GeriSeyahat "Herkesle ve hiç kimsesiz"
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
"Herkesle ve hiç kimsesiz"

"Herkesle ve hiç kimsesiz"

Başlığımız, tasavvuf düşüncesinde, sonsuzluk adamının yalnızlığını ifade için kullanılan ‘Bâ heme vo bî heme’ farsça sözünün Türkçesidir. Yaratıcı ruhun yalnızlığını, birbaşınalığını dile getiren en güzel söz bence budur...

Bu sözde ifade bulan yaşama şekline ‘halvet der encümen’ (kalabalıkta yalnızlık) diyor sûfî düşünce...

 

Kur’an düşüncesinin ölümsüz ismi Muhammed İkbal (ölm.1938), yaratıcı ruhlara özgü bulduğu bu yaşam şeklini yeğlemekle birlikte kalabalığa katılmak zorunda kalanlara şöyle sesleniyor Câvidname’sinde:

 

                   “Ey kervana katılan! Herkesle yürü, fakat yalnız ol!”

 

Tüm yaratıcı ruhlar, bu üreten ve yücelten yalnızlığı bir biçimde dile getirip övmüşlerdir. Muhammed İkbal’in fikir kaynaklarının üçünden, İbn Arabî, Mevlâna Celaleddin ve Nietzsche’den birer örnek verelim.

İbn Arabî (ölm. 638/1240), insanlığın henüz anlama düzeyine ulaşamadığıFütûhât’ında şöyle yazıyor:

 

“Sonsuzluk yolcusunun yalnızlıkla ilişkisi, Allah ile insan kalbi arasındaki ilişkiye benzer. Nasıl ki, Yaratıcı, en büyük tecellisini insan kalbinde buluyor, aynen bunun gibi, insan da en yüce tecellisini yalnızlıkta bulur...” (Fütûhât, 2/150)

 

Mevlâna Celaleddin, o ölümsüz Mesnevî’sinin o ünlü ilk 18 beytinde kendi yalnızlığını, anlaşılmamışlığını ifadeye koyan şu dizelere yer vermiştir:

 

“Ben, her meclisin ağlayanıyım; iyilerin de kötülerin de arkadaşıyım. Herkes kendi sanısına göre dost oldu bana, ama içimdeki sırlarımı hiç kimse fark edemedi. Benim sırrım, feryadımdan uzak değil, ama göz ve kulakta o ışık yok. Ham kişi pişkin kişinin halini anlar mı hiç! O halde, sözü kısa kesmek gerek, vesselam!”

 

Ve Nietzsche (ölm.1900), zamanın üstüne çıkmış eseri Zerdüşt Böyle Dedi’de yaratıcı yalnızlığı şu sözlerle kutsuyor:

 

“Ey inziva, ey yurdum, ey yuvam! Bütün varlıklar hakkında her düşünce bana sende gelir. Sende her varlık dile gelmek ister ve her oluş senden konuşmayı öğrenmek diler. İnsanlar arasında yaşanırsa insan unutulur...”

 

Çünkü insanlar içinde eriyip giden, kütle denen etten robotun bir parçası haline gelen insan her şeyden ve herkesten önce kendini unutur. Kendini unutan, benliğini yitirir. Ve benliğini yitirenden kimseye hayır gelmez!..

 

Ay­nı za­man­da ho­cam ve dü­şün­ce ön­cü­le­rimden bi­ri olan ba­bam, bağ­lı ol­du­ğu ta­sav­vuf di­sip­li­nin bu önem­li ilkesini sık sık soh­bet ko­nu­su ya­par­dı. Ya­ra­tı­cı ru­hun, çev­re­si­nin in­san­lar­la do­lup taş­tı­ğı­nı, eli­nin-ete­ği­nin öpül­dü­ğü­nü, ken­di­si­ne hiz­met­ler-ni­met­ler su­nuldu­ğu­nu, fa­kat böy­le bir ben­li­ğin ger­çek­te hep yal­nız, hep kim­se­siz ol­du­ğu­nu uzun uzun an­la­tır, de­rin de­rin iç çe­ker­di.

 

Yi­ne bu ko­nu­yu an­lat­tı­ğı bir soh­be­tin­den ba­zı not­la­rı­mı, kıs­men sa­de­leş­ti­re­rek yaz­mak is­ti­yo­rum:

 

“Hak ada­mı­nın Al­lah'tan gay­rı dos­tu ol­ma­ma­lı­dır. Bu­nun ak­si, işin ta­bi­a­tı­na ters dü­şer. Çün­kü ga­rip­lik, kim­se­siz­lik, an­la­şıl­maz­lık Hak yo­lu­nun (ba­bam bu­na in­ce yol der­di) ka­çı­nıl­maz­lık­la­rın­dan bi­ri­dir... Hak ada­mı­nın et­ra­fı­nı sar­ma­la­rı onu an­la­dık­la­rın­dan, onun­la birlik ol­duk­la­rın­dan de­ğil, onun ver­dik­le­ri­ni baş­ka yer­de bu­la­ma­dık­la­rın­dan­dır. Hak ada­mı bu­nu bil­me­li­dir. Bi­le­cek ki, in­san­dan bir­ şey bek­le­mek gi­bi bir ha­ta­ya düş­me­sin. O ha­ta­ya düş­meyecek ki, ha­yal kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­ma­sın. Hak ada­mı­nın azığı ve ödü­lü yal­nız Hak'tan ge­lir. Ka­la­ba­lık, Hak ada­mı­na ödül ola­rak sa­de­ce al­kış ve­re­bi­lir. Al­kış ise Hak ada­mı­nı ra­hat­sız eden ku­ru gü­rül­tü­ler­den bi­ri­dir."

