Ev kadınına dönüşen ünlü gazetecinin trajikomik öyküsü

Güncelleme Tarihi:

Ev kadınına dönüşen ünlü gazetecinin trajikomik öyküsü
Oluşturulma Tarihi: Haziran 13, 2010 00:00

Gazeteci Metin Münir geçtiğimiz hafta Milliyet’deki “Metin Münire” başlıklı yazısında, yalnız yaşamanın zorluğuna değinerek eski eşleri, sevgilisi, annesi ve hatta bütün kadınlara haklarını teslim etti. Birçok erkeğin “aman nesi zor” diye küçümsediği ev işlerinin aslında hiç de kolay olmadığını kendi deneyimleriyle anlatan Münir, ev kadınlığının bitmeyen bir mesai olduğunu itiraf ediyor. Kıbrıs Ozanköy’de yaşayan Münir’e gittik, bu olgunlaşma sürecini anlatmasını istedik.

EŞLERİME BENCİL DAVRANMIŞIM

Aslında ben kız arkadaşımla beraberken de burada yalnız yaşıyorum. O İstanbul’da. Eve temizliğe de her gün bir kadın gelsin, gitsin, burnumun içinde olsun istemiyorum. Dolasıyla ev işlerini kendim yapmaya başladım. Ama abartmayayım. Haftada bir kadın geliyor, ütümü ve temizliği yapıyor. Sair günlerde işlerin tümünü ben yapıyorum. Bulaşıkları, çamaşırları kendim yıkıyorum. Birgün bunları yaparken gına geldiğini hissettim. Bitmiyor çünkü... Kendi başıma gelince eşlerime karşı da bencil davranmış olduğumu anladım. Anneme karşı da tamamen duyarsız davranmışım. Çocuktum ama Kıbrıslıların deyimiyle “Annedir, Alaman esiri gibi çalışmak da işidir” diye düşünüyordum. Halbuki burada bunları düşüne düşüne anladım ki öyle değilmiş. O da büyük bir zevkle yapmıyordu bu işleri. Bu düşüncelerle yazdım o yazıyı.

BEYAZ HAVLUYU PEMBE YAPTIM

Ev işlerinin en zoru eğer yalnız yaşıyorsan yemek yapmak. Başka her şeyi tek başına yapabilirsin ama bir kişiye yemek yapmak ayrı zor, oturup tek başına yemek ayrı zor. Değişik yemekler pişir, sonra otur bunları teker teker al ve tek başına ye... Zor! Bu konuda kendimi disipline etmeye çalıştım. Biraz da başardım. Yemek yapmayı hala beceremiyorum. Bir de küçük porsiyonlar yapamıyorum. Beyaz havluyu pembe yaptıktan sonra çamaşırları renklerine göre ayırarak yıkamayı öğrendim. Çorapları kesinlikle makineye atmıyorum. Makinede yıkadığım bir çorabım çocuk çorabı kadar küçük çıkmıştı. O günden beri elde... Çamaşır makinesinde tek program biliyor ve bütün çamaşırlar için onu kullanıyorum.

KADINSIZ HAYAT ŞİLTESİZ YATAK

Bence ne evlilik sultanlıktır ne de bekarlık. Evliliklerimde çok mutlu dönemlerim oldu. Fakat sürmedi. Burada, yalnız yaşamaktan müthiş şikayetçi olduğumu söylemeyeceğim. Ben çok uzun zamandan beridir yalnız yaşamaya alışkınım. Kimseyi görmeden haftalarımın geçtiği olur. Kimseyi görmeden derken birisiyle yemeğe, yürüyüşe gitmeden... Tabii telefonla konuşuyorum. Her gün bahçıvan geliyor onunla koşunuyorum. Ama tek başına yapılan işleri seviyorum. Çok kitap okurum, çok film seyrederim. Hayatımdan memnun değilim demeyeceğim açıkçası. Ama bu sürekli olsa çekilmez. Kadınsız hayat, siltesiz yatak gibidir. Sert ve rahatsız.

KADINLAR ERKEKLERDEN ÜSTÜN

İngiltere’den Voltaire’nin hayatıyla ilgili bir kitap getirttim. Arkasında Voltaire’nin sözleri var. Diyor ki, “Kadınlar erkeklerin yaptığı herşeyi yapabilir. Buna ek olarak çok cicidirler.” Bence doğru bir laf. Yani kadınlar erkeklerin yaptığı herşeyi yababilir. Tabii bunun yanında doğanın yaptığı bir iş ayrımı var, kadınlar çocuk da doğurur. Bence kadını erkekten üstün yapan da bu. Bir kadının vücudunda insan yaratması, erkeğin hiçbir zaman hissedemeyeceği birşey. İnsan herşeyi büyüdükçe öğreniyor. Hep düşünmüşümdür, insan tam herşeyi öğrenmişken ölüyor. Onun keyfini süremiyor. 30 sene önce bütün bunları bilseydim hem benim hem de başkaları için çok iyi olurdu.

