Japon’u, Moğol’u, Türk’ü fark etmiyor bebeklerin hepsi aynı dili konuşuyor

Bayar (Moğolistan) Mari (Japonya), Hattie (Amerika) ve Ponijao (Namibya). Dünyanın dört farklı ülkesinde doğan dört bebek... Biri yoga yaparak büyüyor, diğeri köpeğin ağzına elini sokarak; biri ineklerin arasında emekliyor, diğerinin sallanan pışpış makinesi var. Ama ne önemi var? Hepsinin dili aynı

Geçen hafta yaptığım, Hürriyet Pazar’da yayımlanan Şirin Ediger Bayülgen röportajından sonra yeni bir tartışma başladı. Şirin, çocuk sahibi olduktan sonra çocukla ilgili bir iş yapmayı komik, sahte ve itici bulduğunu söyledi çünkü. Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama bence bu tamamen kimin ne yaptığıyla ilgili bir durum. Yani zaten yazarsan ve çocuğun olduktan sonra bir çocuk kitabı yazdıysan ya da besteciysen ve çocuktan sonra ninni bestelediysen bence bunun herkese faydası var. İşin uzmanının elinden çıkma birinci kalitede kitaplarımız ve albümlerimiz oluyor, daha ne isteriz? Ünlü Fransız yönetmen Thomas Balmes’in ‘Babies’ adlı belgeseli buna en iyi örnek. Baba olduktan sonra böyle bir film çekmeye karar veren Balmes ortaya yıllarca hafızalardan silinmeyecek bir eser çıkarmış.
Geçen Nisan’da Amerika’da vizyona giren ‘Babies’, aynı günde doğan ve farklı ülkelerde büyüyen dört bebeğin hikâyesini anlatıyor. ‘Dört farklı bebek, dört farklı ülke ve bir yıl’ sloganıyla herkesi heyecanlandıran bu belgesel, Moğolistan, Namibya, Amerika ve Japonya’da yeni doğan dört bebeğin ilk nefeslerinden ilk yürüyüşlerine kadar ki dönemin kültürel farklılıklarını konu alıyor. Bebeklerin sütleri, mamaları, uykuları, gelişimleri, uykuları karşılaştırılıyor. Filmde herhangi bir kurgu ya da seslendirme yok. Bebeklerin günlük yaşamları kameraya alınmış, yalnızca bebekler konuşuyor. Ve çok açık bir şekilde görülüyor ki dünyanın neresinde doğarlarsa doğsunlar bebeklerin dili hep aynı. Başroldeki bebeklerin isimleri: Bayar (Moğolistan), Mari (Japonya), Hattie (Amerika) ve Ponijao (Namibya).
Ponijao’dan başlayalım. Filmde annesiyle en yakın ilişki kuran bebek o. Zaten dudak dudağa oldukları sahne çok şey anlatıyor. Bırakın oyuncağı, elbisesi bile yok. Küçük taşı büyük taşa vurarak vakit geçiriyor. Hava 700 derece olmasına rağmen bitmek bilmeyen bir enerjisi var. Altı aydan sonra gündüzleri hiç uyumuyor. Çekim ekibini en çok yoran bebek o olmuş... Bakın annesi Tarererua bu projeyi neden kabul ettiklerini anlatıyor: “Hayatımda hiç hastaneye gitmemiştim. Prodüksiyon ekibi özel doktor muayenesi teklif ettiği için çekimde yer almak istedim. Para beklemeden beni ve bebeğimi hastaneye götüreceklerdi. Hastaneye gitmek için keçilerimizden birini satmak zorunda kalmayacaktık. Thomas, köydekilerin çekime nasıl tepki vereceklerini sordu. ‘Şefe bilgi vermemiz gerekir’ dedim. Thomas’ı ailemizden biri gibi karşıladık. Ekipteki herkesi çok sevdik. Çekimler sırasında eve yiyecek getirdiler, para yardımı yaptılar, ailedeki herkesi hastaneye götürdüler. Ponijao artık bir film yıldızı...”