 

"Ba­bam, Hak ada­mı­nın yal­nız­lı­ğı ko­nu­su­nu çok sık ele alır­dı" de­dim.

 

Bir örnek vereyim:

 

Ölü­mü­ne ya­kın gün­ler­de İs­tan­bul'a gel­miş­ti. O gün­ler­de yap­tı­ğım ko­nuş­ma­lar çev­re­me epey in­san top­la­mış­tı. Bu du­ru­mu bir ay ka­dar bir sü­re iz­le­yen ba­bam mut­lu ol­mu­yor de­ğildi ama bu­ruk bir acı duy­du­ğu da göz­den kaç­mı­yor­du.

 

Ni­ha­yet, bir gün, bah­çe­de uzun bir sü­re baş ­ba­şa kal­mış, ta­rif­siz gü­zel­lik­te bir soh­bet­le ‘in­ce yol’un in­ce­lik­le­ri­ne uzan­mış­tık. Gök ma­vi­si göz­le­ri­ni bir süre al­nım­da odak­laş­tır­dık­tan son­ra âdeta va­si­yet gi­bi şun­la­rı söy­le­di:

 

“Et­ra­fı­na adam top­la­ma­ma­ya gay­ret gös­ter. Ka­la­ba­lık se­ni sa­kın al­dat­ma­sın. Şu­nu bil ki, oğ­lum, sen hep ka­la­ba­lık­lar­la bir­lik­te olur­sun, ama ha­ki­kat­te yal­nız ya­şar,­ yalnız ölürsün.”

 

Bu soh­bet­ten bir­kaç gün son­ra İs­tan­bul'dan ay­rı­lan ba­bam, on­dan bir­kaç gün son­ra da bu dün­ya­dan ay­rıl­dı. Ken­di ifa­de­siy­le ‘ince yolu yürüyenlerin varacağı yere, Dost'a dön­dü!’

 

Hak Dos­tu'nun Dost'a dö­nü­şü üze­rin­den 34 yıl geç­ti.

 

Yalnızlık ve yalnızlarla ilgili bu garip kader, öteleri görebilen gözlerden biri olan Tebrizli Şems (ölm. 645/1247) tarafından bir cümle ile açıklığa kavuşturulmuştur. Diyor ki büyük Şems:

 

“Sen ne kadar önde gidersen arkandan gelen o kadar az olur.” (Şems; Makaalât, 2/32)

 

Se­be­p açıktır:

 

Önde giden, daha çok şeyi daha erkenden görür. Gördüğünü söyleyince de göremeyenler ya rahatsız olurlar yahut da inkâr eder.

 

İşte mesele budur.

 

Önde giden, her zaman herkesle görünebilir, görülebilir. Ne var ki, bu görünme onun herkes tarafından anlaşıldığını göstermez. Bu gerçek, düşünce tarihinde belki de en muhteşem ifadesini ölümsüz Mevlâna’nın Mesnevî’sinde bulmuştur.

 

Ölümsüz ruh, ölümsüz eserini oluştururken belki de yaptığı işin kendisi bile tam farkında değildir. En muhteşem balları sentezleyen arının, balı asla anlatamadığı gibi. Evet, balı arı yapar, ona ne içirirseniz onu bala çevirir ama balı asla anlatamaz. Heidegger (ölm.1976) üzerine yazan Richard Palmer, ölümsüz Heidegger’i anlatırken şu cümleyi de kullanmıştır:

 

“Taklit edilemez düşünce penceresinden bakarsak, her büyük düşünür tam anlamıyla hiçbir zaman ifade edilemeyecek bir tek düşünceyi seslendirir.” (Palmer, 140)

 

Bu bayram arefesinde, bir yan­dan ‘ince yol’ dediği hikmet yolunu bana belleten ba­ba­mı rah­met­le anı­yor, bir yan­dan da şi­i­rin büyük ustalarından biri olan Ne­cip Fa­zıl'ın şu di­ze­le­ri­ni tek­rar­lı­yo­rum:

 

“Ga­rip gel­dik, gi­de­riz; ra­fa koy evi-bar­kı;                                                                                                         Tek, du­dak­tan du­da­ğa geç­sin ölümsüz şar­kı!’

Ölümsüz şarkıdan nasiplenenlere selam olsun!

False