Ölüm yollarında son bulan yaşamlar ve geride kalanlar

Kendi halinde, sakin bir kişi... Sarı saçları hafif dağınık ve yüzünde gram makyaj yok. Yeni uyanmış gibi bakan gözlerindeki duygusallığı hemen yakalamak mümkün.

Pek ürkek ki, bu hali arada sırada tutukluk yapan konuşma tarzına da yansıyor. Yaşadığı o büyük acının etkisinden halen kurtulamamış, ama söylediklerinin her kelimesi birbirini takip eden mantık zincirine sahip. Oğluna çarpan aracın sürücüsünün peşinde ve kimi dava edebilirim, kime karşı isyanımı dile getirebilirim sorularına yanıt arıyor. Sonuçta da gerçek suçlu olarak gördüğü belediye yetkililerinin peşine düşmüş. Kısacası Samsun ölüm yolunda hiçbir önlem almayan, yayalara bir üst geçidi bile çok gören Büyükşehir Belediyesine karşı kampanya açmanın çabası içinde. Karşılaşmamızda, “Ben ve benim gibi trafik mağduru olarak acı çeken insanlara yenilerinin katılmaması için gayret göstermeliyiz” diyor...
Ertesi gün komşumda olan bir başka dostumla sohbet ediyoruz. Esenboğa yolunda pisipisine bir kazaya kurban gidip, hayatını kaybeden eşi için halen gözyaşı döktüğünü söylüyor. Kazalara gebe o tehlikeli yol için “Lütfen elbirliğiyle yetkilileri harekete geçirelim” diyor. Dahası trafik polislerini her görüşünde trajikomik bir olayın içinde kendini buluyor. Şimdi anlatacağım olayın içinde bizzat ben de vardım.

POLİS İKİ BÜKLÜM EĞİLMİŞ KAHKAHALAR ATIYORDU

Arabayla evimin önünden hareket etmiş ve ilk kavşak ışıklarını geride bırakmıştım. O anda da trafik polisinin çevirmesiyle burun buruna gelmiştim. Memurlar, hız limitini aşıp, radara yakalanan araçları durduruyor ve yasal işlemleri yerine getiriyordu. O anda da biraz önce bahsettiğim apartman komşumu kalabalığın içinde görüyordum. Elinde alışveriş yaptığı marketin poşetleri, polis otosunun yanında üç dört kişiyle birlikte bekliyordu. Belli ki, o da radara yakalananlar saffında yerini almıştı.
Tam geçmiş olsun demek için yanına giderken beklemediğim bir olayla karşılaşıyordum. O, ehliyetini polise uzatırken, kısa bir süre sonra topluluktan kahkaha sesleri yükselmeye başladı. Görevli memur, iki büklüm eğilmiş bir vaziyette kasıklarını tutarak kahkahalar atıyor, komşum ise şaşkın şaşkın onun suratına bakıyordu. İşin aslını öğrenmekte ise gecikmemiştim. Polis, “Hanımefendi, yayalar için radar kontrolü yapmıyoruz. Sizin aracınız yok ki” derken, komşum çantasından ehliyetini çıkarıp, suçunun ne olduğunu sormuştu. O gün arabasına binmemiş, yaya olarak yakındaki bir markete gitmiş ve kendiliğinden polislerin yanında soluğu alıp, ehliyetini uzatmıştı. Kısacası eşini kaybettiği o kazadan sonra trafik polislerini her gördüğünde şartlı refleksten olsa gerek suçluluk duygusuna kapılıyordu.

YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDA 22 SANİYELİK ZAMAN

Konya Yolu’ndaki bir başka yaralamalı kazanın mağdurunun anlattıkları ise gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu: “Bana çarpan sürücüden davacı olmadım. Çünkü o yolda hepimiz otomobilimizle hız yapıyoruz. Eğer 50 kilometre gibi bir süratle giderseniz, arkanızdaki kişi sizi taciz ediyor. Dahası kaza yapıyor, ya da yaptırıyor. Kimse 90 kilometreyi aşkın süratle gitsin demiyorum ama 50 kilometre hız da mantıksız. Şehir içinde, yani meskûn bölgede üç ya da dört şeritli yol olmaz. Özellikle yayalar için bu faciaya davetiyeden başka bir şey değil. Üç şeritli bir yolda, bir yayanın karşıdan karşıya geçmesi 22 saniye sürüyormuş. 22 saniyelik bir aralık bulmak ise mucize. Cinnah Caddesi, Atatürk Bulvarı gibi ana arterlere bir bakın, o 22 saniyelik zaman aralığını bulma imkanınız var mı?”
Diyeceğim o ki, metro gibi toplu taşımayı geliştirip, insanları otobana dönüşmüş yollarda otomobil kullanmaktan vazgeçirseniz, bu şehir yayalar için cehennem olmaktan çıkacak. İnanın O zaman da araçlar için böylesine geniş bulvarlara ihtiyaç olmayacak. Bu arada otoban gibi yollar deyince aklıma yakın bir dostumun başarı dolu yaşam hikayesi ve hiç hakketmediği acı sonu geldi. Zaten sık sık 9 yıl önceki o kötü olayı hatırlarım ki, içimi tarifsiz bir hüzün kaplar.