GERÇEK BİR MOĞOL GİBİ

Sırada Moğolistanlı Bayar var. İmkansızlıklar konusunda Ponijao ile rekabet edebilir. İneklerin arasında emeklediği bir sahne var ki yönetmen çekerken ecel terleri döktüğünü söylüyor. Ama bu ailesi için çok normal bir durummuş. Ölü keçiler de, diri keçiler de Moğol bebeği hiç yalnız bırakmıyor. Annesi yeni kestikleri keçinin bağırsaklarını kanlı leğende temizlerken Bayar hemen yanı başında oynuyor. Canlı keçiyse o banyo yaparken arkasından sessizce yanaşıp leğeninden su içiyor. Filmin sonunda Bayar’ın bozkırın ortasında emeklerken birden ayağa kalkıp yürümesi çok etkileyici.
Babası Purev bu sahneden gurur duyduğunu söylüyor: “Gerçek bir Moğol gibi rüzgara karşı dikildi ve gülümsedi.” Çekim sonrası aileler yapılan röportajda Purev Japon bebek Mari için üzüldüğünü de eklemiş: “Her zaman eve kapalı olmamalı, umarım bir gün güzel bir ufuk manzarası görme şansı olur.”
Japonya’daki bebek Mari’nin hayatı Bayar’ın babasının üzüldüğü kadar var. Evet sürekli evde. Ya da pusetinin içinde parkta. Uykusunda gülümsediği anlar çok sevimli. Annesi Seiko en çok meraklı gözlerle oyuncak dükkanında dolaşmasını sevmiş. Amerikalı anneyle kendisini benzer, diğerlerini farklı tutuyor. “Amerikalı anne ve ben, çocuk hakkında ders alıyoruz, başka ailelerle buluşuyoruz. Namibyalı annenin daha yakın bir ilişkisi var, çocuğuna tek başına bakıyor. Bazen annesi yardım ediyor. Daha yakın bir cemaat, güçlü bağları var. Ponijao’nun annesi daha sessiz, bebeğini gerçekten çok seviyor.” diyor.
Amerikalı Hattie’nin ailesi ekolojik bir aile. Yani tükettikleri her şeyin organik ve doğaya geri dönüşümlü olmasına dikkat ediyorlar. Annesi Susie en etkilendiği sahneyi şöyle anlatıyor: “Hastanedeki sahneleri izlerken, elimin hep havada olduğunu fark ettim. Hattie kucağımdayken ışığın gözüne görmesini engellemeye çalışıyordum. Bu benim bir anneye dönüştüğümü gösteren sahne. Her bakımdan çocuğunuzu korumaya başlıyorsunuz.”
Bu film her ne kadar birbirinden çok farklı kültürlere ait bebeklerin hayatlarının ilk yılında aynı dili konuştuğunu anlatsa da bence anneler arasındaki benzerlikleri de gözler önüne seriyor. Ve filmden alınması gereken en önemli dersi yönetmen Thomas Balmes veriyor: “Bu filmden ne mi öğrendim? Çocuklarımızı materyalist dünyadan uzak tutmalıyız. Ve onların sıkılmasından korkmamalıyız. Bebekler hiçbir şey yapmadan öylece oturduklarında bile çok şey öğreniyorlar. Unutmayın Moğolistan ve Namibya gibi ülkelerde bebeklerin toprak, taş, sinek, inek, keçi, çimen ve rüzgardan başka oyuncakları yok.” Bu belgeselden çıkarılacak çok ders var çok!

NOT: Babies Nisan’da Amerika’da gösterime girdi. Ekim’deyse Türkiye’de girmesi bekleniyor. Ama çok merak ediyorsanız benim gibi belli bir bedel karşılığı internetten indirip izleyebilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları