Artık çenem düştü!

Eşim,

‘‘Bana ayrı bir televizyon al!’’ dedi.



‘‘Niye, koskocaman bir televizyonumuz var.’’

‘‘Var ama artık seninle televizyon seyredilmez oldu.’’

‘‘Hep senin seçtiğin filmleri, dizileri seyrediyoruz ya.’’

‘‘Sen seyrediyorsun ama ben seyredemiyorum.’’

‘‘Niçin seyredemiyormuşsun?’’

‘‘Çünkü film boyunca çenen durmuyor. İnsanda konsantrasyon, dikkat filan bırakmıyorsun.’’

‘‘Allah Allah, benim ağzımdan kerpetenle laf çıkar yahu... İki çift laf etmiyorsun diye şikáyet eden sen değil misin?’’

‘‘O eskidendi, artık çenen düştü.’’

‘‘Ne diyorum mesela?’’

‘‘Daha demin film seyrederken
'Bak karıya bak, aslan gibi kocası varken elin herifine nasıl yaltaklanıyor!.. Bu Amerikalılar fakir yahu! 100 bin dolar için banka soyulur mu?.. Vur oğlum ooh, eline sağlık! Dövüşürken katır gibi tekmeleşmek de yeni bir icat!.. Çabuk ve sert bir kroşenin yerini hiçbir tekme tutamaz!..’’ gibisinden dur durak bilmeden konuşmalar mı yoksa, 'Aman oğlum dalga geçme, herif arkandan yaklaşıyor... Zırlamanın alemi yok, boşa gitsin o karıyı be!.. Git Matilda'yla evlen. Çirkin, mirkin ama harbi kız!'' diye oyunculara akıl vermeler mi istersin?''

Bizim hanım haklıydı. İhtiyarladıkça adamın zevzekliği artıyor. Ama yine de kalbim kırıldı. Aslında ben gazete okurken konuşurdum. Film sırasındaki sözlü müdahaleler demek yeni icadım. Büyük köşe yazarları, kendi yazılarının dışında kendi gazetelerini okumazlar. Ama ben büyük yazar olamadığım için çalıştığım gazeteyi ilanlarına kadar okurum. Okurken de çenemi tutamam söylenirim. Gel de söylenme!..

Turizm şirketlerinin tur ilanlarına bayılıyorum. Okuyup okuyup hayaller kuruyorum. Ama artık kantarın topuzunu kaçırdılar. Dubai'yi Bangkong-Pattaya'yı anladık ama Hurghada neresi yahu?.. Siz hiç Pamporovo diye bir memleket duydunuz mu? Ülkeleri hakkında en küçük bilgi yok. Sanki millet coğrafya profesörü... Zobornak der demez, ‘‘Aaa, şu bizim Zobornak!.. Hani İskandinavya'nın Baltık kıyıcığındaki kasaba!..’’ deyiverecek. Hele bir ilan var ki adamı yarım saat konuşturur. Belki inanmayacaksınız ama Paşa Tur bizi İzlanda'ya götürecekmiş.

Yahu, İzlanda dediğin Atlantik Okyanusu'nun kuş uçmaz kervan geçmez bir göbeğinde... Fok balıklarını da sayarsak birkaç yüz bin nüfuslu buzlarla kaplı bir adacık. Ki adamın ağustosta bile gerisi donar. İnsanın bir iki haftalık iznini İzlanda'da geçirmesi için aklını ekmek arası lahmacuna katık etmesi gerek. (Bu gerek sözcüğünü kullandıkça rahmetli dostum klişeci Artin, 'Şimdi sen Öztürkçe mi konuşuyorsun? Gerek, gerçek kelimeleri Ermenice'dir' deyip benimle dalga geçerdi.)

Çenemin en fazla düştüğü yer de ölüm ilanları sayfası oluyor. Merhumun ailesi şöyle yarım sayfa bir ilan döşeniyor. Eh, adam önemli adam, adam zengin adam. Vefatının duyurusu da haşmetli olur. Ama aynı kişi için 20 tane daha iri yarı ölüm ilanı var. Dostları ve her bir şirketi tek tek başsağlığı ilanı vermiş. İki tam sayfa karşılıklı dolmuş.

Neresinden bakarsan bak, yüzlerce milyar gitti gider. Vefat-şovu yapacağına şu milyarları fakir fukara takımına dağıtsan daha iyi olmaz mı?.. Hem garibanın karnı doyar, hem merhumun ruhu şád olur!

Ama sonra düşünüyorum; onlar da aynı şeyi yapmışlar, gariban takımını sevindirmişler. Bu ilan paralarından bizim maaşlar verilmiyor mu?.. Bizim gazetenin muhteşem zam politikası sonunda hepimiz fakirleşmedik mi?..

Haber okurken de çenem durmuyor. Başlığa bak: SAHTE ŞEYH 15 KADINLI HAREM KURMUŞ!.. Yani başlıktan anlaşıldığına göre Şeyh sahici olsa 15 kadınlı harem helál olacak. Ama ne çare ki herif sahte şeyh. Çünkü adam, kadınlarla evlenirken imam nikáhını kendi kıyıyor. Şeyhin sahtesinin kıydığı imam nikáhı da sahici olmuyor. Böylece 15 kadın zina yapmış oluyor. Haberden anlaşıldığına göre bu kızları ana ve babaları güle oynaya elleriyle şeyhe götürüyorlar. Çünkü işin ucunda cennette birkaç parsellik gecekondu arsası garanti. Nasıl olsa gecekonduların üstüne 8-10 kat çıkıp cennete yeni düşmüşlere kiralarlar.

