Kafayı yedik...

Son bir haftadır haber bültenlerini takip eder oldum. Kimi zaman spor salonunda gözüme çarpıyor, kimi zaman da eve erken döndüğümde izliyorum.

En kısa sürede eski halime dönmeye, haber bültenlerini bırakmaya kararlıyım.
Ne güzel izlemeye fırsatım olmuyordu düne kadar, bu kadar manyaklıktan da haberim olmuyordu...
Bültenler tam bir faciaya dönmüş durumda...
Birbirlerinin kafasını kesenler, şehrin ortasında pompalıyla baskın yapanlar, öldürülen kadınlar, töre cinayetleri, köy basıp katliam yapanlar, annesini öldürenler, çocuğunu kesenler...
Birbirinden korkunç güvenlik kamerası kayıtları...
Haberlerde her gün onlarcasını izlediğimiz şu olayların bir tanesi medeni bir ülkede olsa, toplum bir ay kendine gelemez inanın...
Zaman zaman bülten izlememek iyi oluyor, insanın sinirleri gerilmiyor...
Zaman zaman izlemekse çok iyi. Nasıl bir toplumda yaşadığımızı hatırlatıyor bize...
ınsan hayatının sudan ucuz olduğunu her akşam tekrar tekrar öğreniyoruz.
Bu kadar bülten bana fazla geldi, daha da açmam akşam saati televizyon.

Tuzla Hayvan Mezarlığı ne olacak

Tam bir yıl önce Tuzla’daki hayvan mezarlığına 16 yaşındaki köpeğimizi götürüp gömmüştük.
Modern bir tesis olduğunu yazmıştım.
Geçenlerde yine eski bir dostumuzu, Çevrim’in kedisi Kunduz’u kaybettik.
Götürdüler aynı yere gömdüler... Ancak ıstanbul’daki bu tek hayvan mezarlığıyla ilgili şikayet sesleri yükselmeye başlamış bile...
Tuzla’ya o hayvan mezarlığı kurulduğunda etrafta tek bir ev yoktu. şimdi ise TOKı’nin yaptığı toplu konutlar yükseliyor çevrede...
Bu toplu konutlarda yaşayanlar da evlerinin yakınında hayvan barınağı ve mezarlığının olmasını istemiyorlarmış.
Barınakta bulunan görevliler de şikayetlerin son dönemde iyice arttığını söylüyorlar.
“ıki yıla kalmaz hayvan mezarlığı buradan taşınmak zorunda kalır” diyorlar.
Gidişat da o yönde...
Muhtemelen dört bir yandan gelen toplu konutlardan biri de, iki, üç yıla kalmaz hayvanlarımızın kemikleri üzerine kurulacak.
Hayvanın dirisine saygı gösterilmeyen bir şehirde ölüsüne kim saygı gösterir?
Hep söylüyorum, özel işletmeye ait bir hayvan mezarlığı olsa, para kırar diye...

Gazeteci ve PR’cı ilişkisi

Marketing Türkiye’nin son sayısında basınla ilişkiler yapan bir PR’cının isyanı yer aldı.
“Günde ortalama 100 gazeteciyi ararım; müdürü, editörü, muhabiri... Çoğu gazeteci için en iyi stres atma yolu bizi azarlamaktır” diyor ismini vermeyen 28 yaşındaki PR’cı...
Yerden göğe kadar haklı...
PR’cılara kötü davranıldığına çok tanık olduğumdan, kişisel olarak ben hep telefonlarına çıkmaya çalışırım.
Hiç tanımadıklarımın bile...
Onlar da işlerini yapıyor diyerek, çıkarmak istedikleri haberi dinlerim, attıkları mail’i bir de sözlü anlatmalarına katlanırım. Bana yazdırmaya çalıştıkları bir konuyu uzun uzun anlatmalarını sabırla dinlerim...
ışleri çok zor, sürekli gazetecilerden, köşe yazarlarından bir şeyler rica ediyorlar...
Ama takdir edersiniz ki biz gazetecilerin mesaisinin önemli bir bölümü de PR’cıları dinlemekle geçiyor.
Nasıl bir bombardıman, anlatamam! Gelen davetin, mail’in, isteklerin haddi hesabı yok...
Hani PR’cılar da gazetecilerin sabrını sınıyor sanki.
Azarlamanın ucundan döndüğüm o kadar çok an var ki...
PR’cılar da şunu öğrenmeli; bizim de her gün yetiştirmemiz gereken sayfalarımız, köşelerimiz var. En azından ilişkide olduğunuz gazetecilerin daha rahat olduğu çalışma saatlerini öğrenin...
Benimkisi 14.00-17.00 arası mesela...

Doğallık nerede

Bülent Ersoy gençlik iksiri için 20’lik delikanlıları geçti, ceninlere kadar indi.
Açıkhava konserinin fotoğraflarına baktım da yüzüne bir parlaklık geldiği doğru... Ama yapay, suni bir parlaklık...
Gerçek değil...
Bülent Ersoy doğallıktan bu kadar uzaklaştıkça, albümleri çok satan ama konserleri dolmayan bir sanatçıya dönüşecek sonunda.
Yazarın Tüm Yazıları