İlk günlerde herşey çok güzel başlamıştı ki...

Yıllarca görev yaptığı Kayseri’den gelip, geçen Haziran ayında Ankara Emniyet Müdürlüğü koltuğuna oturan Orhan Özdemir’in icraatlarını ilgiyle takip ediyorum.

İşe kurum içi temizlikle başlamıştı. İlk etapta da obezite sınırına dayanan göbekli polislerin boy ve kilolarını tespit edip, memuriyette aranan ideal ölçülerden 15 kilo fazla olmamaları için spor salonuna yollamıştı. Gerçi biraz daha beklese düşük maaşları ve yoğun çalışma saatlerinden dolayı tüm memurlar bir deri bir kemik kalacak ya, neyse... Rüşvet, görevi kötüye kullanma gibi alışk anlıkları olanlara ise suçüstü yapmaktan çekinmemişti. Kötü koktuğu için emniyet mensuplarına sucuk, soğan, sarmısak yemeği yasakladığı gibi saç, sakal ve ütüsüz kıyafetle dolaşanlara da kafayı takmıştı. En önemlisi de gerek yönetim, gerekse alt kadrolarda büyük bir değişime gidip, kentin trafiğini denetleyen ekiplere takviye olarak asayiş ve karakol polislerini de görevlendirmişti. Doğrusu bu uygulamaları birçok Başkentli gibi benim de çok hoşuma gitmişti.
Ankara Emniyeti’ndeki bu değişim, kendini kentin sosyal yaşamında da göstermeye başladı. Şimdi görevinin gereklerini yerine getiren, bakımlı, temiz giyimli, ciddi ama o oranda da güler yüzlü polisler halkın karşısına çıkıyor. Gerçi kat edilmesi gereken daha çok yol var ama böylesine bir başlangıç bile Türkiye’nin başkentinde önemli bir değişimin başladığını gösteriyor. Çiçeği burnunda Emniyet Müdürü Özdemir’in gücünü hissettirdiği en önemli gelişim ise şehrin trafiğinde yaşanıyor. Bir yandan elinde makbuzla gezinen polisler, diğer yanda vızır vızır işleyen çekici araçları kurallara uymamakta direnenlere ceza yağdırıyor. İnanın şu sıralar makbuzlar araba plakalarıyla, otoparklar ise çekicilerin getirdiği araçlarla dolu. Çevre yolları ise şehre giremeyen ağır tonajlı kamyon, TIR gibi yük araçlarıyla...
BAŞKENTLİLERİ ŞAŞKINA ÇEVİREN TUHAF İCRAATLAR
Her şey güzel gidecek, kente kurallar tekrar egemen olacak derken, bir de baktık ki, son icraatlar işin tadını tuzunu kaçırmaya başladı. MOBESE kameralarının tespit ettikleri bir kenara, önüne gelene trafik cezası yazılması, yolun durumuna bakmadan hız limiti cezasının katı bir şekilde uygulanması, yeme, içme ve eğlenceye yönelik bazı özel caddelerin taciz edercesine denetime tabi tutulması insanları canından bezdirdi. Son günlerde yol güzergâhınızdaki polisleri şöyle bir süzün; Hepsi bir elinde kalem, diğer elinde makbuz duranın da, gidenin de ardından plakalarını yazıyor. Sonra da bu yazılanlar ceza olarak sürücünün kaydına işleniyor. Eğer aracınız parka çekilmediyse size emniyetteki kaydınızı sık sık incelemek düşüyor. Zira haberiniz olmadan yazılan bir trafik cezasını bildirim yapılmadığı için gecikme faizleriyle birlikte kat ve kat fazla ödeyip, finansal sıkıntıya düşebilirsiniz.