CAPE TOWN’DAN, ESKİŞEHİR YOLUNDA SON BULAN YAŞAM

Yıl 1 Ocak 1975... Yani yeni bir yılın ilk saatleri... Güney Afrikalı ünlü kalp cerrahı Christian Barnard, dünyada büyük yankılar yaratacak ameliyatını gerçekleştirmek üzeredir... Cape Town Schuur Hastanesi’nde hastaya ikinci kalp takılarak yaşaması sağlanacaktır. Dünyada ilk kez gerçekleşen bu operasyon başarıyla sonuçlanır, ancak olay 20 gün tüm basından saklanır. Hastanın ölüm tehlikesi ortadan kalkınca, açıklama yapılır. O anda da Cape Town dünyanın dört bir yanından gelen basın mensuplarını ağırlar.
Tıp tarihinde çığır açan bu ameliyatta bir de Türk profesör vardır. Tüm dünyanın tanıdığı ve Christian Barnard’ın takdir ettiği Kamuran Erk ismindeki bu Türk doktorunun sonraki yılları ise romanlara konu olacak kadar etkileyicidir.
Yüksek İhtisas Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Bölümünde ihtisas yaparken o güne kadar hazırladığı yayınların Barnard tarafından beğenilmesi, 1972 yılında Cape Town’ın kapılarının açılmasını sağlamıştı. Dünyanın en ileri kalp merkezinde kısa zamanda kendisini kabul ettirip, başarıdan başarıya koşmaya başlamıştı. Belçikalı bir meslektaşıyla araştırma laboratuarında tesadüfen geliştirdiği bir yöntem ise Barnard’ın ilgisini çekince de dünyada olay yaratacak o büyük tıp adımı atılmıştı. İkinci kalp takılarak hastanın yaşaması sağlanmıştı.

BÜYÜK DÜŞLERLE ÜLKESİNE DÖNDÜ NEŞTER YERİNE KALEM TUTTU

Aradan 5 yıl geçmiştir ki Kamuran Erk, başarılı çalışmalarına rağmen iki oğlunun yetişme ve eğitim kaygıları yüzünden Türkiye’ye dönmeye karar verir. Barnard, dönmemesi için Cape Town’da lüks bir villa, daha fazla maaş ve araba teklif eder ama Erk’i kararından geri döndüremez. Güney Afrika’dan ayrılıp Türkiye’ye dönünce, kalp üzerine çalışan Yüksek İhtisas Hastanesi’nde, öğrenip, gördüklerini uygulamak ister. Ancak boş kadro yoktur ve Hükümet Tabibi olarak işe başlamak zorunda kalır. İşin komik tarafı ise çalıştığı bir ay içinde tek bir icraatta bulunur ki, o da evlilik raporu imzalamak.
Ülkemizdeki tıp mekanizmasının atıl bıraktığı dünyaca ünlü doktorumuza o yıl Samsun’da yeni kurulacak Tıp Fakültesi’nden teklif gelir. Bu teklifi kabul eden Erk, ne yazık ki oraya gittikten sonra hayal kırıklığına uğrar. Kendisine büyük bir kalp merkezi teklif edilmiştir ama ekonomik kriz yüzünden vaat edilen teknolojik donanımların büyük bir kısmı alınmamıştır. Yılmaz ve mevcut malzemeyi değerlendirerek 1978 yılında taşrada ilk kapalı kalp ameliyatını gerçekleştirir. Bir yıl sonra da açık kalp ameliyatlarına başlar. 1992 yılında iki günlük bebeğe yaptığı açık kalp ameliyatı Türkiye’de bir rekora imza atmasını sağlar.

YOLUN KARŞISINA GEÇMEK RUS RULETİNDEN FARKSIZDI

Bu süreçte dünyayla bağlantısını hiç koparmamıştı. Sık sık yurt içi ve dışındaki konferanslara katılıp, birçok ülkedeki gelişmiş kalp merkezlerinde ziyaretçi doktor olarak görev almıştı. Dünyaca tanınmış tıp merkezinden gelen çalışma tekliflerini ise hep geri çevirmişti. Onun ideali gerek hastalara gerekse yeni yetişmekte olan tıp öğrencilerine bir şeyler aktarabilmekti. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nden emekli olup, Ankara ve İstanbul’daki özel hastanelerde kalp ameliyatları yaparken de başarıları sürmüştü.
Sonuçta bu değerli tıp adamının yaşamı ölüm yolu denen Eskişehir Yolu’nda son bulmuştu. Karşıdan karşıya geçerken hızla gelen bir aracın altında kalmıştı. O gün İstanbul’da gerçekleştirdiği bir kalp ameliyatından dönmüş ve Çayyolu’ndaki evinden çıkıp bakım zamanı gelen arabasını servis istasyonuna bırakmıştı. Yolun karşısına geçip otobüsle Kızılay’a gitmeye karar verirken de durağa ulaşamadan o lanet olasıca kazaya kurban gitmişti. O zamanlar yaya geçidinin olmaması ve sisli havada bile araçların yolda süratli seyretmesi sonuçta bu elim kazayı beraberinde getirmişti.
Aradan tam 9 yıl geçmesine karşın, o yolda halen aynı tip kazalar yaşanıyor. Ne alt-üst geçitler yeterli sayıya ulaşıyor, ne yol güvenliği sağlanıyor, ne de günümüzün ihtiyaçlarını karşılayacak yasal düzenlemeler yapılıyor. Daha da önemlisi metro gibi çağdaş gereksinimleri sağlamak yerine büyük şehir belediyesi masallar okumaya devam ediyor.
Yazarın Tüm Yazıları