Şakir Eczacıbaşı’nın ardından

1929 İzmir doğumlu Şakir Eczacıbaşı, sanayi, bilim, kültür, sanat ve spor dünyasında eşi bulunmaz değerli seçkin hizmetler yaparak, ardında hoş bir seda bıraktı..

Haberin Devamı

İzmir’in yetiştirdiği “Kültürün Babası”nı yitirdik
Şakir Eczacıbaşı, 1987’de İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde 1987’de açtığı fotoğraf sergisinde.. Bu fotoğrafları daha sonra “Anlar – Moments” isimli kitabında yayınlandı.

GÖZTEPE’den yetişen bir İzmir hanımefendisi olan Yaşar Diler’in pazar sabahında sesi ağlamaklıydı ve merhum eşi Bankacı Mehmet Diler’in çocukluk arkadaşı Şakir Eczacıbaşı’nın vefatını haber veriyordu :
“Çocukluğu ve gençlik yılları eşimle geçmişti.. İkiçeşmelik sokaklarında bir araya geldiklerinde hep muziplik yaparlardı.. Eczacıbaşılar’ın daha sonra taşındıkları Köprü’deki evlerinin önünden birlikte denize girerlerdi.. Eğlenceli ve başına buyruk bir birliktelikleri vardı..”
Yaşar ablamızın uzun uzun anlattıklarından şu sonuca vardım: Şakir Eczacıbaşı İzmir’in kozmopolit havasını çiğerlerinde taşımış, çok özgür, kafasına göre gençliğini yaşamış, daha evcil olan ağabeylerinin tam tersine sokakta ve geniş mahalle sosyal ortamında büyümüştü. En küçük çocuk olduğu için, çok disiplinli babası Süleyman Ferit Bey’in ağır kontrolünü delip geçmişti galiba..
KÜLTÜRÜN BABASI
Emre Kongar’ın deyimiyle, “Sermayedar ailenin asi çocuğu” olan Şakir Eczacıbaşı, gençliğini yoğuran başkaldırıcı ve muzip mayanın karşılığında daha sonraki yıllarda sanatçı bir kimliğe kavuştu.. Olgun yaşlarında gerçek bir sanatçı ruhuna sahip olması, üretken bir kültür eylemcisi olması, ölümü üzerine gazetelerin manşetten yansıttığı “Kültürün Babası” olması, bu başkaldırıcı, hümanist, üretken ve muzip yaratılıştan kaynaklanmıştır sanırım..
Fotoğraf sanatçılığı, gazeteciliği, kültür eylemciliği, Eczacıbaşı Spor Kulübü yöneticiliği, Eczacıbaşı Holding yöneticiliği, ağabeyi Dr. Nejat Eczacıbaşı’ndan devraldığı İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Başkanlığı, İstanbul festivalleri, İKSV’nin Şişhane’deki Deniz Palas’a taşınması bu büyük insanın hizmet yarışındaki kilometre taşlarıdır.
Şakir Eczacıbaşı, titiz bir iş ve sanat adamı, işi dışında yine sanatla içiçe bir seçkin bohemdi.. Emre Kongar’ın deyimiyle çelişkilerin verimli bir buluşmasıydı. Yani duygusallıkla akılcılığın, üretime dönüşmüş senteziydi..
İşte bu yüzden “Bernard Shaw” ve “Oscar Wilde” hayranıydı. 1995’te yayınlanan ve Bernard Shaw’ı anlatan “Gülen Düşünceler” ile 2001’de yayınlanan ve Oscar Wilde’i anlatan “Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler” isimli kitaplarını, mizacını en iyi yansıtan yazarlara olan bağlılığı sebebiyle yazdı. İmzalı her iki kitabını sımsıkı saklıyorum.
ANILARINI YAZDI
Şakir Eczacıbaşı ile dostluğumuz, sevgili hocam Emre Kongar’ın önerisi üzerine, sevgili Ali Gevgilili’nin de büyük desteğiyle Eczacıbaşı Ailesi’nin tarihini yazmamla başladı. 1986’da yayınlanan, “Bir Kent-Bir İnsan (İzmir’in Son Yüzyılı ve Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın Yaşamı)” isimli kitabımı ne kadar çok beğendiğini defalarca Emre Kongar’a ifade etmiştir. Ben de hocamın yüzünü kızartmadım böylece.. Şakir Bey’i ne zaman İstanbul’da ziyaret etsem, “Bana İzmir’in imbatını getirdin” deyip sarılırdı. Sevdiklerini ne kadar çok severdi!..
Son yıllarında “Anılar”ını yazıyordu. Yazıp bitirdi ve Remzi Kitabevi’ne teslim etti. Ama yayınlandığını ne yazık ki göremeyecek.. Anılarını yazarken günde birkaç kez arayıp bazı İzmir ayrıntılarını bana sorardı. Beni asistanı tayin etmişti şakacıktan. Asistanlığımdan büyük gurur duyardım.. İnanır mısınız, yüzlerce sorusundan bir kaçı şöyleydi:
- Patlıcancı Yokuşu, nerden başlayıp, nerde biter?
- Konak’taki caminin, bazı kaynaklarda ismi İngiliz Ayşe Mescidi diye geçiyor, neden?..