Yeni emniyet müdürünün en hassas olduğu konulardan biri de hız limitlerinin aşılması ki, uygulamadaki bir yanlışlıkta burada kendini gösteriyor. Üç, hatta dört şeritli yolda 50 kilometre hız sınırına uysan bir türlü, uymasan bir türlü... Şehir içinde kalan ve sürekli akışı olan Eşkişehir, İstanbul, Esenboğa, Konya yolu gibi arterlerde hız limitleri dâhilinde git gidebilirsen. İnanın bu yollarda 50 kilometre hızla araç sürmek daha büyük tehlike. Çünkü kamyon, otobüs gibi ağır tonajlı araçlar 80-90 kilometre hıza ulaşsanız bile sizi sollamak için çaba sarf ediyor. Diyeceğim O ki, şehirlerarası otoyoldan farksız bu güzergâhlarda 50 kilometre hız sınırı getirmek, üstüne üstlük ceza yazmak abesle iştigalden başka bir şey değil.
34 YIL SONRA POLİS ENGELİNE TAKILDI 
Medyadan takip etmişsinizdir; Bir alışveriş merkezinden start alacak ralli araçlarına trafik polisleri ehliyet, ruhsat sordu. Dahası araçları parka çekip, yediemine teslim etti. Belki de dünyada eşi emsali görülmemiş bu olay tam bir trajikomik hikâyeydi. Herkesin gözünden kaçan ayrıntılarıyla bu olaya değineyim de, kararı siz verin.
Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu her yıl 50’nin üzerinde müsabaka düzenler ki, bunlardan 7 tanesi rallidir. O gün polisin engellediği Hitit Rallisi, Türkiye Ralli Şampiyonası’na dâhil yedi yarıştan biriydi. Ülkemizin ikinci en eski bu yarışında otomobiller, şehir içindeki alışveriş merkezinden start alıp, standart araçlar gibi tüm trafik kurallarına riayet ederek şehir dışına çıkacaklardı. Daha sonra da sürat yapılan özel etaplarına ulaşıp, yarışacaklardı. Tıpkı 34 yıldan beri gerçekleşen diğer yarışlar gibi. Benim hatırladığım, daha önceki yıllar da araçlar altı kez Sheraton, üç kez Hilton, beş kez Bilkent Oteli’nin önünden start almıştı. Ayrıca üç kez Sıhhiye, iki kez de Tandoğan Meydanı’ndan yarışa başlanmıştı. Yine dün gibi hatırlıyorum, trafik polisleri bu startlar sonrası tüm kavşak ve önemli noktalarda önlem alıp, rallilerin akışına yardımcı olmuşlardı. Bir keresinde de zamanın Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal, elindeki bayrağı sallayarak yarışın startını vermişti.
DAĞI BAYIRI MESKEN TUTAN RALLİCİLER İÇİN DE DEMOKRATİK AÇILIM
Neyse gelelim son start gününe... Trafik polisleri, o gün böyle bir organizasyon için izin yok diyerek, yedinci sıradaki araba çıkış yaparken yarışı durdurdu. Ankara Otomobil Sporları Kulübü başkan ve üyeleri ellerindeki valilik iznini gösterince, bu kez Emniyet’in izni olmadığını söylediler. İşte burada da benim aklım karıştı. Bir şehirde en büyük mülki amir kimdir? Vali mi, yoksa Emniyet Müdürü mü? Tabi ki vali... O halde trafik polisleri bu izni neden geçerli saymadılar?
Biz tekrar o güne geri dönelim... İzin olayından tutturamayan trafik polisleri bu kez araçların modifiye edilmesine, üzerindeki yazılara ve filmle kaplanan camlarına taktılar. Bu bahaneleri de tam bir komediydi. Siz hiç modifiyesiz yarış arabası görüp, duydunuz mu? Gördüm diyorsanız, zaten O’na ralli arabası denmez. Bilmeyenleriniz için anlatayım, ralli araçları federasyon tarafından belirlenen normlarda modifiye edilirler ki, çoğu malzeme güvenlik amacı ile uzay ve savunma sanayinde kullanılıyor. İnanın, yangın tehlikesine karşı otomatik yangın söndürme sistemleri olduğunu, yarışlardan önce tüm parçaların elden geçirildiğini tek tek yazsam bu köşe yeterli olmayacak. Filmli cam olayına gelirsek... Kırılma esnasında cam parçalarının sürücüye zarar vermemesi için koruma amaçlı takılan filmler tüm dünyada ralli araçları için mecburi...