Bu genç kızlardan biriyle iki çift laf etmeye ya da bir çiçek vermeye kalksanız kızın abisi sizi döver, babası da aile namusunu kurtarmak için çifteyle vurur.

Şeyhin bir hayli dünyalığı da çıkmış. 62 kasasında 4 kilo altın, 250 milyarlık dövizi bulunmuş. Haremindeki 20 ile 23 yaş arasında her kadına birer ev hediye edip 100 milyon da maaşa bağlıyormuş. Yani adamda ev de gani. Ama adamın sahte şeyh olduğu şuradan belli ki, çıka çıka 4 kilo altını çıkmış. Sahici olsa Necmettin Hoca'mız gibi 150 kilo altını çıkar. Pekiyi, bu değirmenin suyu nereden geliyor? Tabii, gece televizyonda ‘‘Şeyh bizi soydu, soğana çevirdi!’’ diye ağlaşan köylülerden geliyor. Hani ‘‘9 çocuğumla aç yaşıyorum devlet bize niye bakmıyoo!..’’ diye ağlaşan köylülerden...

Bu işler Hakkari'nin dağ köylerinde değil, İstanbul'un Tuzla'sının Akfırat Beldesi'nde oluyor. Şeyhin saltanat kurduğu 890 dönümlük araziyi de Belediye Başkanı Emekli Yarbay Mehmet Ali Soylu herife, ‘‘Sen hayvansever bir adamsın, al şu toprakları bir hayvanat bahçesi kur’’ diye hediye etmemiş mi?.. Yani arazi devletin, halkın malı... Torunlarımızın malı!..

Eşim,

‘‘Filmlerde konuşmana, gazete okurken homurdanmalarına katlanıyorum. Ama evin içinde bir avaza küfretmene dayanamam. Komşulara rezil oluyorum’’ deyip gitti odasına kapandı. İnsan evinde bile ağız tadıyla küfür edemezse nerede edecek yahu? Yine de terbiyemi takınmak için haber okumayı kestim. Zevzeklikle suçlanmış bir ihtiyarın kırık kalbiyle giyinip evden çıktım.

İstanbul trafiğine ve yaşamında 3 tekerlekli bisiklete bile binmeden fücceten şoför olmuş tıfıllara artık dayanamayıp arabamı sattığım için iki yıldır seyahatlerimi otobüsle yapıyorum. Sabun, deodorant, diş macunu ile arası pek iyi olmayan sevgili halkımla ter ve sarmısak kokuları arasında kucak kucağa gidip geliyorum. Samimi oluyor. Otobüste gitmek hoş da binebilmek bir bela... Her bir yolcu Allah nazardan saklasın birer Ulubatlı Hasan kesiliyor. Özellikle kadınlarımız müthiş. Sırtımdan tırmanıp benden önce binmeye çalışanlar mı istersiniz, yoksa kafakol çekip böğrümü dirsekleyenler mi? Üstelik bu upuzun mantolu akrobat hanımların boylarıyla enleri eşit.

Taksim'de iner inmez bankta kavga eden çifti gördüm. Kavga ettiklerini yüz ifadelerinden ve el kol hareketlerinden anladım. Eee, serde tiyatro yönetmenliği de var. Hava kış ortasında kavga edilemeyecek kadar günlük güneşlikti. Dayanamayıp yanlarına gidip kızın yanına oturdum. Biraz sıkışıklık oldu ama kız, oğlana biraz daha yaklaşmak zorunda kaldı. Kavga bir an durur gibi oldu. Kıza dönüp,

‘‘Onun efelendiğine bakma, altın gibi bir kalbi vardır’’ dedim. Kız da, ‘‘Pöh bunun muu? Elinden gelse derimi soyacak!’’ dedi.

‘‘Hep seni sevdiği için... Bizde erkek milleti böyledir. İşte, aşık oldu mu imanına kadar sevdalanır. Sevdiği kadını kendi mülkü zanneder.’’

‘‘Ben kimsenin gecekondusu değilim.’’

‘‘Tabii değilsin. Ama davranışlarını hoşgörüyle karşıla. Çocuğun kalbini kırma.’’

‘‘Ama o benim üç ay önce kolumu kırdı.’’

‘‘Tabii kırarım be, yelloz beni aldattı.’’

‘‘Beraberlikler dürüst olmalı. Aşk, hile hurda kaldırmaz.’’

‘‘Hay ağzını öpiim beybaba... Kaç kere
'Ulan karı benden para saklama, yoksa bir tarafını kırarım' dedim ama bu paragöz kaltağa dinletemedim.’’

‘‘Ne parası bu?’’

‘‘Müşteri manosu... İki, üç herifle gidiyor bize bir herifin komisyonunu veriyor. Ben yer miyim be!’’

‘‘Anlamadım.’’

‘‘Anlaşılmayacak bir şey yok beybaba... Elin ayağın tutuyorsa bu fıstık gibi kız sana 200 milyona olur.’’

‘‘Höst oğlum, sen pezevenk misin?’’

‘‘Ben acenteyim ulan, bana pezo diyecek herifi çiğnerim. Alıcı değilsen bas git ve sopa yemediğin için morukluğuna dua et!’’

İstiklal Caddesi'nde kırık bir kalple yürürken,

‘‘İhtiyarlık rezillik!.. Bir pezevenk bile ihtiyarım diye beni dövmeye tenezzül etmedi!’’ diye kendi kendime söyleniyordum. Sonra, dükkán kapısına hoparlör koyup müzik yayınıyla müşteri çekeceğini sanan dangıl bir giyim mağazasına girdim ve,

‘‘Bu ne rezillik be, caddede yürüyen vatandaşın kulaklarına ne hakla tecavüz ediyorsunuz!’’ diye bağırmaya başladım.

Yazarın Tüm Yazıları