- 1930’larda Hatuniye Camii imamı olan, bembeyaz sakallı, camiye atıyla gelen hocanın ismi Sezai miydi, Sadık mıydı?..
- Bir İngiliz yazar, Atatürk’ün İzmir’i kurtardıktan sonra birkaç gün Bornova’da bir Levanten’in evinde kaldığını belirtiyor.. Doğru mu?.. Kim o Levanten?..
UNUTULMAZ HATIRALAR
Şakir Ağabey’in 1987’de açtığı İzmir sergisindeyiz.. Şehrimizde benim “Kokteyl sanatçıları” ismini taktığım tipler vardır. Her sergiye damlayıp, yer-içerler, eserlere bakmadan toz olurlar. Onların arasında hep eski bir takım elbise giyen bir ayyaş Kemeraltı terzisi de vardı. Beleş içmek için hiçbir sergiyi kaçırmaz, baş köşeye kurulurdu.
Serginin açılışında, “Vilayetten geldim” deyip, vali muavini pozlarında Şakir Ağabey’in yanıbaşına demir atan bu adam, sergi hakkında, duvardaki fotoğraflar hakkında ısrarlı sorularla sanatçımızı bunaltmaya başladı. Sergiyi birlikte gezerek ilerlediler. Terzi kafadan atıp sorular soruyor, çabuk terleyen Şakir ağabey kan-ter içinde yanıtlar veriyordu. Dakikalar geçti. Sarhoş terzi hiç hız kesmeden hep soruyordu. Ben yanıbaşlarındaydım, Şakir Ağabeyi uyaracak oldum, beni dürterek susturdu. Tam kocaman bir devir yaparak sergiyi tamamladılar. Adam yerlere kadar eğilip teşekkür temennası çaktı ve yeniden içki büfesine yöneldi. Şakir Ağabey bana döndü:
- Yahu, kim bu adam?..
- Kemeraltı’nda terzi!..
- Anlamıştım zaten vali olmadığını..
- Peki, neden izahatınızı kesmediniz?..
- O, beni işlettiğini sandı.. Oysa ben, onu işlettim!..
O akşam Şakir Ağabey’in yine muzipliği tutmuştu ..
NEFİS BİR AKŞAM
Yine bir akşam İstanbul Ortaköy’de Enver Paşa Korusu’ndaki evinde mükemmel sofrasındaydık.. Eczacıbaşı Holding Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü sevgili Bilgin Peremeci, sevgili Ali Gevgilili ve eşi Emel Hanım da vardı. Ben de Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan kızımı getirmiştim.
Yemek boyunca hep sanat konuşuldu. Aman tanrım, ne müthiş bir kültür ziyafetiydi, sanki sanatın ilahları konuşmaktaydı.. Şakir Bey, o engin hatıralarını masaya döküyor, Melih Cevdet Anday’dan girip Abidin Dino’ya uzanıyor, Muhsin Ertuğrul ile anılarını anlatıp Bülent Ecevit’in şiirlerini yorumluyordu. Konulara ilgisiz olan Boğaziçi son sınıftaki kızım vakit ilerleyince, kolunu masaya dayayıp mışıl mışıl derin bir uykuya daldı.
Aradan 15 yıl geçti.. Şimdi başarılı bir ressam ve müzikal yazarı-yapımcısı olan kızım geçenlerde şöyle demez mi:
- Ahh baba, o masada not tutacak yerde, neden uyudum ki?/images/100/0x0/55ea0bfbf018fbb8f866f279
GÜLE GÜLE
Şakir Eczacıbaşı (1929 - 23 Ocak 2010), İzmir kaldırımlarından yetişip, akılcı, insancı ve sanatçı ruhu ile, Türkiye’nin simgelerinden bir “kültür adamı” oldu..
Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın en küçük oğlunun da vefatıyla gerek İzmir Tarihi’nde, gerekse İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Tarihi’nde bir şiirsel dönem sona ermiştir. Artık bayrak, Bülent-Oya Eczacıbaşı, Faruk Eczacıbaşı, Filiz Sarper Eczacıbaşı gibi 3 kuşak değerli ve seçkin bireylere emanet edilmiştir..
Son nefesine kadar “sanat” diyen, büyük insan Şakir Eczacıbaşı, tıpkı babası Süleyman Ferit Bey, ağabeyi Dr. Nejat Eczacıbaşı ve merhum kardeşleri gibi ışıklar içinde uyusun..

Haberin Devamı

Eczacıbaşı Ailesi: Soldan sağa, Haluk Eczacıbaşı, baba Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Kemal Eczacıbaşı, anne Saffet Eczacıbaşı, Vedat Eczacıbaşı, Nejat Eczacıbaşı ve Melih Eczacıbaşı.. En önde kız elbiseli ise küçük Şakir Eczacıbaşı. 1932’de İzmir’de çekilen fotoğrafta, “İzmirli Eczacıbaşı Ailesi” toplu biçimde görülmekte..

Haberin Devamı

Onur duyduğum dostum

Çırağan Sarayı’nda kızım Neslihan’ın düğününde Bilfar Holding Yönetim Kurulu Başkanı dünürüm Adil Karaağaç ve Şakir Eczacıbaşı ile birlikteyiz. Şakir Eczacıbaşı, düğünümüzün onur konuğuydu (3 Aralık 1997).

Yazarın Tüm Yazıları