RAKİPLERİN ELİNE KOZ VERİLİYOR
Sonuçta o gün trafik polisleri ralli araçlarını engellemek için elinden geleni yaparken, cezalar kesildi ve tüm araçlar parka çekilerek yediemine teslim edildi. O anda da aklıma üç yıldan beri yapılan ve Dünya Ralli Şampiyonası’nın dokuz yarışından biri olan “Antalya Rallisi” geldi. Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu bu yarışı başka ülkelere kaptırmamak için var gücü ile çalışırken, bizim Ankara Emniyeti ülkemizin rakiplerine çok güzel bir koz veriyordu. Adamlar yaşananları fıkra olarak kabul etmezse Türkiye’nin tanıtımına büyük katkısı bu organizasyon elimizden uçup gidebilir.
Bir hatırlatma daha yapayım, Mardin Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü Kulübü tarafından organize edilen 2. Mezopotamya Rallisi Mardin’de yapıldı ve 31 ekip start aldı. Bence ya oranın emniyet müdürü ve trafik polisleri uyudu, ya yarış “Demokratik Açılım” kapsamında değerlendirilip, araçlar nasılsa dağdan bayırdan inecek diye ses çıkarılmadı, ya da Mardin Emniyet Müdürü Mardin valisine rağmen yetkisini kullanamadı.
ÇAĞDAŞ VE POPÜLER CADDELER BAZILARINI RAHATSIZ MI EDİYOR?
Gelelim Ankara Emniyet Müdürü’nün bir başka uygulamasına. Son zamanlarda dikkat ediyorum, Filistin Caddesi, Park Caddesi, Bahçelievler 7. Cadde gibi yeme, içme ve eğlence mekânlarının çok olduğu yerlerde sürükle polis baskını yapılıyor. Kafe ve restoranlar başta olmak üzere tüm işletmeler polis tarafından didik didik aranıyor, müşterileri kimlik kontrolüne tabi tutuluyor. Trafik ekipleri ise bu caddeleri mesken tutup, park cezaları yazıyor, aralıksız alkol kontrolü gerçekleştiriyor. Elbette ki bu tür uygulamalar yapılmalı, özellikle alkollü sürücülerin yakasına yapışılmalı. Ben aramalara, kontrollere karşı değilim ama bu denetimler sadece belli bölgelerde ve sık sık yapılınca “Acaba çağdaş yüzleriyle popüler caddeler bazılarını rahatsız mı ediyor?” diye altında başka şeyler aramaya başladım. Sonra da düşüncelerimi iyimser bir tahmine yönelttim. İçimden, 6,5 yıl Kayseri’de görev yapan Sayın Özdemir’in bu kentin kendine has dingin havasına çok alıştığını, Ankara’yı biraz fazla hareketli bulduğunu geçirdim.
Bitmedi, bir konu daha var. Pasta, çörek gibi ürünleri de mönüsünde bulunduran kafelerde oturan 18 yaş altındaki gençler toplanıp, aileleri gelince serbest       bırakılıyor. Neymiş efendim, bu mekânlarda içki satışı da yapılıyormuş. O zaman hiçbir alışveriş merkezine, marketlere 18 yaşından küçük çocuklar alınmasın. Zira reyonlarında un, pirinç, zeytinyağı gibi her çeşit gıda ürünün yanında içki ve sigara gibi zararlı maddelerde var.
Yazarın Tüm Yazıları