NE SALAK BİR TÜRK

Annem bana bir tek şey öğretti, birgün “bundan sonra ne pantolonunu ne de gömlerini ütülemiyorum” dedi. Şimdi düşünüyorum neden bize başka şeyler de öğretmedi diye. Muhtemelen ona da kimse öğretmediği için bize öğretmedi. Türk ailelerinde öyle bir gelenek yok. Yıllar evvel bir eve gittim, 8-9 yaşlarındaki kızdan ondan birkaç yaş büyük ağabeyine kahve yapmasını istedi annesi. Çok büyük bir insanmış gibi yaptı ve getirdi. Bu oğlan büyüyünce karısına yardım etmesi gerektiğini nasıl bilecek? İngiltere’ye ilk gittiğim yıllarda evlerinde kaldığı karı-kocanın ev işlerini birlikte yaptıklarını gördüm. “Ben kendi evimde bunu yapmam” dedim onlara. Şimdi düşünüyorum da “Ne salak bir Türk” demişlerdir.

KADINLAR ERKEKLERE İŞ YAPMAYI ÖĞRETMELİ

Artık değiştim. Kız arkadaşıma bütün işleri yaptırmak ona haraketmiş gibi geliyor. O çok iyi bir aşçı ama bazen ben de ona yemek yapıyorum. Bunu öğrenmem bir hayat boyu sürdü. Bence burada kadınlara iş düşüyor. Ben bir sürü şeyi kadınlardan öğrendim. İki eğitimli genç evleniyor, birlikte hayat kuruyor. Bakıyorsunuz kadın hemen annesinin evindeki kız pozisyonunu gidiyor, oğlan da annesinin evindeki oğlan pozisyonuna. Kadınların erkekleri eğitmesi lazım. Ama sizce Türkiye’nin her yerindeki kadınlar, annelerinin ve ninelerinin oynadığı rolü terk etmeye hazır mı? Erkeğin mutfakta iş yapmasını hakaret sayacak, erkeğimi mutfağa sokmam diyecek kadınlar yok mu hala?

ÇOCUK KEYFİNİ KADINLAR ÇIKARIYORMUŞ

Yine ikinci evliliğimde öğrendim ki çocukların keyfini kadınlar çıkarıyor, biz atlıyormuşuz. Çocuk denilen şey, çocuğun gelmesi, büyümesi, bir insanın yaşabileceği, görebileceği en büyük mucize. Erkeklerin kaçırdığı ve kaçırdığı için pişman olması gereken muazzam birşey. Maalesef birinci evliliğimde kaçırdım bunu. Bunu erkeklere kadınların öğretmesi lazım. İlk evliliğimden olan kızlarıma bunu itiraf ettim. “Çok geç” diyorlar. İnsan ne kadar mükemmel olmak isterse istesin, başkasını incitmekten kaçınmak istesin beceremiyor bazen. İnsan insandır, mükemmel değil.

Ev kadını olmak ne zor
YAZISINDA NE DEMİŞTİ?


“Yalnız yaşıyorum ve bu bana ev kadını olmanın ne kadar zor olduğunu öğretti. Mutfağa iniyorum ve çay yapmak üzere su ısıtıyorum. Dün gece yıkadığım yedi çift çorabı sıkıp bahçedeki kurutma zımbırtısına diziyorum. Çamaşır makinesinde dünden beri bekleyen çamaşırları çıkarıp onları da aynı zımbırtıya seriyorum.
Bulaşık makinesindeki kap kacağı çıkartıp dolaplara yerleştiriyorum. Bütün bunları yaparken aklımda yazı yazıyorum. Annem aklıma geliyor. Yardımcısız, bulaşık ve çamaşır makinesiz, gaz ocaksız, buz dolapsız ve hatta uzun süre akar susuz büyüttü bizi. Ablam, ben ve benden küçük iki erkek çocuğu... Yeni Cami Sokağı’nda su aktığı zaman, köşe başındaki çeşmeden tenekelerle taşınırdı. Buzdolabı üst kısmına buz konan tahta bir dolaptı. Yiyecekler tel dolapta saklanırdı...
Bir gün eski eşime bir yemeğin nasıl yapıldığını sorduğumda bana “Her şey soğan kızartmakla başlar” demişti. Kendim yemek yapmaya başlayınca ne demek istediğini anladım. Soğanları soyup ufak parçalara bölüyorum, aynı şeyi biber ve havuç için yapıyorum. Önce soğanları sonra diğerlerini kızartıyorum. Suda ıslanmaya bıraktığım mercimekleri üzerine döküyorum ve su ve domates ilave ediyorum.
Neden benim yemeklerin seninki kadar lezzetli olmuyor dediğimde eski eşim “Ben gidip gelip içine bir şeyler katıyorum” demişti. Onun için ben de gidip gelip içine bir şeyler katıyorum: Pul biber, kara biber, kimyon... Ama benim yemeklerim gene başkalarınki kadar lezzetli olmuyor. Bir yemek kursuna gitmeliyim.
Ev kadınlığı bitmeyen bir mesai imiş. Annemin, bitmeyen ev işinden amele eli kadar sertleşen küçük, yüzüksüz elleri geliyor aklıma. Bazen çamaşırları çitilemekten parmaklarının derisi çatlamış ve kanamış olduğunu görürdüm.
Öteki dünyada ödemek mümkün değilse bazı borçlar hiç ödenmeyecek.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!