Saatler hızla ilerliyor uyumayalım

BİR arkadaşım vaktiyle bana internetten bir adres göndermişti.

Doğrusunu isterseniz sinir bozucu bir şey ama ne zaman “Of sıkıldım artık” diye içimden geçirsem, o adrese girip, yeniden yaşam enerjisi kazanıyorum!
Site şu: www.deathclock.com.
Siteye girdiğinizde karşınıza çıkan sayfaya doğum tarihinizi, cinsiyetinizi, vücut kitle endeksinizi ve sigara içip içmediğinizi giriyorsunuz, karşınıza tıkır tıkır geriye doğru işleyen bir saat çıkıyor. Hemen yanında bir kurukafa ve durmaksızın dönen çarklar var. Çıkan saat saniye olarak ne kadar yaşam süreniz kaldığını gösteriyor. Elbette ciddiye alınacak bilimsel bir şey değil, bir oyun ama insana şunu gösteriyor: Belli bir süren var ve o süre hızla tükeniyor!
Mesela ben dün bu yazıdan önce siteye girdiğimde geride yaşayabileceğim 414 milyon 433 bin 588 saniyem kalmış görünüyordu. Siteyi kapatıp, bu yazıya dönene kadar bunun 30 saniyesi çoktan tükenmişti. Bu yazı bitene kadar da kim bilir ne kadarı daha tükenmiş olacak ve siz bu yazıyı sabah okurken de yaklaşık 50 bin saniyeyi daha tüketmiş olacağım.
Dediğim gibi çıkan süreyi değilse bile zamanın hızla azalışını ciddiye alıp sıkıntılarımdan kurtuluyorum!
Hayatın kendimize dert ettiğimiz şeylere kıyasla daha önemli olduğunu bir kez daha anlıyor, hayatımdaki güzelliklerin tadını çıkarmaya çalışıyorum.
Biliyorum, bu yazdıklarım aydın okuyucular için biraz tavuk suyuna çorba tadında olabilir ama bunu zaman zaman hatırlamamızda yarar var. İnsan kendisine “Geriye kaç yazım kaldı, kaç kışım, kaç baharım” diye sorunca, yaşadığı mevsimin değerini de daha iyi anlıyor.
Gerçekten bize ait olan tek şey hayatımızdır. Değerini bu güzel cumartesi gününde bir kez daha hatırlamamızda yarar var.

İstanbul’un tam ortasındaki Karayipler!

İSTANBUL’un trafiğiydi, kalabalığıydı, gürültüsüydü diye kendimize o kadar dert çıkarıyoruz ki bazen bu şehrin bize sunduğu güzelliklerin farkına bile varamıyoruz.
Geçen gün Sedef Adası’nda İstanbul Life Dergisi’nin Toshiba partisine katıldım. Gazeteden çıktım, Ataköy’den bir tekneye bindim, yarım saat sonra sanki Ege adalarından birindeydim!
Şeklini üst üste konmuş iki banyo küvetine de benzetsem ve eleştirsem de Deniz Taksi gerçekten iyi bir konfor ve hızlı ulaşım sunuyor.
Taksiye binmek istemeyenler, Bostancı ve Kartal’dan dolmuş motorları ile de ulaşabiliyor. Süre de yarım saati bile bulmuyor.
Parti, Club Ada Sedef diye bir yerde yapıldı. Bir plaj ve lokantası var, deniz de girilebilecek kadar temiz. Tekneyle Port Sedef diye bir yerin önünden de geçtim orası da gayet güzel görünüyordu.
Adalar nedense İstanbul’da yaşayanların gözüne pek uzak görünüyor ama hiç de öyle değil. 15 milyonluk bir metropolün kalbinde denize girebilmek, adaların kendine özgü havasını teneffüs edebilmek kolayca görmezden gelinebilecek bir durum değil.
Demek ki bu kente iyi bakmış, değerini bilmiş olsaydık yazın denize girmek için dünyanın yolunu gitmemize hiç gerek kalmayacaktı.
Yaz sıcaklarından bunalan İstanbullu okuyucularıma hatırlatmış olayım: Adalar dışında Kilyos’ta, Demirciköy’de, Kavak’ta da denize girilebiliyor ve oralara ulaşmak kent merkezinden yarım saati bulmuyor!

Geleneksel biçimde öpmek!

TÜRKİYE’nin Roma’daki Büyükelçisi ile ilgili “taciz” iddialarını hatırlayacaksınız. İki kadın diplomatın şikâyeti üzerine açılan soruşturma sonunda Büyükelçi’nin merkeze alınmasına karar verilmişti.
Büyükelçi, Danıştay’da bu kararın iptali için bir dava açtı ve mahkeme yargılama bitene kadar işlemin yürütmesini durdurdu. Danıştay’ın durdurma ile ilgili kararında iddianın somut kanıtlarla desteklenmesi gerektiği ve şikâyetçilerin iddialarının tek başına yeterli olmadığı belirtiliyor .
Henüz mahkeme davayı esastan ele almadı ama “taciz” ile ilgili iddiaların “somut deliller ile desteklenmesi” artık bir tür yargı içtihadı bile sayılabilir. Doğrusunu isterseniz bu karar, bundan böyle cinsel taciz ile ilgili iddiaların kovuşturulmaması, takip edilememesi sonucunu bile yaratabilir.
Demek ki bundan böyle tacize uğrayan kadınlar ya da erkekler, mafya filmlerindeki gibi gömleklerinin altına ses kayıt cihazı yapıştırmak zorundalar. Ya da kolyeye veya kravata iliştirilmiş bir mikro kamera ile durumu filme almaları gerekecek.
Dünkü Sabah’ta söz konusu büyükelçinin, bakanlıktaki soruşturma sırasında verdiği savunmasında söyledikleri ile ilgili bir haber vardı. Şöyle diyor: “Bayan memuru masumane bir şekilde öptüm. Yüzünü ellerimin içine alarak, yanağından öptüm. Bu geleneksel bir tavırdır.”
İşte bunu hiç anlayamadım.
Benim bildiğim aranızda özel bir yakınlık yoksa bir kadının yüzünü ellerinizin içine alarak yanaklarından öpmek pek geleneksel bir durum sayılmaz. Hatta yüzünü ellerinizin içine almanıza bile gerek yok, yanaklarından “şap diye” öpmek de uygun kaçmaz. Genel kabul gören tutum en fazla yanakların temasıdır ki öpücük de bu durumda havaya kondurulur zaten! Ayrıca genel nezaket kuralları bu işe kadınların yön vermesini de gerektirir. Kadın yanağını size doğru uzatmıyorsa, pehlivan gibi el ense çekip, öpmek de yakışık alan bir tutum değildir.
Hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmediği sürece Büyükelçi de elbette masum sayılmalıdır. Zaten o nedenle ismini yazmadım.
Bu vesileyle kadın kuruluşlarının bu konuda daha titiz ve hassas olmaları gerektiğini, kamuoyunu ve kadınları bu yolda bilinçlendirmek için çalışmalarının şart olduğunu da hatırlatayım.
Yazarın Tüm Yazıları