlar neredeyse.

Bindiğimiz taksilerde de aynı konu, oturduğumuz kafelerde de.

Hürriyet’in Frankfurt’taki merkezinde çalışan arkadaşımız Gürsel Köksal, her gün Alman medyasında yer alan önemli haberlerin çevirisinden oluşan bir bülten gönderiyor bizlere.

Orada Bild’in maç ile ilgili haberlerine göz atarken dikkatimi çeken şey, Mesut Özil’den söz ederken kullandıkları bir tanımlama oldu.

Mesut Özil, Türk anne ve babadan Almanya’da doğmuş, Alman vatandaşı ve haklı olarak kendisini daha iyi gösterebileceğini düşündüğü Alman milli takımını tercih etmiş. Bunda bir tuhaflık yok.

Bild, haberinde Özil’den söz ederken ısrarla “Müslüman Alman” tanımlamasını kullanıyor.

Aynı tanımlamayı bir taksi şoföründen duymasaydım, belki dikkatimi çekmezdi.

Etnik kökeni İtalyan ya da Hırvat olsaydı büyük olasılıkla bu hiç gündeme gelmeyecekti. Nitekim Polonya asıllı oyuncuları var, ondan söz ederken “Katolik Alman” demedikleri gibi, etnik durumuna da hiç vurgu yapmıyorlar.

Belli ki “Türk olmak”, Almanya için hâlâ kolayca kabul edilebilir bir durum değil.

Benzeri bir tanımlamayı biliyorsunuz Yunanistan da Batı Trakyalı Türkler için kullanıyor. Onlardan “Türk” diye değil, “Müslüman Yunanlılar” diye söz ediyor.

Bakalım, Avrupa günün birinde “Türk realitesini” kabul edebilecek mi?

Frankfurt Kitap Fuarı izlenimlerim

KAÇ yıldır hatırlamam zor ama sanırım bir 15 yıla yakın zamandır, belki biraz daha fazla her yıl Frankfurt Kitap Fuarı’na gelirim. Her seferinde de aynı duyguyu yaşarım: Dünyanın her yerinden gelmiş on binlerce kitap okunmayı bekliyor ve buna ne zamanım var, ne de olanağım!

Dünyanın bir yıllık bütün entelektüel faaliyetinin sonucu orada karşınızda elinizi uzatabileceğiniz mesafede durur ve ben “Yapabileceğim kadar çok anlaşma yapmalıyım” düşüncesine kapılırım.

O anda aklımda “Hangisini alıp bassak, satılır” fikrinden başka bir şey yoktur.

Ayağımın yere basması için dönüş uçağına binip, İstanbul’a doğru yola çıkmam gerekir. Üç saatlik uçuş boyunca, önlerine konulmuş bedava dergiyi bile okumaya üşenen, onun yerine gözünü sabit bir yere dikip düşüncelere dalan insanları görmek, “yere inmemi” sağlar!

Ben kitap yayıncısı değilim. O işe heves de etmedim. Kitaplara ticari olarak ilgi duymamın nedeni gazeteler ya da dergiler ile birlikte kullanıp kullanamayacağım meselesidir. “Promosyon” diye aşağılayıp geçiyoruz ama gazetelerin ve dergilerin bir yılda verdikleri kitapları üst üste koysanız, bunun nasıl bir kültür hizmeti olduğunu görmek daha kolay olur.

Bu yıl fuarda hangi yayınevine uğrasam karşıma hep tablet bilgisayarlar çıkıyor.

Eskiden de elektronik kitaplar vardı ama belli ki iPad’ın öncülüğünü yaptığı yeni teknoloji, işin rengini değiştirecek.

Bir tek alet ile hem gazete, dergi okuyabilirsiniz, isterseniz televizyon ya da film izleyebilir, radyo da dinleyebilirsiniz. Ve canınızın istediği kadar kitabı o alete yükleyip, tatile ya da iş gezisine gidebilirsiniz. Bavulunuzu ağırlaştırmanız gerekmeden!

Ancak bir yandan da bunun yarattığı önemli bir sorun var: İnternet kullanıcılarının yüzde 80’e yakın bir kısmı bu tür şeyler için para ödemek istemiyor.

Kültür ürünleri bedavaya tüketilmeye başlandığında, kültürün yeniden üretiminin ne tür sıkıntılara gireceğini tahmin etmek kolay. Aynı durum gazeteler ve dergiler için de geçerli: Bedavaya okunan bir gazete, her haberi kendi muhabiri ile takip edebilir mi? Yoksa tüm dünyada enformasyon, güçlü sermaye gruplarının ya da güçlü devletlerin kontrolündeki az sayıdaki ajans aracılığıyla mı izlenebilir? Bu durumda manipülasyonlar nasıl engellenebilir?

Yanıtını almamız için on yıllarca beklememiz gerekmeyeceğini düşünüyorum!
Yazarın Tüm Yazıları