Mayınlı bir sahaya daha giriyorum

BUGÜN profesyonel bir gazete yöneticisi olarak, ‘‘mayınlı sahaya’’ giriyorum.

Olsun, ben mayınlı sahalara karşı şerbetliyim.

Dolayısıyla içimizden birinin bu tartışmayı aktarması gerekiyorsa, bunu yapacak ilk kişi ben olabilirim.

MASADA KONUŞULAN

Dünkü yazımda sözünü ettiğim öğle yemeği masası var ya, orada çok ilginç bir konu açıldı.

Aslında içerde, Dünya Yayıncılar Birliği'nin (WAN) kongre salonunda açılan bir tartışma devam etti.

Konu şu:

‘‘Gazete patronlarının yayın politikalarına hiç mi karışma hakkı yoktur?’’

Ben, bu mesleğe girdiğimden beri patronların böyle bir hakkı olduğuna inanırım.

Ama çok iyi bildiğim bir şey var.

Dünyanın neresinde olursa olsun, bunu söylemek çok riskli bir şeydir.

Çünkü gazetecilik mesleği, ‘‘editoryal bağımsızlık’’ efsanesinin tam saha pres etkisi altındadır.

Üstelik bu öyle kolay kolay silkelenebilecek, silkelense bile sarsılabilecek bir efsane değildir.

Şimdi WAN kongresinde bu efsane sorgulanmaya başlandı.

En azından patronların bir bölümü şu soruyu soruyor:

‘‘Gazete sahiplerinin niye böyle bir hakkı olmasın?’’

Bu sorunun ortaya atılmasında tabii ki Irak Savaşı'nın çok büyük etkisi oldu.

Özellikle savaşa direkt müdahil olan ülkelerde patronlar yayın politikası konusunda arzularını dile getirdiler.

DESTEKLE EMRİ

Bazıları sadece dile getirmekle kalmayıp, bunu uygulattılar. Mesela Murdoch.

ABD ve İngiltere'deki bütün yayın organlarına Amerika'nın politikasını destekleme talimatı verdi.

Yayın organları da bunu uyguladılar.

Bakın Hürriyet'te ise ne oldu?

Hürriyet, Irak Savaşı sırasında, çok açık bir tavırla tezkerenin geçmesini savundu.

Bunun aksini savunan yazarlar da vardı, ama gazetenin genel havası aksi yöndeydi.

Peki bu politikayı kim belirledi? Patron mu?

Hayır, Aydın Doğan tezkere konusu gündeme geldiği andan itibaren görüşlerini söyledi. Ama sahibi olduğu gazetelerin genel yayın yönetmenlerini toplayıp, ‘‘Şöyle bir politika izleyeceğiz’’ demedi.

Bunun sonunda Hürriyet tezkerenin geçmesini savunurken, Milliyet, Posta Radikal ve Gözcü gazeteleri birbirinden farklı yaklaşımlar izlediler.

Şimdi tartışalım. Böylesine kritik bir konuda patronun görüşlerini iletme ve uygulatma hakkı yok mudur?

WAN toplantısında bazı konuşmacılar, Irak Savaşı'nda gazetecilerin ‘‘şahsi görüşlerinin’’ haberleri de etkilediğini söylediler.

MASUM GAZETECİ Mİ

Daily Telegraph
Gazetesi'nin sahibi Lord Black, daha da ileri giderek, gazetecilerin olayları değil, kendi doğrularını haber haline getirdiklerini belirtti.

Bu bana çok ilginç geldi. Çünkü gazete sahipleri belki de ilk defa, gazetecilerin de o kadar ‘‘masum olmadığını’’ söyleme cesaretini gösteriyorlar.

Yani ‘‘kurt patron’’, ‘‘özgür ve masum gazeteci’’ imajı da sorgulanıyor.

Yanlış anlamayın. Ben patron illa da müdahale etsin demiyorum.

İsterse elbette müdahale etmeme siyasetini izleyebilir.

Tabii ki, bir genel yayın yönetmeni açısından tercih edilen tavır budur.

Ama maddi ve manevi bütün sorumlulukları üzerine yıktığınız patrona, ‘‘Sen parayı ver, gerisine karışma’’ demek ne ölçüde adil ve gerçekçidir?

Öteki işleriyle medyası arasına yüksek duvarlar çeken bir patronu tamamen ‘‘yetkisiz sorumlu’’ durumunda bırakmak doğru mudur?

EFSANE SARSILIYOR

Gazetecilik açısından bu normal bir durum mudur, yoksa bir haksızlık söz konusu mudur?

Diyeceksiniz ki, ya patron gazeteleri kendi menfaati için kullanmaya kalkarsa?

Hiç merak etmeyin. Onun cezası çok ağır. Üstelik ne mahkemeye ne polise ihtiyaç var.

Çünkü bu hatayı yapan patron, bedelini gazetesini kaybederek öder.

O yüzden akıllı bir patron o riski almaz.

WAN toplantılarında bu konu açıkça tartışılmaya başlandı.

‘‘Editoryal bağımsızlık’’ efsanesinin hudutları sorgulanıyor.

Irak Savaşı bir milat gibi gazetecilik mesleğini de içine alarak ilerliyor.
Yazarın Tüm Yazıları