İki Erdoğan iki Brüksel

DOBRA dobra söylemek gerekirse, Başbakan Erdoğan’ın pazartesi günü Brüksel’de yaptığı gayri resmi konuşma, "ilk bakışta" hiç hoşuma gitmedi. İrkildim ve ürktüm.

Ertesi günü başlayacak resmi temasların akıbeti konusunda da ciddi endişeye düştüm.

***

KASTETTİĞİM konuşmayı, haniyse FKÖ lideri Mahmud Abbas’ı dahi jurnalleyen bir Hamas avukatlığı üstlenmekten, Nabucco enerji projesine ilişkin çağrışımı yine haniyse şantajcılığa vardıran retoriğe, EPC kurumu kürsüsünde gerçekleştirilen konferans oluşturuyordu.

Bana sorarsanız, hem zaten tartışmaya açık olan, hem de her halükarda duygusallığı ön plana çıkan bu belágatin ifade platformu Belçika başkenti değildi!

Hele hele, Topluluk’la tam üyelik müzakerelerinin sürmesine rağmen aynı başkente ancak dört yıl sonra gitmek "tenezzülünde bulunan" bir Türkiye Başbakanı için hiç değildi!

Ne Ortadoğu’daki trajik aktüalitenin ön plana çıkması, ne de o müzakerelerdeki enerji dosyasının Kıbrıs mızıkçılığına takılması, yukarıdaki gerçeği değiştirmez ve değiştiremez.

***

DEĞİŞTİREMEZ, çünkü tamam, hissilik ve şantaj dahil, eğer elzemse, uluslararası ilişkilerde tabii ki her türlü yöntem meşru sayılabilir. Hatta bazen bel altından bile vurulur.

Ancak, ortamı, zamanı, dozajı ve muhatabı çok doğru saptamak hayati önem taşır.

Oysa, 2009 Ocak’ındaki bir zaman diliminde ve AB muhatabının başkenti bir Brüksel ortamında, o uluslararası ilişkilerin soğuk, dengeli ve reelpolitik dozajı bunu gerektirmiyordu.

Ankara liderinden hem olaylara daha mesafeli yaklaşması, hem de tüm ağırlığı, aktüalitenin gölgelemeyeceği şekilde, "Avrupalılık iradesi"ne odaklaştırması beklenirdi.

Dolayısıyla, dediğim gibi, ilk konuşma beni gerçekten ürküttü ve aynı tempo devam ettiği takdirde de, salı günkü temasların "meyve vermeyeceği" endişesi içimi sardı.

Ancaak?

***

ANCAĞI şu ki, söz konusu temaslar ertesi iki gündür Brüksel’den ulaşan haberler ve benim de az çok oradan sezinlediğim hava, yukarıdaki endişemi bayağı bayağı hafiflettiler.

Anlaşılan o ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Belçika başkentinde "resmi"yle "gayri resmi"; "açık"la "kapalı" ve "retorik"le "realistlik" arasındaki çizgiyi net çizmiş.

Yani, "mahrem" konuşmalarında, "áleni"deki o "dağıtıcı" belágatini tekrarlamamış.

Türkiye’nin AB üyesi olmak iradesini döne döne vurguladıktan sonra, hálen ağır aksak yürüyen müzakerelere hızla ivme kazandırılmasını talep ederek, meselenin özüne odaklanmış.

Hem Ankara’nın kendi yükümlülükleri yerine getireceğini kaydetmiş, hem de Çek ve İsveç dönem başkanlıklarından istifade, 2009 yılı içinde "cidden yol alınması"nı istemiş.

Artı, ne Ortadoğu gelişmeleri konusunda genel çerçevenin dışına taşmış, ne de Nabucco enerji projesine ilişkin olarak öyle aman aman "şantaj kokan" bir yaklaşıma girmiş.

Açıkçası, Başbakan Erdoğan dört yıl sonra gittiği Brüksel’de, benim "ilk bakışta" diye altını çizdiğim o kaygıları "son bakışta" da doğrulayacak bir yanlışa düşmemiş.

***

NE álá, bundan tabii ki memnuniyet duymamız gerekiyor.

Hele hele, iş láfta kalmaz ve umulduğu gibi AB süreci cidden "silkinmeye" başlarsa, hem Başbakan’a teşekkür tekrarlamak boynumuzun borcu olur; hem de bu temasın yarattığı ivmeyi örnek göstererek, "n’olur, daha çok git" diye onu sıkıştırmamız için fırsat doğar.

Ancak yine de, yukarıdaki tablo, baştan beri beni irkilten o "áleni" belágati zamanda, ortamda, muhatapta ve dozajda haklı ve doğru kılıyor mu, işte bundan hálá hiç emin değilim!

DÜZELTME: Ter içen gömlek anlamındaki "sweat-shirt" sözcüğünü dün "sweet-shirt" gibi gafil bir imláyla yazdığım için özür diler ve düzeltme gönderen sayısız okura teşekkür ederim.
Yazarın Tüm Yazıları